Diğer sanıklar Ayşe Pınar Alabora, Can Dündar, Memet Ali Alabora, Gökçe Yılmaz Handan, Meltem Arıkan, Hanzade Hikmet Germiyanoğlu hakkında yakalama kararı bulunuyor.
Duruşma salonunda güvenlik görevlileri, salona yalnızca beş uluslararası 20 de ulusal basın kuruluşu muhabirinin alınacağını belirtti. Bunun mahkeme kararı olduğunu ifade ettiler.
Fransa'nın İstanbul Başkonsolosu, Milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu, Ahmet Şık, Garo Paylon, Meral Beştaş, Levent Tüzel duruşma salonundalar.
Salonda bulunan Osman Kavala savunmasında, "20 aydır tutuklu bulunmama sebep olan fantastik bir kurgudur. Gezi olaylarının organizatörü olduğum söylenmiştir. Hakkımdaki iddialar haysiyet kırıcıdır. Hayatımın hiçbir safhasında demokratik seçimler dışında hükümet değişimine yakın durmadım. ifadelerini kullandı.
"Toplumsal barışa ve uzlaşmaya hizmet etmeye çalıştım"
Bu davada suçlanan kişilerin kendisinin veya başkasının talimatıyla gösterilere katılmış olmasının söz konusu olamayacağını belirten Kavala şunları söyledi:
"Ergenekon ve Balyoz davalarında hukuksuzluğu eleştirdim. Toplumsal barışa ve uzlaşmaya hizmet etmeye çalıştım. Hiçbir zaman gizli bir örgütle ve cemaat yapısıyla ilişkim olmadı. Davranışlarım, gizli bir faaliyet yürüten birinin davranışları değildir. Gezi olaylarıyla ilgim gezi olaylarından 3 ay sonra açılan sergi olmuştur. Gözaltına alınmadan önce suçlu olduğumun kabul edildiğine inanıyorum. İddianamede gizli bir örgüt üyesi olduğuma ilişkin delil mevcut değildir. Mehmet Ali Alabora’yla ilişkim gezi olaylarından sonraki iki telefon konuşmasıdır. Yaptığım konuşmaların hiçbirinde eylem talimatı olarak algılanacak bir şey yoktur."
"Otpor veya Canvas’tan kimse ile bir tanışıklığım veya bağlantım yoktur. Birkaç kişiden oluşan bir örgütün 80 ilde eylem yapmış olduğu iddiası oldukça fantastiktir."
"Gezi’yi finanse ettiğim yönünde tek bir delil yokken, MASAK raporları bunları tespit etmişken tutukluluğumuz devam etti. Hangi delile dayanarak bu oldu?"
"Gezi iddianamesi, Ergenekon davalarını hatırlatıyor"
"Gezi iddianamesi, Ergenekon davalarını hatırlatıyor. Gezi iddianamesi, FETÖ savcıları tarafından hazırlanmış, daha sonra onların görevden alınmalarının ardından yeniden kıymetlendirilmiştir. Somut delillere gerek duymadan iddianame hazırlanması FETÖ döneminde emniyette ve yargıda sık uygulanan bir durumdu. Şimdi de aynı uygulamanın geçerli olduğu görülüyor. Bu iddianamenin ciddiye alınabilmesi için maddi kanıtlar olması gerekiyor. Finansmanını sağladığım iddia ediliyor ancak bunu kanıtlayacak bir delil yok. Böyle bir finansmanın iz bırakmadan yapılması mümkün değildir."
"2013'te Açık Toplum ve Anadolu Kültür’ün harcamalarına bakıldığında olağanüstü bir para akışı söz konusu değildir. Ne Açık Toplum’da ne de Anadolu Kültür’de hiçbir zaman fon yönetecek yetkim olmadı. Benim üzerimden Gezi olaylarına finansman aktarıldığına dair hiçbir kanıt mevcut değildir. Anadolu Kültür A.Ş.’den Gezi olaylarına ilişkin hiçbir fon aktarımı olmadığı MASAK raporlarında çıkmasına rağmen, “delil durumlarında değişiklik yok” denerek tahliye talebimin reddedilmesi vahim bir hukuk ihlalidir."
