Yeni bir siyasetçi ama deneyimli bir bürokrat. 1987’de Türkiye Kalkınma Bankası’nda başladığı bürokrasi hayatında Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Yardımcılığı, Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığı ve Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı yaptı. 5 yıl TÜİK Başkanlığı yapan Aydemir 2016’da emekli oldu. Geçtiğimiz martta Ali Babacan’ın Genel Başkanlığı’nda kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi’nin (DEVA) kurucuları arasında yer alan Aydemir, partinin Başkanlık Kurulu’nda da görev alıyor. Aydemir ile yeni başladığı siyaseti, 29 yıl boyuna içinde olduğu bürokrasiyi, Başkanlık Sistemi’ni, ekonomiyi ve son günlerde tartışmaların göbeğinde yer alan TÜİK” konuştuk….
Uzun süre bürokraside önemli görevlerde bulundunuz sonra da emekli oldunuz. Bir süre sonra sizi siyasetin içinde gördük. Neden siyaset?
Siyaset yapmak benim aklımda da yoktu gönlümde de. Türkiye’deki siyaset yapma tarzı kişiliğime çok uygun değil. Dolayısıyla hiç düşünmedim. Zaman zaman arkadaşlarımızla aramızda konuşuyorduk, hep ‘Siyaset yapabilecek bir insan değilim’ diyordum. Ama bir taraftan da görev gereği siyasetin içindeydim. Devlet Planlama Teşkilatı’nda göreve başladığımda bakan ve milletvekilleriyle çalışmaya başladım. 1989 yılında, uzman yardımcısıyken milletvekillerine konuşma metinleri yazıyordum. DPT’de çalıştığım 1989-2006 arası mesaimin ciddi bir kısmı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde geçti. Plan Bütçe Komisyonu’nun en tecrübeli bürokratlarından biri sayılırım. Siyasetin Meclis ayağını çok iyi biliyorum ama halk arasında yapılan kısmını hiç bilmiyorum.
Emekli olurken böyle bir niyetiniz var mıydı?
Kesinlikle yoktu. Fakat şartlar Ali Bey ile birlikte bu partiyi kurmayı gerektirdi. Sayın Genel Başkanımız da diyor ya ‘Keşke şartlar iyi olsaydı da biz bu partiyi kurmasaydık.’ Keşke ülkede her şey iyi gitseydi, biz de böyle bir ihtiyaç hissetmeseydik. Baktık olmuyor, diğer insanlar gibi sadece konuşan değil bir şeyler yapan tarafta olmak istedik. Şikayet ettiğimiz, eleştirdiğimiz konuları düzeltmek için en iyi yolun, belki de artık tek yolun, siyaset olduğunu gördüğümüz için siyaset yapmaya karar verdik. Bu aslında bir zorunluluk oldu, tercih değil. Yaşadığımız sıkıntıları hem dile getirmek hem de eğer imkanımız olursa da düzeltebilmek için siyaset elimizdeki tek araç.
Ürkütücü gelmiyor mu peki? Yıllarca bürokrat da olsanız siyasetin göbeğindeydiniz ve yaşananlara şahitlik yaptınız. ‘Buna hiç girmeyeyim’ dediniz mi?
‘Siyaset kişiliğime çok uygun değil’ derken aslında bunu kastettim. Şeffaf, açık ve net bir insanım. Bana ‘Sen siyaset yapamazsın’ derler. Ne düşünüyorsam söylerim. Doğrudan, kitabın ortasından söylerim. Bürokraside de öyleydim. ‘Acaba bunu söylersem ne olur, yarın burayı kaybeder miyim’ diye düşünmedim. Şimdi de öyle düşünmüyorum. Bazen beni eleştirirler, ama ben böyleyim. “Söylediğiniz her şey doğru olsun ama her doğruyu her yerde söylemeyin” belki doğru bir ilke olabilir. Belki ben sert konuşuyorum, belki daha yumuşak söylenebilir. Bu, siyasette çok alışılagelmiş bir tavır değil. İnsanlar bu yüzden ‘Sen siyaset yapamazsın’ diyor. Ama değişmeyeceğim, böyle bir derdim de yok.
