Ana SayfaYazarlarSeçim sonuçları ve Kürtler

Seçim sonuçları ve Kürtler

 

31 Mart yerel seçimlerinde CHP İstanbul’da bir “Pirus zaferi” elde etmişti. Eğer siyasi iktidar, o günün koşullarında demokrasi gereği seçim sonuçlarına saygı duymuş olsaydı, Meclis çoğunluğunun da Cumhur İttifakı’nda olduğu bir ortamda, CHP’nin eli o kadar güçlü olmaz, İBB’nin pek çok icraatı tartışmaya açılırdı. Ancak YSK’nin hukuku hiçe sayan kararı, 23 Haziran’da CHP’ye kesin bir zafer kazandırdı. Eğer YSK,  seçimlerin İstanbul’da ilçeler bazında da yenilenmesi kararı almış olsaydı, İstanbul’daki 39 ilçeden neredeyse 28’i CHP’ye geçmiş olacaktı. Neyse ki YSK, en azından böyle bir “hatâ” işlememişti.

 

AK Parti neden kaybetti

 

Şüphesiz çok çeşitli sebepleri var. Ancak ben daha çok Kürt meselesi bağlamında AK Parti’nin neden kaybettiğini açıklamaya çalışacağım. Daha önce de işaret etmeye çalıştığım gibi, Kürtler bu ülkenin nüfusunun aşağı yukarı üçte birini oluşturur. Bir önceki yazımda, göç ve nüfus akışı verilerini göz önünde bulundurarak İstanbul’daki Kürt nüfusun 5 milyonu aştığını ve kentteki her üç kişiden birinin Kürt olduğu dile getirmiştim. Kürtler hiçbir seçimde yekpare bir şekilde hareket etmeseler de,  hemen her seçimde partilerin Kürt meselesine bakış açısına göre bir tarafa doğru meylederler. Denebilir ki Türkiye Cumhuriyeti seçimleri tarihinde, daha önce Kürtler hiç bu İstanbul seçimlerindeki kadar yekpare bir şekilde davranmamıştı. Kürtlerin CHP adayı lehine oy kullanmasında AK Parti’nin mağrur, dışlayıcı ve kutuplaştırıcı dili etkili oldu.  Nüfusun üçte birini karşısına alan bu dil, zaman zaman öylesine kırıcı ve yaralayıcıydı ki,  CHP lehte veya aleyhte bir şey söylemeksizin sadece ortada nötr kalsa dahi, Kürtler CHP adayı İmamoğlu lehine oy kullanacaktı.

 

Kürtlerin AK Parti’den küsüp hızla uzaklaşmasına yol açan birkaç iç ve dış olayı sıralamak gerekirse, ilk akla gelenler şunlardır:

(1) Irak Kürdistan’ı bağımsızlık referandumu. Türkiye’nin aşırı bir tepki göstermesi, AK Parti içindeki muhafazakâr ve demokrat Kürtleri çok zor durumda bıraktı; muhafazakâr Kürtlerin giderek AK Parti’den soğumasında bir adım oldu.

 

(2) Afrin Operasyonu. Eğer Türkiye, müdahale gerekçesini sadece kendi bekası ve sınırları üzerindeki tehdit unsuru üzerine inşa etmiş olsaydı, durum daha farklı olabilirdi. Ancak Afrin’de Kürtçe eğitimin derhal kaldırılarak yerine Arapça ve Türkçe eğitime geçiş yapılması, yine Afrin’deki 360 Kürt köyünün tamamına Arap nüfusun yerleştirilmesi, Kürtlerin tasvip edeceği adımlar olmadı. Kürtler, Türkiye’nin denetim altında tuttuğu Suriye topraklarında Araplar lehine bir demografik değişime gidilmesini sempatiyle karşılamıyor.

 

(3) Siyasilerin cezaevine atılması. Başta Selahattin Demirtaş olmak üzere, yasal zeminde siyaset yapan HDP’li seçmen, yönetici ve milletvekillerinin tutuklanması ve yargılanıp mahkûm edilmesi, hattâ HDP’li tüm seçmenlerin “terörist” şeklinde yaftalanması, HDP’ye oy vermemiş olan Kürtler ve demokrat insanlar için ürkütücü oldu.

 

(4) Diğer hukuksuzluklar. Kürtler, giderek zedelenen hukuk sisteminin kendileri açısından daha da ayrılıkçı bir işleyiş kazandığından şikâyet ediyor. Cicero, yasaların evrenselliği ilkesine dikkat çekerken, “Roma’da ayrı, Atina’da ayrı bir yasa olamaz” diyordu. Kürtler de Ankara’da ayrı, Diyarbakır’da ayrı bir yasanın olmasını istemiyor. Hangi partiden olursa olsun, seçmenin yüzde 70’in desteğini alarak seçim kazanmış birini, KHK’lı diye başkan yaptırmamak kamu vicdanını zedeler. Başkan olarak seçilmiş kişi “yasal süzgeçten yanlışlıkla geçebilmiş bir terörist” de olsa, o zaman belediye meclisi kendi içinden başka birini başkan seçer.  Başkanlığı seçimden ikinci çıkmış olana devretmek, seçmen iradesini hiçe saymak anlamına gelir. Zira seçim, bir futbol veya koşu değil.  Bir atletizm yarışı veya futbol müsabakasında, birinci gelen kuralları ihlâl etmişse, madalyası ikinciye verilir. Ancak seçimlerde böyle bir şey olamaz.