"İddianamedeki kurgu olgusal temele oturmamaktadır"
"İddianamedeki kurgu olgusal temele oturmamaktadır. İddianamede yer alan “Gezi eylemlerinin derinleştirilmesi” sözleri, gerçekle ilgisi olmadığı halde sanki benim ağzımdan çıkmış gibi kurgulanmış. İddianamede yer alan 26 Eylül 2013 tarihli ihbar mektubunda, Mine Özerden üzerinden birkaç kişiye hesap açtırarak gaz maskesi yardımında bulunduğum iddia edilmiş. Açık Toplum Vakfı’na ilişkin MASAK raporlarında böyle bir aktarım yoktur."
"Gezi eylemlerine katılan insanlar sınıfsal, cinsel ve etnik çeşitliliği olan, sosyal adalet talebinde bulunan insanlardır. Yapılan araştırmaların hiçbirinde Gezi olaylarının hükümeti devirmek için yapıldığı sonucu ortaya çıkmamıştır. Tüm eylemler yatay ve lidersiz olarak gerçekleşmiştir. Gezi ile ilgili ilk eylemin bir grup gencin çadır kurmasıyla başlayıp, iş makinalarının harekete geçmesi üzerine eylemlerin kitleselleştiği raporlarla sabittir. Hükümetin raporunda da “Gezi eylemlerin barışçıl olarak başladığı”, daha sonra da “birtakım örgütlerce suistimal edildiği” söylenmiştir."
"Hukukun, siyasi münazaraların üzerinde olması gerekir"
"Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın Gezi’ye yönelik polis müdahalesiyle ilgili raporunda, göz yaşartıcı fişeklerin yaygın olarak usulsüzce kullanıldığı ve hedef gözetilerek atılması sonucu pek çok kişinin yaralandığı söylenmiştir. Raporda bu durumun (polisin usulsüzce gaz kullanması) protestoların artmasında etkili olduğu söylenmiştir. Bu da eylemlerin planlı olmadığını göstermektedir. Nesnel gözlemlere, bilimsel araştırmalara uygun olmadan eylemlerin bir odak tarafından planlandığını düşünmek siyasi bir değerlendirmedir. Ancak hukukun, siyasi münazaraların üzerinde olması gerekir. Ergenekon davasında da kullanılan soyut değerlendirmelerin suçlamalara dayanak olması kabul edilebilir değildir."
"İddianamede dikkat çeken tuhaflık, hükümete karşı kalkışmayı benimle birlikte organize ettiği iddia edilen George Soros'un şüpheliler arasında yer almaması ve ifadesinin alınmamasıdır."
"Gezi Parkı’nın park olarak kalması kamusal yarara da uygundur. Gezi olayları sonrasında vuku bulan ölümlerden derin bir acı hissediyorum. Gezi olaylarında yer alan yüz binlerce kişiden farkım olmadığını belirtir, tahliyemi ve beraatimi isterim."
Aksakoğlu: İddianamedeki suçlamalar temelden yoksun
Kavala'nın tahliye ve beraat talebiyle savunmasını noktalamasının ardından, davada tutuklu yargılanan diğer sanık Yiğit Aksakoğlu savunmasına başladı.
Aksakoğlu, iddianamedeki suçlamaların temelden yoksun olduğunu ve kendisinin faaliyetlerine ters düştüğünü belirterek şunları söyledi:
"Sivil toplum ve sosyal kalkınma alanında araştırma yapan ve yayınlar hazırlayan bir uzmanım. Hayatımın hiçbir döneminde demokrasiye karşı bir yönetimden taraf olmadım. iddianamedeki suçlamalar temelden yoksundur ve faaliyetlerime ters düşmektedir."
"Benim MEB’le 2013’te yürüttüğüm bir proje iddianamede konu olmuş. Projelerimle ilgili konuşmalarım gezi olaylarıyla ilgili gibi gösterilmiş ve 220 gündür tutukluyum. AKP’li belediyelere aktarılan paraların görülmemesi, gazeteciler tarafından ya kötü niyet ya ihmaldir. 7 aydır 10 metrekarelik hücrede tek başıma tutuluyorum"
"Sivil toplum yöntem olarak şiddeti dışlar"
"2013 yılında çözüm sürecinde kurduğum Diyalog Grubu'nun ardından, şimdi benimle aynı cezaevinde olan savcılar ve polislerce dinlendim. 2013'te yapılan dinlemelerin kıymetlendirilerek 6 yıl sonra yeniden kullanılmasını anlayamıyorum."
"Ben hiçbir zaman şiddetle değişimden yana olmadım, ama değişimden yana oldum. Sivil toplum, doğası gereği siyasidir ama talepleri noktasında siyasetten ayrılır. Sivil toplumun amacı hükümeti değil, kendisine olan ihtiyacı ortadan kaldırmaktır. Sivil toplum yöntem olarak şiddeti dışlar. Cebir ve şiddetle hükümeti yıkmak sivil toplumun alanı değidir. Bir sivil toplumcu ve uzman olarak şiddeti ve şiddetle değişmeyi savunmadım."
"657 sayfalık iddianamede suç yok, suçlu var"
"Cebir ve şiddetten anlamam. Bu 657 sayfalık iddianamede suç yok, suçlu var; pervasız bir ağırlaştırılmış müebbet talebi var."
"Hakkımda somut olarak sunulan tek delil, 2013 yılında yapılan telefon dinlemeleri. 26 Haziran 2013 ve Aralık 2013 arasında gerçekleşen dinlemelerden 31'i girmiş iddianameye. Şubat 2013'te yaptığım 43 görüşmenin içeriği yok, sayı olarak belirtilmiş.
"İddianameye içeriği konulan görüşmeler park boşaltıldıktan sonraki görüşmeler. Gezi’nin 2011'de planlandığı söyleniyor, ama delillerde bu yok."
"Bu ülkede her yıl 400 kadın öldürülüyor. Sokakta 3 kadına şiddet uygulayan bir adam, parti genel başkanına saldıran bir başka adam bir gün cezaevinde kalmadı. Ama benim şiddetsiz eylem konusunda yayınlamaya girişmem suç kabul ediliyor. Yedi aydır hapishanedeyim. İddianamede, şiddetsiz eylemlerde piyano çalınması ve duran adam ile yeryüzü iftarlarına ilişkin bir ses kaydım var. O konuşma bu eylemlerden bir ay sonra yapılmış. Ne durmak, ne piyano çalmak, ne de iftar yapmak suç. Tarihler belirtilmeden tapelerin iddianameye konulması suçlu gösterme çabası."
"220 gün cezaevinde yatacağımı bilseydim, bir gece Gezi’de yatardım"
"İddianamede Gezi olayları öncesinde ya da sonrasında ismim geçmiyor. Taksim Dayanışması ile Anadolu Kültür ile Açık Toplum ile ilişkim yok. Olması suç değil, ama yok. Otpor-Canvas ile de yok. Bunları bırakın, Gezi’ye gittiğime dair bile bir delil yok."
"Gezi’de bir gece yatmışlığım bile yok. 220 gün cezaevinde yatacağımı bilseydim, bir gece Gezi’de yatardım. Gezi ile ilgili bir tane tweetim yok. Koca eylemi organize etmişim ama bir tane WhatsApp grubum yok. O zaman ben neden aylardır tutuklu yargılanıyorum?"
"Bu davada yargılananlarla bile ilişkisi olmayan Yiğit Aksakoğlu, Gezi eylemlerini yaygınlaştırmış ve derinleştirmiştir diyor bu iddianame. Ben neden bu iddianamede varım? Ne Gezi’den kalkışma, ne de bu davadan suç çıkar. FETÖ’cü savcı ve polislerin sözde delilleri kıymetlendirilerek hazırlanan bu iddianame hiçbir somut delile dayanmıyor."
"Çocuklarımı okula bırakabilmek için, tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum"
"Ben sadece yasal değil, meşru bir şekilde STK yönettim. Bu iddianame, Türkiye’de zaten can çekişmekte olan sivil toplumu kriminalize etme çalışmasıdır. Bu dava sadece benimle, Gezi ile değil, hukukla yurttaş arasında örülen duvarla ilgili. Vereceğiniz karar bu duvarı yıkmayacak; duvara bir taş daha ekleyecek ya da eksiltecek."
