Kederli günler yaşıyoruz ve hepimiz üzgünüz. Soma’da hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet, acılı yakınlarına sabır ve metanet diliyorum. Yaşadığımız bu facia tüm yakıcılığıyla üretim ve tüketim kalıplarımızı sorgulama ihtiyacımızı bir kez daha hissettirdi… İnsan yaşamı, kaynakları kullanarak kendi ürettiklerinden daha az değerli konuma getirildi. Elbette yeryüzünün üstünde ve altında bulunan nimetlerine ihtiyacımız var ancak “kâr” oranları o kârı üreten insanlardan daha önemli hale gelince böyle acı sonuçlarla karşılaşmamız kaçınılmaz oluyor. Oysa insanî bir anlayışa sahip olabilseydik eğer ne kadar ürüne ihtiyacımız olup olmayacağını sorgulayabilir, az şeye sahip olmanın insanları mutlu edeceğini görebilirdik belki.İzlediğim bir belgeselde Romanya’da yeraltı kaynaklarını çıkarabilmek için dağlar dinamitle patlatılırken orda yaşayan bir Romen gözleri dolu dolu şu ifadeyi kullanmıştı: “Yeryüzünün kalbini parçalıyorlar”.Dağlar, dost edinilir gerçekten de; her tür canlının habitat alanı, en temiz havanın olduğu, insanların kendileriyle baş başa kalıp içlerine doğru yolculuklarını yaptığı, sessizliğin sesini dinledikleri en güzel yerlerdendir. Bu Romen gibi birilerimiz dağlara yeryüzünün kalbi diye bakarken, birilerimiz Descartes felsefesine uygun büyük bir açgözlülükle onunla savaşıp neler elde edebilirim diye bakıyoruz. Oysa ihtiyacımız olan şeyleri ne uğruna elde ediyor olmamızı ivedilikle masaya yatırmamız gerek.Soma’da yaşadığımız bu acının karşılığı ödenebilir mi? Hiç sanmıyorum. Bir insanın ölümünün yeryüzünün ölümü gibi olduğunu biliyoruz. Ekonomi ve kalkınma, güçlü bir toplum olmaya çalışırken ilkelerimiz ve karşılaştığımız problemlerin çözümleri insan odaklı olabilseydi ne kadar farklı bir ülke oluşturabilirdik kim bilir… Dünyada daha insani mutlu bir dünya oluşturmak için var gücüyle çalışan, hiç durmadan bunu anlatan binlerce cesur yürekli yeryüzü ve insan dostları mevcutken, insanlığın iyi bir örneğe ihtiyacının had safhaya geldiği bu çağda, biz niye bambaşka bir dünyanın temellerini oluşturan bir toplum olmayalım ki?”Hayatta kalmak”, yaşamak gibi heyecan ve mutluluk içerikli bir kelimeyi tam olarak karşılamıyormuş gibi geliyor bana. İnsanın sağlıklı ve mutlu bir yaşam sürebilmesi için taze hava, temiz su, güneş, gerçek gıda, düzenli hareket ve iyi bir ruh haline ihtiyacı var. İş hayatımızda da bu ihtiyaçlar aynı. Bir arkadaşımın doğuştan kanser hastası olarak dünyaya gelen bebeğinin haberini aldığımda gelebileceğimiz en kötü noktaya doğru ilerlediğimizi düşündüm. Anne babanın tarifsiz acıları, her şeyden önemlisi bu küçük bebeğin hayata gelir gelmez bu korkunç hastalığın pençesinde olması onun kaderi değil, olmamalı… Çağımızda sürekli artan kanser, kronik hastalıklar, alerjiler, hastane ve uzman doktor sayısı artırılarak, yüksek teknolojili makineler ithal ederek ya da teşhislerin doğruluğunu ispatlamaya çalışarak çözümlenemez. Bu hastalıkların oluşmasına neden olan unsurları ortadan kaldırmak gerekiyor. Bu unsurlar arasında en büyük payı vücudumuzun yakıtı olan kötü gıdaları tüketmemiz alıyor. Aldığımız kötü ve besin değeri yok denecek kadar az olan bu gıdalar bizi bir maden patlamasında öldürmüyor belki ancak hasta, mutsuz dertli yaşayan ölü bireyler haline dönüştürüyor.Şükür ki gerçeği söylemekten çekinmeyen bilim insanı, cesur sivil toplum örgütleri, bu sorunların temelinde yatan gıda meselesine odaklanan çözümlerin peşine düşmüş durumda.*Gerçek gıdaları mış gibi olanlarından ayırt edebilmek için her birinin gerçek halini bilmemiz gerekiyor. Önümüzdeki haftalarda geleneksel bilginin mirasçısı ustalardan öğrendiklerimle, bu gıdaları sizlere tanıtmaya çalışacağım.Sağlığımızın ve hayatımızın kıymetini daha çok düşündüğümüz bir anlayışa evrildiğimizde, insanlarımızı da kötü çalışma koşullarından ve geliyorum diyen kazalardan daha iyi koruyacak bir bilince ulaşmamız ümidiyle…*(www.thetruthaboutcancer.com, the glutensummit.com, www.beslenmebulteni.com bunlardan sadece birkaçı.)
- Advertisment -