Geçen yazımda hükümetin Orta Doğu’ya yönelik olarak Sünnilik üzerinden mezhepçi bir politika izlediği, bu bağlamda Irak’ta merkezi hükümete başkaldıran IŞİD terör örgütüne destek sağladığı iddialarına değinmiştim. Eski bir Dışişleri mensubu olarak doğruluğuna ihtimal dahi vermediğimi belirttiğim, ayrıca çözüm karşıtlığıyla da kol kola girdiğine dikkat çektiğim bu iddiaların sonuç itibariyle dış politikanın AK Parti hükümetinin yumuşak karnı olduğu algısını güçlendirdiğine işaret etmiştim.Bu bağlamda şu sorunun ciddi biçimde yanıtlanması gerektiğinin altını çizmiştim: “AK Parti hükümetinin Orta Doğu politikası, öteden beri izlediğimiz barış ve istikrardan yana geleneksel politikamızdan köklü bir sapma mı, yoksa bu amaca ulaşmak için toplumların demokrasi taleplerini önceleyen evrensel değerlere dayalı yeni bir yaklaşım mı?Bu soruyu, dünyada barış ve istikrarın sağlanmasında en somut örneği oluşturan Avrupa’yı barış adasına dönüştürmüş olan çeşitlilik içinde birlik felsefesini göz ardı ederek yanıtlamak mümkün değil. İkinci dünya savaşının ertesinde filizlenen evrensel demokratik değerlere dayalı bu felsefe, özellikle iki kutuplu dünyanın tarihe karışmasıyla birlikte, Eski Kıta’da yüz yıllardır içinde farklı dil, din, mezhep ve kültüre sahip toplumları barındıran ülkeleri Avrupa Birliği çatısı altında bir araya getirmiş bulunuyor.Sınırlarını eski sömürgeci devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda çizdiği ve bu nedenle kaçınılmaz olarak bazı Avrupa ülkeleri gibi içinde farklı dil, din, mezhep ve kültüre sahip toplumları barındıran ülkelerin bulunduğu Orta Doğu’da barış ve istikrarın güvencesini aynı felsefe oluşturamaz mı?Bir sorunun bir başkasını çağrıştırdığı bu düşünce sistematiğini sürdürmeden önce belki de bugün demokrasiden pek nasibini almamış olan Orta Doğu’nun barış ve istikrarına hangi optikten bakıldığını hatırlatmakta yarar var.Orta Doğu’da barış ve istikrarKabul etmek gerekir ki başta stratejik ortağımız ABD olmak üzere AB üyeleri dâhil büyük ülkeler, Orta Doğu bölgesine hâlâ Soğuk Savaş dönemi mantığıyla bakıyor. Bu mantığın en belirgin örneğini de Suriye’de görüyoruz.Soğuk savaş mantığı bloklar arası denge, büyük ülkelerin etki alanlarına karşılıklı saygı ve buna bağlı olarak yönetimler temelinde iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri ve içişlerine karışmama demekti. Soğuk savaş döneminde evrensel demokrasiye karşı “halk demokrasisi” kavramı da kabul görüyor olduğundan içişlerine demokrasi ve temel hak ve özgürlükler ekseninde müdahaleler hoş görülmezdi. Berlin Duvarı yıkılalı 25 yıl olduğu halde bu mantığın aradan geçen süre içinde değişmediği görülüyor ne yazık ki.Yukarıda belirttiğim gibi Orta Doğu bölgesinde de Avrupa’da olduğu farklı dil, din, mezhep ve kültüre sahip toplumlar var. Ama Avrupa’da azınlık olan Müslümanlar burada çoğunlukta bulunuyor. Hristiyanlar ise azınlıkta. Dinler ve inançlar arasında hiyerarşik bir sıralama yapılamayacağı için ilke olarak çeşitlilik içinde birlik felsefesinin Orta Doğu’da da geçerli olması gerekiyor ama öyle değil.Bunda kuşkusuz İslam’ı radikal köktenci açıdan yorumlayan grupların da rolü var. İsrail’in devlet olarak kurulmasına, büyük devletlerin sağladığı güvenlik şemsiyesine ve bu ülkenin güvenlik gerekçesiyle izlediği bazı kabul edilemez politikalarına tepki olarak tırmanan radikal İslam sonuçta bu dinin demokrasiyle bağdaşamayacağı gibi yanlış bir algının oluşmasına yol açmış durumda. Son olarak Mısır’da gördüğümüz gibi, toplumların demokratikleşme talepleri bu algı çerçevesinde radikal İslam’ın yaygınlaşması, barışçıl sokak gösterileri de terörizm olarak değerlendirilebiliyor. Bu optikten hareketle demokrasiyi inşa etme bahanesiyle yapılan askerî darbelere Soğuk Savaş optiğinden bakılarak göz yumulabiliyor.Bu yaklaşım demokratik ülkeler ailesi bakımından kökten çelişkili olduğu kadar sürdürülebilir bir politika da değil. İletişimin gelişmesiyle giderek küçülen