Ana SayfaYazarlarUzun ömürlü olmak mutlu eder mi?

Uzun ömürlü olmak mutlu eder mi?

Uzun yaşamak, özellikle anti-aging akımı sanırım dünyanın en ilgi çeken konularından biri günümüzde. 20 yaş genç gösteren bir bedenle daha uzun süre hayatta kalmış olmak kişiyi mutlu edebilir mi emin değilim ama varlığıyla, ya da ürettikleriyle yaşama ve etrafındaki her şeye mutluluk yayanların uzun yaşamalarının, hem kendilerini hem de onlarla yaşayanları çok mutlu ettiğine tanık oluyorum.Buna rağmen yaşam kalitemizde çok önemli olduğunu savunduğum “gerçek gıda”nın, ömrü uzatmak gibi bir fonksiyonu sanırım bahsedilecek en son özelliği olacaktır. Bu yüzden de ilk yazımda gerçek gıda tanımını, organik, doğal gibi sıfatlarla birebir ilişkilendirmemiştim. Gerçek gıdayı illa da tanımlamaya çalışsaydım eğer en yakın tercihim şu olurdu: “Gerçek gıda, üreticiyi, tüketiciyi, toplumları ve yeryüzünü besler. Yiyecek tarladan sofraya gelinceye kadar gerçekliğini korur; bu gerçekliğin dayandığı temel, insanlık onuru ve sağlığı, hayvan refahı, sosyal adalet ve çevrenin sürdürülebilmesidir.”*Bu tanım, bazı gelişmiş ülkelerin ya da toplulukların yaptığı gibi -gıdanın nasıl yetiştiği ve hangi koşullarda  onlara ulaştığını sorgulamaksızın- bireylerin daha genç gözükmelerine ve uzun yaşamalarına katkılarına değil, tabiatın dengesini bozmadan bütünüyle kendini var edebilmesine destek olmak anlamına vurgu yapmaktadır.Organik tarım ve ürünleri, iki büyük dünya savaşıyla kirlenmiş çevre şartlarında üretilen gıdaların sağlık açısından risk oluşturmaları sonucunda, sağlıklı olarak hayatta kalmayı başarabilmek için olağanüstü çaba gösteren kişilerin eyleme geçmesiyle zorunluluktan doğmuş bir durumdur. Farklı ülkelerin aynı hassasiyetten yola çıkarak organik, biyolojik ve ekolojik diye isimlendirdikleri bu ürünler, belirli bir yönetmeliğe tabidir. Bu ürünler ilk çıktığında, organik yaşam felsefesiyle uyumlu bir organik üretim sürecinden geçiyorlardı ancak talep artışı sonucunda bu süreç dönüştü ve piyasa koşullarına ayak uydurdu.Sonuçta, iyi para kazandıran lüks tüketim ürünü haline gelen organik tarım ürünleri ile ilgili sıkı kurallar gevşetilip sürekli güncellenerek, bol ilaçlamanın yapıldığı, sağlıksız tohumların kullanıldığı konvansiyonel tarıma benzetilme çabaları arttı. Hatta AB organik tarım yönetmeliği komisyonu, organik ürünlerde genetiği değiştirilmiş organizma varlığının binde 9 oranında içerebilme ihtimalini kabul etmek zorunda kaldı. Bu nedenle gıda ve yeryüzü konusunda hassas olan insanlar haklı olarak kendi sertifikalandırma kurallarını (Avrupa’da “Demeter”, ülkemizde “Geleneksel pazar” vb.) oluşturmak ihtiyacı duymaktalar.Satın alırken her bir ürünü araştırıp, seçerek alan kişilerin organik ürünlerin tümünün harika olup, sağlık konusunda mucize yaratmasını beklemeleri ve en küçük bir kusuru abartarak organik ürünler hakkında kötüleme propagandasına girişmeleri doğru değil. Çünkü her iyilik girişimi küçük adımlarla başlar ve destek görürse büyüyüp serpilir. Organik ürünlerin tamamını gerçek gıda olarak görmesem de iyi bir başlangıç olduğunu düşünenlerdenim. Maalesef ülkemizde organik ürün marketleri olmadığı için, yurtdışında bulabildiğim organik ürün dükkânlarını, pazarlarını dolaşmaktan büyük bir keyif alıyorum. Bu pazarlarda, yaşadığı ortamdaki her canlıya hürmet ederek hayatı daha anlamlı kılan, bir anlayışla üretim yapan gıda ustalarının ruhunun dokunduğu ürünleri bulmak mümkün. Ancak pazarın geleceği pek iç açıcı değil.FIBL’in (Organik Tarım Araştırma Enstitüsü) 2013 yılındaki verileri organik ürünlerin geçtiğimiz 10 yılda Asya’da azaldığını, Avrupa’da ise iki kat bile artmadığını  göstermektedir. Ülkemiz ise ne yazık ki bahse değer bir durum bile arz etmemektedir.***http://calculator.realfoodchallenge.org/help/resources**http://www.organic-world.net/statistics-data-tables-dynamic.htmlhttp://www.organic-world.net/statistics-data-tables-dynamic.html

- Advertisment -