Milletvekili ve bakan arkadaşlarımız var, dışarıda yaşananları onlardan dinliyordum bazen ve ‘İyi dayanıyorsunuz’ diyordum. Şimdi iş döndü ve kendimiz siyasete girdik. Ama inanarak şunu söylüyorum: Biz diğer siyasi partilerin bir alternatifi olarak çıkmadık. En azından benim için öyle. Biz siyaset düzenine bir alternatif olarak yola çıktık. Bu ikisi arasında çok büyük farklar var. Ben Türkiye’de siyaset yapma tarzına karşıyım. Üslubuna, içeriğine, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarına, milletvekillerinin çalışma düzenine, kanunların görüşülme tarzına… Bunların tamamen değişmesi ve yeni baştan ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de eğer siyaset sistemi düzgün bir şekilde işlemiyorsa başka herhangi bir konunun düzgün işlemesini beklemeyin. İşin başı siyaset. Burası düzgün işlerse her yer düzgün işler.
Siyasetin en büyük engeli nedir?
Şeffaf ve net olmamak ve finansmanı. Siyasetin finansmanı meselesini çok şeffaf ilkeler üzerine oturtmamız gerekiyor. Zaten biz bu ilkelerde anlaşarak yola çıktık. Siyaset ilkeler ve değerler üzerine yapılır. En temel ilke ve değerlerimizden biri de siyasetin finansman şekli. Diğer yandan Meclis İç Tüzüğü, Siyasi Partiler ve Seçim Kanunları’nın reforma edilmesi gerekiyor. Ben bunun için siyasete girdim. Ne kadarını yaparız onu zaman gösterecek ama bizim niyetimiz bu.
“Meclisteki diğer parti milletvekillerinin çocukları DEVA Partisi’ne oy verecek…”
Sosyal medya çalışmaları sayesinde gençlerin partiye daha çok ilgi duymaya başladığı söyleniyor
Evet, doğru. Bizim söylemlerimiz gençler için daha anlamlı. Belki yaşı 60’ın üzerinde olan vatandaşlarımız açısında çok karşılık bulan söylemler değil ama gençlerde birebir karşılığı var. Ali Bey’in nispeten daha genç olması, gençler açısından güvenilir olması, kavgacı olmayan üslubu, iletişim tarzı karşılık buluyor. Gençler çok açık; özgürlük istiyorlar. Biz de açıkça özgürlüğü vaadediyoruz. Umudunu yitirmiş gençlere umut ışığı oluyoruz. Bazen milletvekili arladaşlarımızla konuşuyoruz; Meclis’teki milletvekillerinin çocuklarının büyük kısmı bize oy verecek. Bunu kendileri söylüyor. Gençler de tıpkı bizim gibi siyaset düzenin doğru bulmuyor ve aslında siyasetten giderek uzaklaşıyor.
Türkiye toplumuyla Batı toplumlarını karşılaştırdığımızda Batılıların gündeminde siyasetin çok ağırlıklı bir yer tutmadığını görürüz. Insanlar günlük yaşamına devam ediyor, mahallesindeki sorunlarla ilgileniyor, okuluyla, çevresinin temizliğiyle alakadar oluyor. Kendi alanlarında bir yaşam sürüyorlar. Oralarda herkes ülkeyi kurtarmaya çalışmıyor. Siyaset insanların hayatlarının temel belirleyicisi olmuyor. Bizde öyle mi? Bizde herkes siyasetle yatıp kalkıyor. Siyaset insanların hayatlarını işgal etmemeli. Siyaset belli aralıklarla konuşulan bir şey olmalı. Biz ise akşam siyasetle yatıp sabah siyasetle kalkıyoruz. İnsanlar biraz rahat bırakılmalı. Bırakalım, siyaset insanların hayatlarını bu kadar işgal etmemeli. Avrupa’da insanların büyük kısmı Başbakanlarının adını bilmez. Liderlerin her gün çıkıp konuştuğu bir ülke göremezsiniz. Bırakın toplum kendi dinamikleriyle hayatına devam etsin. Siyaset her şeye müdahil olmasın. İşe girmeden tutun adalet dağıtmaya kadar, sivil toplum örgütlerinin nasıl örgütleneceğinden barolara… asli işlerinin dışında bir sürü konuya giriyor. Bırakın toplum bazı şeyleri kendi kendine halletsin.
Peki siyaset neden toplumu rahat bırakmıyor?
Çünkü kontrol etmek istiyor. Siyaset kendisi dışında farklı fikirlere tahammül edemiyor ve kontrol etmesi lazım. Spor federasyonlarının seçimi dahi kendi düzeninde işlemiyor hale geldi. Böyle bir şey olabilir mi? Spordan sanata aklınıza gelebilecek her alanda siyaset müdahil. Böyle bir şey olamaz. Bu, toplumun gelişmesini engelliyor. Toplumun dinamiklerinin önüne set koyuyor. Demokrasiyi, çoğulculuğu, farklı bakışı öldürüyor. Siz sadece çerçeve düzenmeler yaparsınız ama sonra insanlar kendi yollarını bulurlar.
Bu iktidarlar açısından da tehlikeli bir şey değil mi? Toplumda bir gaz birikmez mi böylece?
O yüzden bu sıkıntılar oluyor zaten. Bizim çıkma nedenimiz bu işte. Partinin programına bakarsanız zaten buradan başlıyoruz. İnsan hakları, demokrasi, adaletten başlıyoruz. Devlet eliyle bir şey yapmaya kalkarsanız o sürdürülebilir bir şey olmaz. İran, devlet eliyle din yaymaya çalıştı başarısız oldu. Topluma devlet eliyle müdahale etmeyeceksiniz. Temel kuralları koyup insanları serbest bırakacaksınız. Gelişmeyi, özgürlükler ve farklı düşünceler sağlar. Herkes aynı şeyi söyleyecekse, herkes söylenene hep bir ağızdan ‘evet’ diyecekse buradan gelişme bekleyebilir miyiz?
“150 yıllık demokrasi çabamız Başkanlık Sistemi ile bitti…”
Türkiye’nin en tarihi virajlarından biri Başkanlık Sistemi’nin gelmesiydi. Tecrübeli bir bürokrat olarak sistemin geldiği yeri nasıl görüyorsunuz?
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemiyle ilgili çalışmalar başladığında biz de arkadaşlarımızla birlikte çalışma yaptık. BM üyesi 183 ülkenin sistemini inceledik. Bu sistemleri de uluslararası endekslerle karşılaştırdık. Ortaya çıkanlara göre Avrupa ülkelerinin sömürgelerine kendi sistemlerini götürdüğü anlaşılıyor. Mesela Fransız sömürgesi Afrika ülkelerinin çoğunda başkanlık ve yarı başkanlık sistemi yürürlükte. Avrupa’da parlamenter sistem yüzde 32, başkanlık yüzde 3, yarı başkanlık ise yüzde 6 oranında yürürlükte. Güney Amerika’da parlamenter sistem yok. Toplamda yarı başkanlık ve başkanlık yüzde 50. Ama 39 gelişmiş ülkeden 31’i parlamenter sistemle yönetiliyor. Bu çok net. En az gelişmiş ülkeler sıralamasında ise başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin sayısı parlamenter sistemle yönetilenlerin 5 katı daha fazla. Bu bir şeyler anlatıyor.
Sadece bununla da yetinmedik 25 civarında uluslararası endeksi de ele aldık. Basın Özgürlüğü Endeksi, İnsani Gelişmişlik Endeksi, Özgürlükler Endeksi, Demokrasi Endeksi, Yönetim Endeksleri… Özetle söyleyeyim İlk 10’da ABD ve Fransa dışında başkanlık ve yarı başkanlıkla yönetilen bir ülke yok, diğer hepsi parlamenter sistemle yönetiliyor. Son 10’da ise hiç parlamenter sistemle yönetilen ülke yok. Bu yeterli mi bilmiyorum. 150 yıllık demokrasi çabamız bence Başkanlık Sistemi ile bitti. Bizim başkanlık sistemimiz dünyadaki hiçbir örneğe benzemiyor. Hakikaten “Yerli ve milli.” Bize özel bir sistem bu. Meclis’in hiç yetkisinin kalmadığı, iktidarı hiçbir şekilde sorgulayamadığı bir sistemden bahsediyoruz. Bence gerçek başkanlık sistemi dünyada sadece ABD’de uygulanabiliyor. Başkanlık sistemi uygulanan diğer ülkelerde sistem otoriterleşemeye, bazı ülkelerde ise diktatörlüğe doğru gidiyor. Bu tarih boyunca hep böyle olmuş.
ABD’de neden işliyor?
Çünkü ABD’de çok net bir şekilde kuvvetler ayrılığı var. ABD’deki başkanın yetkisi bizim eski sistemimizdeki başbakanın yetkisi kadar dahi yoktur. Ayrıca orada kurumlar var. Trump’a karşı çıkan kurumları takip edin. Ayrıca güçlü bir demokrasi kültürü var. En önemlisi özgür bir basın var. Hepsi bir arada olduğu için ABD’de başkanlık sistemi işleyebiliyor. Bizde hangisi var? Sadece bizde değil, Rusya’da var mı? Kuzey Kore’yi saymıyorum bile. Venezuela’da var mı? Filipinler’de var mı? Bakın, bu sistemin işleyebilmesi için ABD’deki gibi güçlü şartların olması gerekiyor. En önemlisi de kuvvetler ayrılığı. Kuvvetli bir basının olması gerekiyor. Güçlü bir sivil toplumun olması gerekiyor. Kurumların güçlü olması lazım. Bunlar olmadan başkanlık sistemi işlemez. Tarihi yeniden keşfetmeye gerek yok.
“Eski sistem gerçek bir parlamenter sistem değildi…”
Bizde de bu nedenlerle mi işlemediğini düşünüyorsunuz?
Bizde Meclis’in, basının durumu ortada. Kuvvetler ayrılığı zaten “kuvvetler birliği” oldu. Yargıyı zaten konuşmaya bile gerek yok. E ne diyeceğiz bunlara bakıp? Türkiye’de demokrasi var mı yok mu?
Ama bu meselelerin çözümü başkanlık sistemini kaldırıp gerisin geri eski sisteme dönmek de değil herhalde?
Bunu zaten DEVA Partisi’nin programında net ifadelerle dile getirdik. Genel Başkanımız Ali Bey de defalarca açıkladı. Güçlü bir parlamenter sisteme dönmek istiyoruz. Eski sistemden farklı bu. Parlamenter daha güçlü bir sistem kurma hedefimiz var. Milletvekillerinin daha saygın bir konuda olduğu, kanun yapma sürecinde daha güçlü oldukları bir sistem istiyoruz. Bu sistemde vatandaşların ve sivil toplum örgütlerinin daha fazla rol almalarını istiyoruz. Meclisin bazı yüksek atamalarda daha fazla devrede olduğu, iktidarı denetlediği bir Meclis öngörüyoruz. Bunun icin de güçlü bir vekil yapısı gerekir. Zaten eski sistem tam bir parlamenter sistem değildi. Fransa’ya yakın bir sistemdi.
“KHK’ların Türkçesi bile kötü…”
Sizin de görev yaptığınız DPT öncesinden kaldırılmıştı. DPT’nin kaldırılmasının yansımaları oldu mu günümüze?
Olmaz mı? DPT önce Kalkınma Bakanlığı oldu şimdi de Cumhurbaşkanlığı’na bağlı Bütçe ve Strateji Başkanlığı oldu. İsim değişti ama kaldırmayla kaldırmama arasında gidip geliyor. Sonuçta işlevsizleştirildi. Sadece onun değil ki herhangi bir bakanlığın işlevi yok. Hiçbirinin politika üretme yetkisi yok. Sadece gelen talimatları yerine getirmeyle görevliler. Bu kadar hızlı değişen bir dünyada hedefinizle ilgili politikalarınız yoksa savrulursunuz, gidemezsiniz. Aslında DPT bunlara ışık tutar. “Önceden çok iyi çalışıyordu” demiyorum, orada da reforme edilmesi gereken çok şey vardı. Müsteşar yardımcısıyken en fazla direttiğim şey DPT reformuydu ama başaramadık. Bütün yanlışlarına rağmen en azından bir bütünsellik vardı. Şöyle ya da böyle bir strateji ortaya koyabiliyordu. Şimdi o da yok. Bunu sadece muhalefet etmek için söylemiyorum. Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin yarısına yakını düzeltme kararnameleri. Neden bakanlıklar durmadan birleşip dağılıyor. AK Parti iktidarı zamanında üç kez yapıldı şimdi de muhtemelen dördüncüsü yapılacak. Neden böyle? Neden kararlar durmadan değişiyor. Eğer stratejiniz olsa, buna göre hareket etseniz böyle olmaz. Çünkü siz strateji oluştururken bütün tarafların görüşünü alırsanız, sivil toplumun, bürokrasinin hatta yabancı uzmanları dinler öyle bir strateji oluşturursanız riskleri analiz eder ve senaryolarınızı çizersiniz. Böylece alternatif politikalar da ortaya koyarsınız. İşte o zaman savrulmazsınız. Çünkü şıklardan biri gerçekleşir ve ne yapmanız gerektiğini bilirsiniz.