günümüz dünyasında bir veya birkaç bölgede demokratikleşmeyi destekleyen politikalar izlenirken, bir başka bölgede bunun tam tersini yapmak bir süre sonra fiilen de mümkün olmayabilir.Bu noktadan hareketle, içinde farklı dil, din, mezhep ve kültüre sahip toplumları barındıran ülkelerin bulunduğu Orta Doğu’da da barış ve istikrarın güvencesini Avrupa’da olduğu gibi çeşitlilik içinde birlik felsefesinin oluşturduğu ve demokratik ülkeler ailesinin bu yönde politika geliştirmesi gerektiği sonucuna varıyoruz.AK Parti hükümetinin dış politikasıTürkiye, öteden beri Avrupa’da farklı dil, din ve kültüre sahip toplumların, bu bağlamda Türk ve Müslüman azınlıkların yaşadığı Balkanlar bölgesine yönelik olarak evrensel demokrasiyi, insan hak ve özgürlüklerini temel alan, dolayısıyla çeşitlilik içinde birlik ilkesini savunan bir politika yürütüyor. Örneğin Jivkov’un son döneminde Bulgarlaştırma politikasının yarattığı krizde, daha sonra Eski Yugoslavya’nın dağılma sürecinde, Balkanlar’daki etnik (Türk) ya da kültürel (Müslüman) farklılıkları olan grupların ilke olarak yaşadıkları ülkelerin toplumlarıyla farklılıklarını koruyarak bütünleşmelerini savunageldi.Buna karşılık, aynı dönemde Orta Doğu bölgesinde komşularıyla iyi ilişkilerini yönetimler düzeyinde tutan ve toplumların demokrasi taleplerini göz ardı eden bir politika izleyegeldi. Balkan politikasıyla çelişen bu politika içeride Kürtlere yönelik baskı politikalarıyla ise bire bir örtüşüyordu. 90’larda İran ve Suriye yönetimleriyle kurulan üçlü istişare mekanizmasını bu politikalara örnek olarak göstermek mümkün.Türkiye’nin “çifte standart” anlamına gelen Balkanlar ve Orta Doğu’ya yönelik çelişkili politikaları Batı’nın altını çizdiğim çelişkileriyle uyum içinde olduğunu ortaya koyuyor. Ama bu uyum Başbakan Erdoğan’ın “one minute” çıkışı ve Mavi Marmara olayı sonucu İsrail’le ikili ilişkilerin bozulmasıyla ortadan kalktı. Arap Baharı’na ve Suriye muhalefet cephesine verilen destek ve Mısır’daki askerî darbenin karşısında duruş, yeniden oluşturulan Orta Doğu dengelerinde Türkiye’yi Batı ekseninin dışında bıraktı.Bu noktada temel sorumuza geri dönersek, AK Parti hükümetinin Orta Doğu politikası, öteden beri izlediğimiz barış ve istikrardan yana geleneksel politikamızdan köklü bir sapmaya mı işaret ediyor gerçekten? Batı’nın Orta Doğu’da sürdürülebilir olmadığını ve temel felsefesi ile çeliştiğini vurguladığım toplumların demokrasi taleplerini göz ardı eden yönetimler düzeyinde istikrar arayışı temel alınırsa amaçta olmasa da yöntemde bir ayrışma olduğuna kuşku yok. Bu ayrışma nedeniyle AK Parti’nin bölgeye yönelik demokrasiyi önceleyen politikası İslamcıdan terör destekçisine kadar uzanan çeşitli sıfatlarla niteleniyor. Suriye’de muhalifler “terörist”, Mısır’da demokrasi talep edenler “İslamcı” sayıldıklarına göre bunda şaşırtıcı bir taraf yok.Dışişleri’nin güçlü şekilde yalanladığı terör listemizdeki örgütlerden IŞİD’e destek veriliyor iddiasını da aynı çerçevede değerlendirmek gerekir. IŞİD’e desteğin de, mezhepçiliğin de Türkiye’ye kazandıracak bir şeyi olmadığı hükümet cephesinde bilinmiyor değil ki böyle bir eksende politika yürütülsün.Kaldı ki Türkiye Suriye’de Baas rejiminin, Mısır’da Sisi darbesinin karşısında yer alıyorsa, bunun ilkeli bir duruş olduğu açık. Balkanlar’da olduğu gibi Orta Doğu’da da toplumların demokrasi taleplerini önceleyen bir dış politika, hükümetin yumuşak karnı olmaktan çok Batı’nın, hayati ekonomik çıkarları için olsa gerek, ilkelerini feda edebildiğini yansıtan bir aynaya benziyor aslında. Ve o aynada Schuman’ın, Monnet’nin, Adanauer’in, kısacası AB’nin kurucu babalarının ikisi dünya savaşı olmak üzere Fransa ile Almanya’yı üç kez karşı karşıya getiren amansız husumeti işbirliğine, yaşlı Avrupa’yı barış adasına dönüştüren barış felsefesinin gölgesi bile görünmüyor ne yazık ki.
Dış politika AK Parti’nin yumuşak karnı mı? (2)
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik