Ekonominin nereye gittiğiyle ilgilenmeyen kimse yok. Hemen her vatandaş ekonomik gidişatı kendine göre izlemeye çalışıyor. Sıradan vatandaş bile döviz kurundaki artışı günlük takip ederken, daha kurumsal bir çerçeveden bakanlar artan veya azalan faiz oranları, bütçe açığı, cari açık gibi verileri dikkatle izliyor. Son zamanlarda gazetelerin en çok ekonomik sayfaları okunuyor; internet sitelerinde ekonomi ile ilgili yazı ve analizler en çok tıklanıyor. Bu ilginin sebebi nedir, ekonominin nereye gittiğini niçin merak ediyoruz? Cevap basit: Gidişatı anlayıp kendi açımızdan gerekli tedbirleri alalım, kendi menfaatlerimizi gözetebileceğimiz bir yol haritası belirleyelim diye uğraşıyoruz. Ekonomik şartlar birey, aile, firma ve kamu olarak bütün toplumu derinden etkiliyor. Ekonomiyi yönlendiren karar alıcılar, doğru politikalar geliştirmek ve kararlarındaki etkinliği arttırmak amacıyla ekonomik konjonktürü izlemeye ve geleceğe ilişkin tahminlerde bulunmaya çalışıyor. Bu noktada ‘ekonomik veriler’in güvenilir ve sağlıklı olması çok belirleyicidir. Hiçbir bireyin kapasitesi karmaşık, detaylı ve girift ticari/sınai faaliyet ve tasarruflar setini izlemeye yetmez; ekonomik gidişat kamu tarafından tespit ve ilan edilen ekonomik veriler üzerinden takip edilebilir.
‘Ekonomik veri’ veya ‘ekonomik gösterge’ nedir? ‘Reel Kur’ nasıl hesaplanır?
Ekonomik veri ve ekonomik gösterge deyimleri günlük kullanımda sık sık karıştırılmaktadır. ‘Veri’ (data) kavramsal bir çerçevesi olmayan ham bilgi parçasıdır; sayarak, deneyle, gözlem veya araştırma yoluyla elde edilmektedir. ‘Veri’ kendiliğinden bir anlam ifade etmez, veriler toplandıktan sonra gruplanarak, sıralanarak, belli filtrelere tâbi tutulup işlenerek bilgiye dönüştürüldüğünde gösterge (indikatör) niteliği kazanır. Yani ekonomik göstergeler, işlenerek anlamlandırılan ve ait olduğu bütünü açıklamakta kullanılabilecek bilgilerdir. Veri/data tekil bir duruma işaret ederken gösterge/indikatör muhtelif tekil durumların toplamına dair fikir verir. Kompleks ekonomik verilerin işlenip yorumlanabilecek bilgiye dönüştürülmesi işi çoğunlukla kamu tarafından gerçekleştirilir. Mesela fiyat artış ölçümleri yapılarak tüketici fiyat endeksi (TÜFE) ve üretici fiyat endeksi (ÜFE) gibi hesaplamaların yapılması, gayri safi milli gelir (GSMH) hesaplanması, istihdam verilerinin ve işsizlik oranının tespiti, dış ticaret verilerinin kayıt altına alınması ve açıklanması gibi tasarruflar bireylerin kapasite ve erişimini çok aşar; bunlar ancak kamu kurumları tarafından yapılabilir.
Bu noktada ‘reel kur’ bahsine geçebiliriz: ‘Reel kur’ değeri, bir ülkenin uluslararası rekabet gücünü ölçmekte kullanılan göstergelerden biri. Nominal döviz kuru, değişik iki para birimi arasındaki oransal değerdir. Günlük hayatta nominal döviz kurlarını kullanırız, mesela 1 ABD dolarının 7.35 TL etmesi gibi. Paraların nominal değeri enflasyon yıpranmasına maruz kaldığından, iki para türü arasındaki kurun reel seyrinin izlenebilmesi için enflasyon düzeltmesi yapılır ve böylelikle ‘reel kur seviyesi’ tespit edilir; yani ‘reel kur’ seviyesi, nominal döviz kurunun belirli fiyat endeksleriyle düzeltilmiş veya ayarlanmış halini gösterir. Ayarlama yapılırken hem yurtiçi, hem de yurtdışı enflasyon düzeltmeleri yapılır. Ancak tek bir döviz türü ile karşılıklı enflasyon düzeltmesi kurun reel seviyesini gösterebilme açısından yeterli gelmez, ticaret yapılan bütün ülkelerdeki dövizlerin ve enflasyon oranlarının hesaba katılması icap eder. Böylelikle, ‘reel kur’ seviyesi tek döviz ve tek enflasyon yerine –ticaret yapılan bütün ülke gruplarını kapsayan– ağırlıklı kur ve fiyat endekslerinin kullanılmasıyla hesaplanabilir. Yani ‘reel döviz kuru’, Türkiye’nin dış ticaretinde önemli paya sahip ülkelerin para birimlerinden oluşan sepete göre (her para biriminin ayrı ağırlığı vardır) TL’nin reel ağırlıklı ortalama değeridir. Yani yukarıdaki örnekteki ABD dolarının yerini, farklı ağırlığa sahip çeşitli para birimlerinden oluşan bir sepet alır.
Reel kur seviyesi ülkenin rekabet gücü açısından önemli bir kavramdır; belli bir andaki reel kur seviyesi 100 kabul edilir, ‘reel kur’ bu rakamın üzerinde ise TL’nin kıymetlendiği düşünülür. Yerli paranın reel olarak değerlenmesi, yurtiçindeki üretim maliyetlerinin nisbi olarak artması anlamına gelir. Yerli para kıymetli ise ithal mallar ucuzlar, ihracatçı sektörlerin –normal şartlar altında– rekabet gücü zayıflar. ‘Reel kur’ seviyesi düştükçe yerli paranın kıymeti ve ülkedeki genel refah azalıyor demektir. Rakam 100’ün ne kadar altında ise, o ülkedeki varlıkların değeri o derece düşmüş demektir ve bu durumda ihracatçı sektörlerin rekabet gücünün artması beklenir. Aynı zamanda, yerli paranın yabancı dövizlere karşı kıymetinin düşmesinin (yani yabancı dövizlerin pahalanmasının) ithalatı da durduracağı varsayılır. Merkez Bankası reel efektif döviz kuru değerlerini düzenli olarak hesaplamakta ve internet sitesinde yayınlamaktadır. Buna göre 2003 senesi değeri 100 alındığında TL’nin ortalama reel değeri (TÜFE bazlı endekse göre) 2016’da 100.53 iken bu rakam 2017’de 90.18, 2018’de 77.22 ve 2019’da 75.25 olmuş; Merkez Bankası Temmuz 2020’de TL’nin ortalama reel değerini 68.52 olarak hesaplamıştır. Yani TL reel olarak son 3-4 yılda yüzde 30’u aşacak düzeyde ucuzlamış durumdadır. Geçmiş yıllardaki reel değer rakamlarıyla karşılaştırıldığında, bu rakamın rekor seviyede düşük bir nokta olduğunu söyleyebiliriz.
Bu noktada sorulması gereken kritik soru şudur: TL’nin reel değerinin bu kadar düşmesinin normalde ithalatı sert şekilde frenlemesi ve ihracatı da destekleyerek cari açığı çoktan bitirmesi gerekirdi; ancak ‘cari açık’ canavarının hâlâ aktif ve zinde olduğunu çıplak gözle dahi görebilmekteyiz. TL’nin reel değerinin bu denli düşmüş olmasına rağmen ihracatın son dönemde yeterince artmaması kısmen pandemi şartlarına atfedilebilir; ancak TL’deki ucuzlamaya rağmen ithalatın hâlâ dinamik bir seyir izlemesi şaşırtıcıdır. Bu durumun sebebi ne olabilir? Türkiye’deki siyasi ve ekonomik öngörülebilirliğin düşüklüğü bir izah alternatifi olarak gündeme getirilebilir; ancak ben TL’nin reel döviz kuru hesaplamasında hata olabileceğini, hâlihazırda Merkez Bankası’nın yaptığı reel döviz kuru hesaplamalarının gerçekte olduğundan daha düşük gözüküyor olabileceğini düşünüyorum. Tekrar edecek olursak, TL’nin reel değerinin hesaplanması, Türkiye’nin ticaret yaptığı ülkelerle gerçekleşen ağırlıklı dış ticaret rakamlarına ve o ülkelerdeki reel döviz kuru endekslerine dayalı olarak biraz karmaşık bir yöntemle yapılıyor; bir sürü parametre hesaba katılarak reel döviz kuru hesaplanıyor. Eğer spekülatif olarak varsaydığım gibi TL’nin reel değeri gerçekte olduğundan daha düşük gözüküyorsa, ithalatın hâlâ güçlü bir seyir izliyor olması anlaşılabilir bir durum olacaktır. Benim hesaplama hatasına yol açabileceğini düşündüğüm birkaç faktör var, izah etmeye çalışayım.