Bunlar olmayınca biz iki adım ileri bir adım geri gidiyoruz. O yüzden milli gelir 12 bin 500 dolardan 9 bin 100 dolara indi. Şimdi de muhtemelen 7 bin 500’ün altına düşecek. Biz 2 yılda yüzde 35 fakirleştik. Her şey güzel olacaktı? 2,5 milyon insan işini kaybetti, gidin madencilerle konuşun, 1 yıldan beri ruhsat izni bekleyen madenciler var. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi işte buyrun. Kararnamelerin yarısının değiştiği bir sistem. Bakanlıkların hiçbirinin hiçbir şeye müdahil olamadığı bir sistem. Bakanlık görev alanının değiştiğini bile Resmi Gazete’den öğreniyor. Hangi alanda başarı getirdi? Bir tane başarılı olduğu alan söyleyin. İşler hızlı mı yürüdü? Ekonomi mi büyüdü? İstihdam mı arttı? Daha mı özgür olduk? Kurumlar bitti, kimse kurumlara güvenmiyor. Bir cümle, “Şu, görevden alınmıştır”, imza, bitti. Bu kadar mı?
Bürokrasi hızlanmadı mı?
Daha önceki eleştirdiğimiz sistemde bile birçok süzgeç vardı. Kanun taslığını bürokrasi hazırlar ve Başbakanlık’a gönderilidi. Başbakanlık Kanunlar Kararlar bu taslağı alır, kurumların görüşleri var mı diye bakardı. Kurum görüşleri yoksa o görüşleri alır, görüş farklılıkları için toplantılar düzenler ve neden itiraz ettiklerini dinlerdi. Onlar birleştirilir ve taslak revize edilirdi. Sonra Bakanların imzasına açılırdı. Bakanların tereddüt ettiği hususlar varsa tekrar görüşülür ve Meclis’e gönderilirdi. Plan Bütçe Komisyonu’ndan uzun uzadıya görüşülür muhalefet dinlenirdi. Sivil toplum orada da dinlenirdi. Ondan sonra kanun çıkardı. Bir şeyi hazırlamak 3 ay sürerdi ama doğrusu buydu. Siz kanun yapıyorsunuz yahu. Şimdi kanun zaten istisna oldu, kararnameyle işler çözülmeye çalışılıyor.
Size bir şey söyleyeyim, ben ilk Kanun Hükmündeki Kararnameleri okumaya çalıştığımda üzüntüden tansiyonum yükseldi. Artık okumuyorum. Türkçesi bile berbat. Sadece Türkçesine bakın bir fikir edinirsiniz. O kadar çok hata var ki… Bir süzgeç yok. Yazanlar zaten bürokrasiyi bilmiyor ama hukuku da bilmiyorlar. Kanun, kararname nasıl yazılır bilmiyorlar. İnsan utanır. Ben yıllarca bürokraside çalıştım, daire başkanı ya da genel müdür yazdığım bir madde ya da bir raporu geri gönderdiğinde gece uyuyamazdım. Yüzüm kızarırdı.
“Bakan yardımcıları göreve ilk başladığında üç dertleri vardı: Arabam Audi olsun, maaşım şu kadar olsun, müsteşarın odası benim olsun”
Yeni sistemle birlikte müsteşarlıklar kaldırıldı yerine getirilen bakan yardımcılığı sistemi faydalı oldu mu?
