Türkan Elçi, eşi Tahir Elçi’yi kaybettikten sonra yaptığı ilk açıklamada onun öldürülmesini kimsenin adamı olmamasına bağlamıştı: “Her kesimden sevildiği için böyle bir şeyle karşılık buldu, hayatı sonlandırıldı. Bir tek tarafın adamı olmuş olsaydı ona yönelik bir şey olmayacaktı. Adım gibi eminim.”
Acı bir gerçeğin çarpıcı bir ifadesi bu.
Siyasi mücadelenin keskinleştiği dönemlerde mücadelenin tarafları her şeyin hatlarının kesin sınırlarla çizmek isterler. Bu meyanda bireylerden beklenen de tercihlerini net bir şekilde ortaya koymalarıdır. “Yanımızda mısın? Yoksa karşımızda mısın?” Üçüncü bir seçenek yoktur, olmamalıdır.
Hayata mutlak karşıtlık düzeyinde bakmanın bir mantığı vardır elbette. Herkesin kimliğinin şüpheye yer bırakmayacak derecede belli olması rahatlatıcıdır. Böyle bir dünyada yaşam grup kimlikleri etrafında döner. Değerlerin içeriğini kimlikler belirler. Doğru ve yanlışın kuralları önceden tayin edilir. Doğru, sizin yaptığınızdır. Yanlış ise, her daim ötekilerin payına düşendir.
Bir parti, hareket veya grupla özdeşleşenler zamanla militanlaşır. Dünyayı kendilerinden yana olanlar ve kendilerine karşıt olanlardan ibaret görür. İçinde bulunduğu yapının yanlış yapabileceğini aklına getirmez, haklılığından şüphe duymaz. Bazen bir olay olur; “kör parmağım gözüne” yanlışlığı ve haksızlığı orta yere döker. Bu durumda dahi yanlış görmezden gelinir, haksızlığın üstünden atlanır. Zira hatalı olunduğunu kabul edip karşıtlara koz vermenin sırası değildir. Doğrusu o “sıra” hiçbir zaman gelmez.
Bireylerin mutlaka yanınızda veya mutlaka karşınızda olmasını bilmek büyük bir lükstür. Hangi tuşa dokunduğunuzda hangi sesin çıkacağını bilirsiniz. Hemen her olayda tarafların ne tür tepkiler vereceğini öngörebilirsiniz. Yanınızdakiler, sizin gibi düşünmeyenleri geleceklerine yönelik bir tehdit olarak görür ve ne yaparsanız yapın sizi savunur. Karşıtlarınızı ise -aynen sizin gibi- kendi yargılarına eleştirel bir gözle bakmaz ve doğrudan size cephe alır.
Dolayısıyla birbiriyle çetin mücadele eden taraflar için kat’i yandaşlık ve kat’i karşıtlık arzu edilen bir durumdur.Çünkü bu sayede yandaşlarını, karşılıklı olarak, kolaylıkla harekete geçirir ve hedefe kilitlerler.
Gri alanda duranlar
Ancak her zaman bu “siyah-beyaz” dünyayı bozanlar olur. Bunlar iki tarafın politik hedeflerini değil, kendi değerlerini savunurlar. Tarafların eylem ve söylemlerini de, kendi değerlerinin kantarında tartar, doğruya doğru, yanlışa yanlış derler. Bu sebeple tarafları bazen eleştirir, bazen savunurlar. “Yandaş” veya “karşıt” olma gibi bir dertleri yoktur. İki tarafa da konuşabilirler ve her iki tarafta da onların seslerine kulak kabartanlar olur.
Gri alanda duranların işi zordur. Bir kere taraflar, bu kişilerden genellikle hazzetmezler. Çünkü bunlar saflığı bozarlar. Yandaşların aklına kuşku tohumları ekerler. Kutsiyet atfedilen politikalarda gedik açarlar. Her iki taraf da onları eleştirir, her iki taraf da onları hain ilan eder. Ama yine de onların söylediklerini değerden düşürmek güç olur.
İkincisi, iki hasım kampın oluşturulduğu bir vasat yeni bir hizalanmayı gerektirir. Kişiler bir safın arkasında veya karşısında yer alır. Arada duranlar ise her zaman en büyük hedef olur. Ortamı provoke etmek isteyenler, bunlara yönelir. Onların ölümü rahatlıkla araçsallaştırılır, her bir taraf diğerine bunun üzerinden saldırma imkânı bulur.
Aradakilerin yükü ağırdır. Elçi’de olduğu gibi, ödedikleri bedelin taşınması –bilhassa aileleri için- çok güçtür. Ama bir toplumu ayakta tutan da, çözümü sağlayan da onlardır.
Kaynak:YeniYüzyıl