"Ben temel haklarıma erişmek istiyorum. Kaçmak ya da delil karartmak için değil. Çocuklarımı okula bırakabilmek için, tahliyemi ve beraatimi talep ediyorum."
Yiğit Aksakoğlu'nun savunmasının ardından duruşmaya ara verildi.
Mücella Yapıcı'nın savunması
Duruşma aranın ardından Mücella Yapıcı'nın savunmasıyla devam ediyor.
Birebir aynı fezlekelerden hazırlanan yeni bir iddianameyle aynı şuçtan ikinci kez yargılandığını belirten Yapıcı, "Hakkımdaki suçlamalardan en komiği 40 yıllık mimar olarak Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’na muhalefetten cezalandırılmamın istenmesi" dedi.
İddianamede Can Atalay ve Osman Kavala ile Gezi'nin finansörü olarak geçtiğini kaydeden Yapıcı sözlerine şöyle devam etti:
"Ben 68 yaşında hala çalışmak zorunda olan bir kadınım. Keşke biraz param olsaydı da iki sandalye biraz poğaça da ben gönderseydim Gezi’ye."
"Sosyal medya paylaşımları ve telefon tapeleri daha önce yargılandığım ve beraat ettiğim davanın iddianamesi ile hemen hemen aynıdır. İddianamede Gezi Parkı ile ilgili faaliyetlerim, mesleğim doğrultusunda yaptığım çalışmalardır. İddianameye göre Gezi’de şiddet var algısını oluşturmuşuz. Gezi eylemlerinde yaşamını yitirenler kalp krizinden mi öldü? 46 insan gözünü kaybetti, bu algıyla mı oldu? İnsanlar yaralandı, algı yüzünden mi?"
"Hükümeti istifaya ve erken seçime zorlamışız. Partiler erken seçim istiyor, seçim yapılıyor, o da mı darbe? Hakkımdaki suçlamalar hiçbir somut delile dayanmıyor. Bu iddianamenin ileri sürdüğü iddiaları külliyen reddediyorum."
"Beş yıl önce savcılık benim de aralarında olduğum 26 kişiye aynı iddialarla dava açmıştı. Savcılık 5 yıl önce bu iddianameye de konu olan fezlekeyle “suç işlemek için örgüt kurmaktan” yargılanmamı istemişti."
"Yeni versiyon iddianamenin düzenlendiğinin söylendiği tarihlerde 1 Haziran 2015'te beraat ettik. Aynı iddianame, aynı tapelerle 6 yıl sonra yine yargılanıyorum. Bu kez ağırlaştırılmış müebbet, 2970 yıl hapis, 160 milyar TL para cezası ile cezalandırılmam isteniyor. Şimdi ben soruyorum, ben nasıl bir savunma yapmalıyım? Benim için sorunun cevabı basit; insanların sahip oldukları hakları kullanması nedeniyle cezalandırılmaları istenemez. Dayanışma bir görevdir, suç değildir."
"İddianamedeki delillerin hiçbiri kanuni değildir. Farklı suçlamalarla aynı suçtan iki kez düzenlenen aynı iddianame ne hukuka ne kanunlara ne de adalete uygundur. Ayrıca 'hükümet istifa' demek de suç değildir. Hukuksuzluklara dur demek meslek odalarının işidir. Taksim Dayanışma Platformu, demokratik ve meşru bir kuruluştur."
"Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin ortadan kaldırılması iddiasını tamamen, baştan aşağı, kendim için ve tüm arkadaşlarım için reddediyorum."
Osman Kavala'nın savunmasının tam metni:
Yirmi aydır tutuklu bulunmama neden olan suçlama olgusal temele oturmayan, mantığa aykırı bir dizi iddiaya ve delillerle desteklenmemiş varsayımlara dayanmaktadır. Somut olgular tahrif edilerek, fantastik bir kurgu üretilmiştir.
İddianamede, Gezi Olayları’nın Hükümet’i devirmeye yönelik bir kalkışma olarak George Soros tarafından planlandığı, Gezi eylemlerinin bu plan uyarınca yine Soros tarafından finanse edildiği; benim de bu planlama sürecine katıldığım, Soros kaynaklı finansmanı Gezi Olayları’na aktardığım, Gezi Olayları’nın yöneticisi ve organizatörü olduğum tespitlerinde bulunulmuş.