2011’de ilk bakan yardımcıları kanun hükmünde kararnameyle geldiğinde ben Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarıydım. Arkadaşlara ‘Bir çalışma yapalım, bu müessese nedir, ne değildir diye bakalım, hemen itiraz etmeyelim’ dedim. Belki de iyi bir şey. Bürokrasi o anda itiraz etmeye başlamıştı. Sonuçta bürokrasi haklı çıktı. Yaptığımız çalışmayla parlamenter sistemle yönetilen Avrupa ülkelerinin büyük kısmında bakan yardımcılarının olduğunu gördük. Bizde uygulama ilk başladığında 1 bakan yardımcısı öngörülüyordu. Bu ülkelerde 1 bakan yardımcısı yok, daha fazla var. Biri parlamentoyla irtibatı yürütüyor biri de bildiğimiz müsteşarın yetkilileriyle donatılan teknokrat. Bizde bakan yardımcılığı başlayınca bakan yardımcısı arkadaşlar ya bakanla ya da müsteşarla çatıştılar. Doğal olarak böyle oldu. Sen araya birini sokuyorsun, bu adam ne iş yapacak? Ya bakandan görev çalacak ya da müsteşardan. Çoğu bakandan görev çalamayacağı için müsteşardan çaldı. Bürokratlara gidin şimdi müsteşarları çok arıyorlar. Çünkü müsteşar bakanlığı teknik yönden yöneten adamdır. Siyasi yönden yöneten, üst kararları veren bakandır ama o kararları hayata geçiren, bakanlığı derleyip toplayan müsteşardır. Şimdi bakanlıklar dağınık, bitkin, kim nerde belli değil. Her şey karışık, tam bir kaos hali. Bakan Yardımcısı getirdiysen sistemi de ona göre getir. Bakan Yardımcılığıyla ilgili düzenleme ilk çıktığında 1 maddeydi. Tek madde ya! Bakan Yardımcısı kimdir, ne iş yapar belli değil. Bizim Bakan Yardımcıları ilk geldiğinde arabam Audi olsun, maaşım şu kadar olsun diye dertleniyordu. Çoğu müsteşarın odasını almaya kalktı. Bakan Yardımcısı olup da hakikaten nitelikli arkadaşlar da var, hepsine haksızlık yapmayalım. Ama sistem yok ki.
Ekonomide bizi ‘daha iyi günlerin” beklediği müjdesini alıyoruz. Katılıyor musunuz? İleriki aylar çok daha iyi mi olacak?
Bence böyle söyleyenler hayal ticareti yapıyorlar. Bir yılda işten çıkan insanların sayısı 2.6 milyon. Bu sayıyı düşünebiliyor musunuz? İş gücüne katılım oranı 10 yıl öncesine düşsün, böyle bir işsiz ordusu ortaya çıksın, geniş tanımlı işsizlik yüzde 25’lere çıksın, gerçek genç işsizlik yüzde 30’larda… Nüfusun 4’te 1’i işsiz. Enflasyon yüzde 12’lerde. Büyümemiz yüzde 2-3’lerde. Teknik bir bilgi vereyim, Türkiye’nin işsizlik oranını sabit tutabilmesi için büyümesi gereken rakam minimum yüzde 5,5. Biz kaç yıldan beri yüzde 5’i görebildik mi? Bu yıl muhtemelen milli gelirin yüzde 5’i civarında bütçe açığı vereceğiz. Borç hızla artmaya başladı… Peki nasıl düzeleceğiz? Bu göstergeler konut kredisi vererek mi düzelecek? Bankalar şu anda verdikleri her kredi başına 4 puan zarar ediyorlar. Yapılmış evleri bu yöntemle satarak mı büyüyeceğiz? Hangi büyük yatırım var? Son 10 yılda Türkiye’de hangi büyük sanayi kuruluşunun açılışı yapıldı? Tüketici kredilerini arttırarak büyüyeceksek iktisat teorisine yeni bir katkı sağlayacağız demektir. Bu yıl sadece turizmden gelir kaybımız en az 15 milyar dolar olacak. Ne oldu da iyi olacak? Popülizm yaparak, kitlelere hayal satarak bu iş olmaz. Bu işin gerçekleri var. Yabancı yatırımcı çıkıyor, doğrudan yatırım zaten düştü, doğrudan yatırımın yarısı da 250 bin dolara vatandaşlık sattığımız için konutlarda. Nasıl iyi olacak anlamadım? Dışarıyı bırakın içeride sermaye tutamıyorsunuz. Merkez Bankası faizlerini müdahaleyle düşürdüğünüzde işler düzeliyor mu? Neden enflasyon düşmüyor? Hani faiz enflasyonun sebebiydi?