İthalattaki menşe sapmaları
Türk gümrüklerinde özellikle Çin başta olmak üzere bazı Asya ülkelerinden yapılan ithalatlara karşı caydırıcı bazı tedbirler uygulanıyor; ek vergi, anti-damping, gözetim, ‘kayıt belgesi’ uygulaması vs. Bu engeller o ülkelerden resmi ithalatı gerçekten de durduruyor, ama ithalat fiiliyatta durmuyor, başka ülkeler üzerinden yapılan aktarma ve evraklamalarla bu mallar Türkiye’ye yine geliyor. Gümrük terminolojisinde buna ‘menşe saptırması’ deniyor; menşe saptırması genellikle Serbest Ticaret Anlaşması yapılan ülkeler ve Avrupa Birliği ülkeleri üzerinden yapılıyor. Ayrıca, menşe saptırması yapanlar, tablonun inandırıcı olması açısından ekseriya faturalardaki birim fiyatları da değiştiriyorlar; yeni ithal edilecek mal için ‘üretilen’ yeni menşe gümrük vergilerinden muafiyet sağlıyor ve sadece KDV ödeniyorsa bir miktar yüksek KDV ödemeyi de göze alıyorlar. Böylelikle, Çin (veya benzeri bir ülke) menşeli ucuz bir mal, resmi kayıtlarda daha zengin bir ülkeden daha yüksek birim fiyatla ithal edilmiş gözüküyor. Türkiye’nin rekabet gücü analizinde de, Türkiye ucuz malları değil daha pahalı (yani daha yüksek katma değerli) ithalat yapmış gibi gözüküyor. Bu durum Türkiye’nin ticaret yaptığı ülkeler sepetini ve ticareti yapılan malların fiyatının ağırlıklı ortalamasını değiştirdiği için reel döviz kuru hesaplamasını da etkiliyor.
İthalat istatistiklerinde yanlış hesaplanan CIF değerler
Reel döviz kuru endeksinin hatalı hesaplanıyor olabileceği yolundaki spekülasyonumun ikinci gerekçesi, gümrüklerdeki tedbirler sebebiyle bazı ürünlerin birim fiyatının gerçekte olduğundan daha yüksek gözükmesi. Detayına çok girmeye gerek yok ama kısaca izah etmeye çalışayım: ithalatında ‘fiyat gözetimi’ veya ‘referans/emsal fiyat’ uygulaması olan birçok ürün var. Belli malların birim fiyatları muayyen rakamlardan aşağıda ise, ithalat işleminin yapılabilmesi için gümrük idaresi ithalatçı firmadan bir ton evrak isteyerek İthalat Genel Müdürlüğü nezdinde ‘gözetim belgesi’ düzenlenmesini istiyor, ithalat işlemleri ancak bu gözetim belgesi ile mümkün olabiliyor. Referans fiyat veya emsal fiyat uygulamasında ise gümrük ithalat beyannamesinin gümrük tarafından empoze edilen tutar üzerinden açılmasını re’sen şart koşuyor. Gözetim belgesi tanzimi ekseriya olağanüstü zor ve zaman alan bir işlem olduğu için, ithalatçılar gümrükleme işlemini yapabilmek için –ithalat faturasındaki değer ne kadar düşük olursa olsun– gözetim rakamı üzerinden vergi ödemeye razı olarak gözetim belgesi olmadan (vergiyi yüksek ödeyerek) ithalat yapmayı tercih ediyorlar. İthalat beyannamesinde gümrükçü bu dosyanın CIF değerini hesaplarken ‘yurtdışı fark’ şeklinde bir ilave yaparak malın CIF değerini ‘gözetim değeri’ne tamamlıyor. Gümrüklerdeki ‘referans fiyat’ ve ‘emsal fiyat’ uygulamaları da, aynı şekilde, gümrük beyannamesindeki CIF tutarın daha yüksek gözükmesi sonucuna yol açıyor.