Şöyle deniyor: “Mehmet Osman Kavala’nın ülkemizde önderliğini ve koordinesini yaptığı yapının… illegal yapılara ve silahlı terör örgütlerine eylemde bulunmaları maksadıyla ortam hazırladığı, bu ortam ve dış ülkelerin baskısıyla T.C. Hükümeti’ni istifaya zorlamak gayesi güdüldüğü; bunun gerçekleşmemesi halinde ise silah kullanımı ve iç savaş senaryolarına uygun ortamı hazırlamak gibi gizli silahları da hazırda beklettiği anlaşılmıştır”. Bu son derece haysiyet kırıcı bir suçlamadır.
Komşularımız Irak ve Suriye’de görüldüğü gibi, farklı toplumsal kesimlerin birbirlerini düşman olarak gördükleri ve korkunç insanlık suçlarının işlendiği iç savaşlar bir ülkenin başına gelebilecek en büyük felakettir. Ben 70’li yılların sonunda ülkemizde de iç savaşı andıran olaylara şahit oldum ve bunları hiçbir zaman aklımdan çıkarmadım. Aynı şekilde, 12 Eylül 1980 darbesini, askeri yönetim dönemindeki baskıyı, zulmü ve işkence uygulamalarını da unutmam mümkün değildir.
Hayatımın hiçbir safhasında özgür seçimler dışında bir yöntemle Hükümet değişikliği düşüncesine yakın olmadım. 1980’lerin başından itibaren aktif olduğum iş hayatında, önemli olduklarına inandığım projeleri ve yatırımları gerçekleştirirken, ülkemizin demokrasi kültürüne ve kültürel birikimine katkıda bulunmaya gayret ettim. Çeşitli yayın organlarının, Ana Britannica gibi bilimsel eserlerin yayınlanmasına destek verdim.
Çeşitli sivil toplum örgütlerinin kuruluşlarında ve yönetim kurullarında yer aldım. İddianamede adı geçen Açık Toplum Vakfı’nın Yönetim Kurulu üyesi olmadan ve Anadolu Kültür kurulmadan önce Türk-Yunan Dostluk Derneği’nin, Güneydoğu Avrupa’da toplumlar arasında barışa ve iş birliğine katkıda bulunmak için Selanik’te kurulan Demokrasi ve Uzlaşma Merkezi’nin (Center for Democracy and Reconciliation in the Southeast Europe) ve benzer amaçlarla ülkemizde kurulan Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin kurucuları arasına katıldım. Bu kuruluşlar bünyesinde, toplumsal kesimler arasında barışa, diyalog ve uzlaşmaya hizmet edecek projelere destek olmaya gayret ettim. Kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’nin hukuk ve demokrasi normlarının ülkemizde eksiksiz uygulanmasını, içselleştirilmesini, Avrupa Birliği ile bütünleşmeyi savundum. Sivil toplum alanından ve akademi çevrelerinden aynı duyarlılığı paylaştığım kişilerle birlikte, bu süreci zora sokan olumsuz gelişmeler, özellikle yargıdaki sorunlu uygulamalar ile ilgili basın bildirileriyle uyarıcılık görevini yerine getirmeye çalıştım.
Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hukuksuzlukları eleştiren yazılar kaleme aldım. Sivil toplum alanında faaliyetlerde bulunan bir iş insanı olarak sosyal ve siyasi konularda görüşlerimi şeffaf biçimde kamuoyu ile paylaştım.
40 yıla yakın bir süre boyunca yürüttüğüm faaliyetlerle ilgili kamuoyuna yaptığım tüm açıklamalarda, gerçekleri çarpıtmadan, olduğu gibi aktarma ilkesine riayet ettim. Hiçbir zaman gizli bir planım, faaliyetim, bir örgütle, cemaat yapısıyla gizli bir ilişkim olmadı.