“TÜİK inanılmaz bir şey icat etti, İstihdam düşünce işsizlik de düşer mi, diğer istatistik kurumları hayretle izliyordur…”
Bir süre başkanlığını yaptınız TÜİK yoğun eleştirilerin hedefinde. Açıklanan rakamların gerçeği yansıtmadığı iddia ediliyor. Böyle bir şey mümkün mü?
Eski kurumumla ilgili böyle konuşmak ağır oluyor. Gerçekten kolay değil. Oradaki arkadaşların verilere müdahale ettiğini düşünmüyorum. Fakat açıklanan veriler de hayatın gerçeğiyle bağdaşmıyor. Ne enflasyon verisi, ne büyüme verisi, ne istihdam verisi… Tutarsızlık var. En son istihdam verilerine göre işsizlik düşüyor. Bu çok komik bir şey. Son 3 ay hariç tarihin hiçbir döneminde hem istihdamım hem de işsizliğin düştüğü bir zaman olmamıştır. Buna insanlar güler. Biz TÜİK olarak inanılmaz bir şey icat ettik. Dünyadaki diğer istatistik kurumları ‘Bunu nasıl becerdiler’ diye hayret ediyorlardır muhtemelen. İstihdamın düştüğü yerde işsizlik düşer mi? Bu arkadaşlar ya bir metot değişikliğine gitti ya soruyu değiştirdi. Ya da Kovid salgınında insanlar evdeyken ‘iş arıyor musun’ diye sorduklarında ‘Aramıyorum kardeşim, evden mi çıkabiliyoruz’ cevabı aldılar da o insanları işgücü dışına attılar. İşgücüne katılım 5.7 puan düşmüş. İstatistikte böyle bir şey olamaz. Bu ancak savaşta, afetlerde filan olur. Bir istatistikçi, bir ekonomist olarak söylüyorum: Olağanüstü dönem dışında böyle bir oranla karşılaşmayız. İşini kaybeden insanlar otomatik olarak iş gücü piyasası dışında mı kabul ediliyor. Bunun tercümesi bu. Ülkemizde son birkaç yıldan bu yana kurumlara güven bitti.
Dünyada istatistik üretme ilkeleri vardır. Bu ilkeleri Birleşmiş Milletler koydu. Uluslararası istatistik ilkelerinin hepsi yavaş yavaş ihlal edildi. Bu gidişat hiç iyi değil. İstatistikler sorgulanmaya başlanırsa durum artık çok kötü demektir. Yunanistan’ın batma nedeni İstatistik Kurumu’nun Avrupa Birliği’ne yanlış veri göndermesidir. Borç stoğu ve bütçe açığı konusunda AB’ye yanlış veri gönderdi. AB’de yıllarca bu yüzden Yunanistan’la dalga geçildi. Doğru bilgi göndermedikleri için doğru politikalar uygulanmadı. Batma nedeni buydu. Doğru veri olmazsa doğru politika üretemezsiniz.
Siyasetçi kimliğimle söylemiyorum, 29 yıl kamuda çalışmış 14 yıl müsteşarlık ve başkanlık yapmış biri olarak konuşuyorum; kamu kurumlarının gidişatı iyi değil. Buna dur demeli. Sadece TÜİK değil, Merkez Bankası’ndan tutun BDDK’ya, kamu kurumlarının işlevi kalmadı. Güven de böylece yok oldu. Bizler canlı olarak bir devletin çöküşüne şahit oluyoruz. Devlet soyut bir şeydir. Onun somutlaşmış hali kamu kurumlarıdır. Onların çöküşünü izliyoruz. Kurumların önce gelenekleri sonra kurumsallıkları yok edildi. Liyakat sistemi kör-topal vardı. O tamamıyla bitirildi. Kamu kurumları çalışmazsa ülkede düzenin olması imkansızdır.
BİROL AYDEMİR
Birol Aydemir daha önce DPT Müsteşar Yardımcılığı, SGK Başkanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Müsteşarlığı ve TÜİK Başkanlığı yaptı. 29 yıllık bürokrasi hayatının 14 yılını müsteşar ve başkan olarak geçirdi.
Kaynak: Independent Türkçe