Resmi ithalat istatistikleri CIF değerler üzerinden tutulduğu için, toplam ithalat tutarı da, ithal ürünlerin birim fiyatı da yükselmiş gözüküyor. ‘Reel efektif kur endeksi’ hesaplanırken ülkenin dış ticaret hacminin büyük çoğunluğunu yansıtacak bir grup oluşturulup ülkelerin her birinin dış ticaretteki ağırlıklarına göre hesaplama yapıldığından; menşe saptırması ve gümrükte uygulanan koruma tedbirleri ticaret yapılan ülke gruplarını ve ithal ürünlerin birim fiyatlarını çarpıtmakta ve dolayısıyla reel efektif kur hesaplaması da şaşmaktadır. Bu uygulamalar sebebiyle tamamen kayıtdışı kaçak ithalatlar da olmaktadır.
İstatistiki veriler ne kadar güvenli?
Vurgulamak istediğim bir diğer husus, enflasyon hesaplamasıyla ilgili problemlerdir. Merkez Bankası reel kur hesaplamasında enflasyon düzeltmesi yaparken TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan enflasyon oranlarını kullanmaktadır. Esasında enflasyon, ortalama fiyat artışı demektir; TÜİK fiyat artışlarını tespit etmek için yüzlerce üründen oluşan bir liste oluşturmakta, bu ürünlerin her birindeki fiyat artışlarını belli örneklemelerle tespit etmekte, en sonunda bu fiyat artışları belli çarpanlarla enflasyon hesabına katılmaktadır. TÜİK enflasyon sepetindeki ürünlerin hesaplama içindeki ağırlığını zaman zaman değiştirmekte; bazen de bazı ürünleri listeden tamamen çıkarıp yeni ürünler eklemektedir. Dolayısıyla, TÜİK tarafından açıklanan enflasyon rakamının güvenilir olması için hem enflasyon sepetinin doğru seçilmesi, hem de bu sepette yer alan ürünlerin fiyatlarının belirlenmesinin çok şeffaf şekilde yapılması gerekecektir. Açıklanan resmi enflasyon rakamı ile vatandaşın hissettiği enflasyonun farklı olması gerçeği, TÜİK’in hesaplamasına ilişkin kuşkular oluşturmaktadır. Sadece bir örnek olarak gündeme getirmek istiyorum: mesela enflasyon hesaplaması için fiyat ölçümü yapılan işletmelerde (önceden verilen belli talimatlarla) fiyatlar geçici olarak değiştiriliyor olabilir mi? Türkiye’de olup-bitenlere bakınca, böyle bir ihtimalin asla söz konusu olamayacağını rahatlıkla söyleyemiyoruz. İktidarın bankalardan marketlere, soğan toptancılarından gazete patronlarına kadar her tarafa hemen her konuda talimatlar yağdırarak ekonomiyi zaptürapt altına almaya çalıştığını biliyoruz. Böyle bir iktidarın enflasyon hesaplaması konusuna da müdahale etmeyeceğini düşünebilir miyiz? Enflasyon hesaplaması tekniğine ilişkin detaylar şeffaf ve teferruatlı biçimde açıklanmasa da, vatandaş kendi geçim şartlarına bakarak gerçek enflasyonun açıklanandan daha yüksek olduğunu rahatlıkla görebilmektedir. Kurumsal özerkliğin ciddi şekilde zedelenmiş olması ve bütün bürokratik kurumların ağır siyasi etki altına girmesi sebebiyle açıklanan enflasyon rakamlarının güvenilirliği de tartışma konusu olmaktadır. Bu tartışma yalnızca enflasyonla da sınırlı değil; TÜİK tarafından açıklanan diğer istatistiki verilerin de uluslararası standartlara uygun olarak şeffaf şekilde tespit edilmiş, her türlü kuşkudan uzak güvenilir veriler olduğunu söylemekte zorlanıyoruz. Gelişmiş ülkelerde, mesela Almanya’da enflasyon hesaplaması Federal İstatistik Bürosu (Destatis) tarafından yapılmakta; hesaplama tekniği, verilerin seçilmesi ve sepetin belirlenmesine ilişkin bütün detaylar bu kurum tarafından çok şeffaf şekilde kamuya açıklanmaktadır. Türkiye’de ise başkanlık sistemine geçtikten sonra TÜİK Hazine ve Maliye Bakanlığı’na bağlanmıştır.