İddianamede de görüldüğü gibi benim hiçbir konuşmamda ve faaliyetimde gizlilik unsuru bulunmamaktadır; üstü kapalı, gizli bir plana veya teşebbüse yönelik olarak şifreli konuştuğumu ima eden, anlaşılması zor hiçbir ifadem yoktur. Tüm konuşmalarım aynı cep telefonundan, tüm yazışmalarım aynı mail adreslerinden yapılmıştır; bilgisayarımda önemli bilgiler içeren silinmiş hiçbir dosya yoktur. Takdir edersiniz ki bu durum, gizli bir kalkışma planını gerçekleştirmek için çalışan, gizli bir şebekeyi yöneten birisinin davranış biçimine uygun değildir. İddia makamının hangi faaliyetimden, eylemimden, düşüncemden ötürü darbeye ortam hazırlamaya, hatta iç savaş çıkarmaya yönelik böylesine sinsice bir planı yürüttüğüm hükmüne varmış olduğunu anlamak mümkün değildir.
20 ay önce Emniyet’te yapılan sorgumda, iddianamede yer alan finansman aktarımı ve örgüt ilişkileriyle ilgili iddialar bana sorulmadı, dolayısıyla bunlarla ilgili açıklama yapma imkanı verilmedi. Sorgumda, Gezi Olayları ile ilgili konu edilen tek bulgu, Gezi Olayları’ndan 3 ay sonra Brüksel’de açılan fotoğraf sergisi olmuştu. Savcı, iddianamede yer alan kurguyu hazırlamadan önce beni sorgulamaya gerek duymadı. Suçlu olduğuma dair kanaatin gözaltına alınmamdan önce kesinleştiğine ve somut olgulardan kopuk bir sabit fikir haline dönüştüğüne inanıyorum.
Gezi eylemleri’nin hazırlık aşamasında üstlendiğim iddia edilen rol
Emniyetteki sorgumdan telefon görüşmelerimin dinlenmesine 30 Temmuz 2012 tarihinden itibaren başlandığı anlaşılıyor. Ancak Gezi Olayları’yla ilgili kanıt olarak sunulan konuşmaların tamamı Gezi protestoları başladıktan, çeşitli şehirlere yayıldıktan, kitlesel katılımlı gösteriler gerçekleştikten sonraki tarihlere ait. İddianamede bir kalkışma planı hazırladığıma, böyle bir plandan bilgi sahibi olduğuma dair hiçbir kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir. Gezi Olayları’nın hazırlık aşamasında etkin olduğu iddia edilen OTPOR / CANVAS örgütlerinden hiç kimseyle tanışmıyorum, yine hazırlık aşamasında yer aldığı iddia edilen Memet Ali Alabora ile tek temasım, Gezi Olayları başladıktan sonra yapılan iki telefon konuşmasından ibarettir.
İddianamedeki Haziran – Temmuz 2012 tarihleri arasındaki dış seyahatlerimin Gezi Olayları’nın hazırlığı amacıyla yapıldığı iddiası da temelsizdir. Bu seyahatlere, hangi toplantılar ve ne amaçlarla gitmiş olduğum gizli değildir.
Hangi örgüt?
İddianamede, benim bu gizli planı icra etmek için Soros’un finansmanını Yönetim Kurulu Üyesi olduğum Açık Toplum Vakfı ve Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür vasıtasıyla Gezi Olayları’na aktardığım iddia ediliyor.
Ancak, iddia edilen kalkışma planını ve eylemini hangi örgüt aracılığı ile yürüttüğüm belirsiz. Ne bu kuruluşlar ne de iddianamede adı geçen diğerleri, Hükümeti devirme eyleminin yürütücüsü olarak nitelendirilmiş değiller, böyle suçlanmıyorlar. Hükümeti devirme ve iç savaşa yönelik kaos ve kargaşa çıkarma planının, çeşitli örgütlere yerleştirilmiş, benim, dolayısıyla Soros’un talimatları uyarınca bu örgütleri yönlendiren kişilerden oluşan gizli bir yapı tarafından yürütülmüş olduğu iddia ediliyor. Bu davada yargılananlar da bu gizli yapının üyeleri olmakla suçlanıyorlar. Farklı kuruluşlarda, farklı faaliyetlere katılmış olan bu insanların, aynı amaç için ortak bir irade gösterdiklerine, birbirleriyle sistematik bir ilişki içerisinde olduklarına, benden talimat aldıklarına, bu talimatlar doğrultusunda eylemde bulunduklarına dair hiçbir kanıt, bulgu, işaret mevcut değildir.