 

(5) Kültürel demokratikleşmenin durması. AK Parti,  Kürt dili ve kültürü üzerindeki engellerin kaldırılmasında önemli adımlar attı, ancak MHP ile ittifaktan sonra bu alandaki gelişmeler tamamen durdu ve daha önce sembolik düzeyde olsa 2-3 Kürtçe öğretmeni atanıyorken, son öğretmen alımlarında bundan da vaz geçildi.

 

Kürtlerin CHP’ye desteği, şimdilik taktik

 

23 Haziran seçimlerinde, daha önce CHP’ye asla oy vermem diye yemin etmiş pek çok Kürt,  sandıkta Ekrem İmamoğlu’ndan yana oy kullandı. “Ellerimle CHP ambleminin üzerini örterek İmamoğlu’na oy verdim” diyen kaç Kürt ile konuştum! Onlara göre, AK Parti’nin bu tekçi, ötekileştirici, mağrur ve tepeden bakmacı zihniyetinin darbe alması yeterliydi.  Onlar açısından, yeter ki AK Parti İstanbul’da kazanmasın,  yeter ki AK Parti ceza alsın; gerisi önemli değildi.

 

Özellikle son dönemde, kimi Kürtlerde oluşan AK Parti karşıtlığı ve CHP’ye yöneliş bana orijinali Kürtçe olan şu hikâyeyi hatırlattı: Köyün birinde,  her kim ölürse gömüldüğünün ertesi günü kabri açılır ve cenazesi dışarı atılırmış. Bu hal, uzun yıllar böyle devam etmiş. Ancak sonunda, ölüleri mezarından çıkaran (ama kimsenin bilmediği) adam ölmüş. Ondan sonra, artık kimse mezarları açmaz ve ölülere karşı böyle bir saygısızlık yapmaz olmuş. Böylece kimin mezarları açtığı da az çok anlaşılmaya başlamış. Bir zamanlar mezarları açan adamın oğlu neredeyse her gün babasına okunan lânetleri dinler ve bundan ciddi anlamda rahatsız olurmuş.  Aradan bir müddet geçtikten sonra oğlu, “ben öyle bir şey yapacağım ki, babama lânet okuyanlar, bundan sonra kendisine rahmet dileyecek” demiş. Nitekim köyde her ölenin cenazesini bu kez oğlu kabrinden çıkartıp bir de kazığa oturtmaya başlamış. Bir müddet sonra köylüler kendi aralarında, “Allah o ilk nebbaştan razı olsun; evet, ölülerimizi mezardan çıkartırdı, ancak en azından kazığa oturtmazdı” diye konuşmaya başlamış.

 

Anlayacağınız, AK Parti’den uzaklaşan Kürtler, yağmurdan kaçarken doluya da tutulabilir.

 

Tabii şunu da bilmiyor değiliz: Kürtlerin İstanbul seçimlerimde CHP’ye desteği stratejik değil; oldukça dar bir dönemde ortaya çıkmış zorunlu bir manevraya benziyor. Teşbihte hatâ olmaz; bu destek bana şunu hatırlatıyor: Her tarafı sarp dağlarla çevrili bir geçide, iki sürünün bir arada girdiğini hayal edelim. Böyle bir durumda iki sürü de ister istemez karışır. Ancak geçit aşıldığında, iki sürünün ayrışacağı mı yoksa gene birlikte mi hareket edeceği bilinmez. İşte Kürtlerin İstanbul seçimleri bağlamında CHP adayına desteği böyle bir durumdur.

 

Eğer CHP, gerçek anlamda sosyal demokrat bir kimliği benimser ve Kürt meselesinin çözümünü siyasetinin odağına alırsa, önümüzdeki ilk seçimlerde Kürtlerin desteğiyle iktidar olabilir.  Şayet CHP’nin böyle bir niyeti varsa, AK Parti’nin 2013-2015 döneminde dile getirdiklerini hayata geçirmekle işe başlayabilir. Meselâ o dönem Cumhurbaşkanı Erdoğan, “asimilasyon bir insanlık suçudurdiyordu. CHP, Kürtlerin kendi dillerini eğitim ve öğretim yoluyla çocuklarına aktarmasının yolunu açarak, Kürtçenin bu ülkede hak ettiği statüye kavuşmasını sağlayabilir. Örneğin İstanbul Belediyesi,  Kürt dili,  müziği, kültürü, tiyatro ve folkloruna destek olmak amacıyla, biri Taksim’de olmak üzere her bir ilçeye birer Kürt Kültür Merkezi açabilir.

 

Sonuç olarak siyaset bir sonuç alma sanatıdır.  Asli unsur olarak kabul edilen, Türkiye’deki 25-30 milyon civarındaki Kürdün, bu ülkenin idari, askeri ve bürokratik yapısında, sadece Trabzon ilinden çıkmış olanlar kadar bile payı yoktur. Feminist hareketin öncülerinden Fransız kadın filozof Olymρe de Gouges (1748-1793), “Kadına darağacına çıkma hakkı tanınıyor; öyleyse kürsüye çıkma hakkı da olmalıdır” diyordu. Eğer Kürtler bu ülkenin kuruluşunda, Türk kardeşleriyle Çanakkale ve diğer tüm cephelerde birlikte savaşıp ölmüşlerse, onların da nüfusları oranında Türk kardeşleri gibi ülke yönetiminde payı olmalıdır.  Bence Kürtler bunun üzerinde düşünmeli.

- Advertisment -