İcraatı yapan aynı zamanda kendini denetleyemez veya ölçemez; eğer icraat, denetleme ve ölçümün hepsi tek bir yere bağlı ise denetleme ve ölçüm verilerinin güvenilir olduğu söylenemez. Ekonomik veriler yeterince güvenilir olmayınca, bu veriler üzerine inşa edilen ekonomik analiz ve yorumlar da haliyle havada kalacaktır.
Sonuç yerine
Türkiye’nin özellikle Çin’den yaptığı ithalatın bir kısmı resmi ithalat istatistiklerinde gözükmediğinden ve dış ticaret partnerleri sepeti ve dış ticarete konu olan malların ortalama fiyatları yanlış olarak şekillendiğinden Türkiye’nin özellikle Asya ülkeleriyle rekabette zorlandığı gerçeğinin üstü örtülmektedir. Bu tablo, TL’nin reel değerinin hesaplanmasında sapmalara yol açmaktadır. Dış ticaret istatistiklerinde ortaya çıkan hesap sapmalarının, cari ödemeler dengesinde ‘kaynağı belirlenemeyen döviz giriş ve çıkışları’nın yazıldığı ‘net hata noksan’ kalemini de etkilediği kanaatindeyim. Kaynağı belirsiz para olarak da adlandırılan net hata noksan, benim tahminimce, kısmen dış ticaret istatiklerindeki hatalı kayıtlardan ve menşe saptırmalarından kaynaklanmaktadır. Reel döviz kurunun hesaplanmasında enflasyon düzeltmesi de çok belirleyici olduğundan, TÜİK tarafından açıklanan enflasyon verilerinin güvenilirliği, Merkez Bankası tarafından yapılan reel kur hesaplamalarını da tartışmaya açık hale getirmektedir.
Sonuç olarak, ben TL’nin reel değerinin gerçekte –şu an gözüken rakamlardan– daha yüksek olabileceğini düşünüyorum. Tamamen spekülatif olarak, Türkiye ekonomisinin mevcut gelişmişlik seviyesi ve verimliliğiyle denge kurunun (veya İngilizcesiyle ‘fair value’ rakamının) mevcut kur seviyesi olmayabileceğini düşünüyorum. Bu hesaplamalar aynı zamanda kayıtdışı pekçok rakamı da içerdiği için, ne dense spekülatif olacaktır. Kurumsal kapasitenin zayıflaması ve özerk olması gereken kurumların yoğun siyasi etki altına girmesi ekonomik istatistiklerin ve göstergelerin güvenilirliğini sıkıntıya sokarak sağlıklı/düzgün analiz yapılmasını da engellemektedir. Türkiye’nin yaşadığı ekonomik kriz ekonomik olduğu kadar bir yönetim ve siyaset krizidir. Siyasi krizi aşmadan ekonominin toparlanmasına şahsen ihtimal veremiyorum. Ortaya çıkan tablo hamaset söylemleriyle veya otoriter baskılarla bir süreliğine gizlense de TL’nin değeri, CDS primi ve Türkiye’ye yapılan yabancı sermaye yatırımlarının azalması gibi barometre görevi gören göstergeler durumun ciddiyetine net bir ışık tutmaktadır. Bu şartlar altında Türkiye’de ekonomik ve siyasi kaos bir müddet daha devam edecek gibi gözükmektedir.