Yapmış olduğum konuşmaların hiçbirinde eylem talimatı olarak anlaşılacak bir ifade yoktur. Birkaç kişiden oluşan bir gizli örgütün, 80 ilde, milyonlarca kişinin katıldığı protesto eylemlerini yönlendirmiş olması, oldukça fantastik bir iddiadır. Bu iddianın içerdiği orantısızlık, iddianamedeki kurgunun mantıki temelden de yoksun olduğunu göstermektedir.
Bu davada yargılananların bir kısmını Anadolu Kültür’de birlikte gerçekleştirdiğimiz projelerden dolayı tanıyorum. Bazılarıyla farklı sivil toplum faaliyetleri sırasında tanışmıştım. Şahsen tanışmadığım, ancak ortak arkadaşlarımız olması nedeniyle haklarında bilgi sahibi olduklarım da var. Bu insanların benim ya da başkasının talimatıyla gösterilere katılmaları, gösteri düzenlemeleri söz konusu olamaz. Bu iddia temelsiz, mantıksız, aynı zamanda son derece yakışıksız bir suçlamadır.
İddianamedeki kurgu
Gezi Olayları’nın Hükümet’i devirmek amacıyla kaos, kargaşa, iç savaş çıkarmaya yönelik bir tertip olduğu, bu tertibin farklı kuruluşlarda faaliyet gösteren kişilerden oluşan bir yapı tarafından yürütüldüğü iddiaları Ergenekon davasındaki kurguyu akla getirmektedir. Bu durum şaşırtıcı değildir, zira iddianamenin tamamına yakın bölümü FETÖ/PDY üyeliğinden suçlanan Savcı’nın ve Emniyet Müdürü’nün hazırlamış oldukları soruşturma dosyasından alınmıştır. Bu savcı hakkında ‘’kurgu yoluyla kişiler arasında irtibat kurma, iddia edilen suçlara ait herhangi bir unsur veya hukuki veri içermeyen bilgi ve bulgularla hareket etme’’ iddiaları mevcuttur.
İddianamenin sonunda, kullanılan bilgilerin alındığı soruşturma dosyasının “FETÖ/PDY militanı oldukları tespit edilmiş olan şahıslar tarafından başlatılmış ve yönlendirilmiş olduğu” ifade edilmiş, ancak tüm delillerin ve tapelerin “yeniden kıymetlendirildikleri” belirtilmiş.
Ancak, iddianamenin eklerini incelediğimizde ortaya çıkan, sadece delil olarak kullanılan malzemenin, tapelerin değil iddianamenin temel kurgusunun da bu şahıslar tarafından hazırlanmış dosyadan alınmış olduğudur.
Bu gerçeği FETÖ/PDY mensubu olarak suçlanıp tutuklanmış olan Eski KOM Daire Başkanı’nın 15 Haziran 2013 tarihinde İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yollamış olduğu ‘Analiz Raporu’ndan anlıyoruz. Gezi Olayları’nın planlı bir senaryonun ürünü olduğu, Occupy Turkey hareketinin, OTPOR / CANVAS örgütlerinin, Memet Ali Alabora ve arkadaşlarının olayların hazırlık aşamasında yer aldıklarına dair iddialar kelimesi kelimesine bu rapordan alınmadır.
Aynı Analiz Raporu’nda internette bulunduğu söylenen, kimin yazdığı belirsiz, benimle ilgili bir yazı kaynak gösterilerek hiçbir somut delil olmaksızın, “organizatör şahıs ve finansör” olduğum, Alabora ve arkadaşlarının direktiflerim doğrultusunda olayların örgütlenmesini gerçekleştirdikleri, George Soros ve Ivan Marovic’le bir sacayağı oluşturup aynı yönde faaliyet gösterdiğim iddia edilmektedir. Malum olduğu gibi, gazete yazılarını kullanarak emniyet raporları hazırlamak ve bu raporlar temelinde somut delillere gerek duymadan iddianameler hazırlamak Fethullah Gülen yapılanmasının emniyette ve yargıda etkin olduğu dönemde sık rastlanan bir uygulamaydı.
İddia makamı da bu kurguyu ve yöntemi benimsemiş, somut delil aramaya, beni sorgulamaya gerek duymadan, benim Gezi Olayları’na Soros’un kaynaklarını aktardığım iddiasında bulunmuştur. Anlaşılan, benim Açık Toplum Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olmam George Soros’la birlikte Gezi Olayları’nı planladığım ve finanse ettiğim iddiası için yeterli görülmüş olmalı.
İddianamede Gezi Olayları’na aktarmış olduğum iddia edilen Soros finansmanı, suçu işlemenin temel aracı, yani, hakkımdaki suçlamanın maddi temeli haline getirilmiştir. Ancak bu durum, suçlama ile ilgili kanıt yokluğunu gidermemektedir. Aksine, daha çarpıcı hale getirmektedir. Açıktır ki, bu iddianın ciddiye alınabilmesi için maddi kanıtların mevcut olması gerekir. Böylesi bir finansman aktarımının iz bırakmadan gerçekleştirilmiş olması mümkün değildir.
Gezi olaylarına finansman aktarımı iddiası
İddianamede yer alan tüm mali bilgilerden ve MASAK Raporu’ndan da anlaşılacağı gibi benim aracılığım ile Gezi Olayları’na aktarılmış olan herhangi bir maddi kaynak mevcut değildir. Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür’ün, Açık Toplum Vakfı’ndan almış olduğu tüm fonlar mahkemenize sunacağımız 2013 yılı faaliyet raporunda da görüleceği gibi, kültür sanat çalışmaları, sergi hazırlıkları ve benzer projelerin kısmi finansmanı için kullanılmıştır. Bu fonların hangi projeler ve proje kalemleri için, nasıl kullanılmış oldukları Anadolu Kültür A.Ş’nin kayıtlarında açıkça görülmektedir.
Anadolu Kültür’ün tüm hesapları da denetimden geçmiştir. Hesaplarla ilgili mali müşavir raporu daha önce mahkemenize sunulmuştur. 2013 yılında Açık Toplum Vakfı ile Anadolu Kültür A.Ş arasındaki hesap hareketlerinde daha önceki yıllara göre herhangi bir olağanüstü durum söz konusu değildir.
Farklı kaynaklardan alınmış olup, 2013 yılında Anadolu Kültür’den proje destekleri olarak çıkan toplam 2.009.230 TL’nin hangi projeler için kimlere aktarıldığı da bellidir. Bunların hiçbiri Gezi ile ilgili değildir.
Ben Açık Toplum Vakfı’nın yönetim kurulunda, diğer üyelerden hiçbir farkı olmayan bir statüde görev yaptım, hiçbir zaman fon yönetecek, para transferleri yapacak özel bir yetkim olmadı.
Savcılığın benimle ilgili suçlamasının maddi temelini oluşturan George Soros’un benim üzerimden Gezi Olayları’nı finanse etmiş olduğu iddiası, benimle ya da Yönetim Kurulu Başkanı olduğum Anadolu Kültür ile ilgili herhangi bir mali bulguya dayanmamaktadır. Benim üzerimden Gezi Olayları’na finansman aktarıldığına dair hiçbir kanıt mevcut değildir.
MASAK Raporu’nu açıklayan 6 Mart 2018 tarihli Savcılığa gönderilen Emniyet yazısında “para transferlerinde adı geçen şahıslar arasında, soruşturma kapsamındaki şüphelilerin adına ve soruşturma konusu olaylarda şüpheli olarak hakkında adli işlem yapılan şahısların adına rastlanılmamış olduğu” tespiti net bir şekilde yer almaktadır.
Anadolu Kültür A.Ş’den Gezi Olayları’yla ilgili kişilere yönelik bir fon aktarımının olmadığına dair MASAK Raporu 18.01.2018 tarihinde soruşturma dosyasına konulduktan ve suçlamanın maddi temelden yoksun olduğu ortaya çıktıktan sonra dahi, iddianamedeki kurguda ısrar edilmesi ve “delil durumunda bir değişiklik olmadığı” gerekçesiyle tahliye taleplerimin reddedilmesi vahim bir hukuk ihlalidir. Hakkımdaki suçlamanın temelinde Gezi Olayları’na finansman aktardığım iddiası olduğuna göre, bu konudaki mali kayıtlar ve MASAK raporundan daha önemli delil ne olabilir? Tutukl