DEVA Partisi lideri Ali Babacan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kısa bir süre öncesine kadar çok sert şekilde eleştirdiği Avrupa’ya ılımlı mesajlar gönderirken sarf ettiği “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyoruz. Geleceğimizi Avrupa ile kurmayı tasavvur ediyoruz” sözlerini eleştirirken şöyle dedi:
“O kadar hızlı bir U dönüşü ki bu, yetişebilene aşk olsun. Biraz yavaş. Peşinizde bol bol yandaş gazeteci, bolca troll, pelikan melikan çeşitli kuş sürüleri var. Hızlı manevra yaptığınızda virajı alamayıp sağa sola savruluyorlar.”
Babacan bunları partisinin 1. Olağan Yozgat İl Kongresinde söyledi. Ertesi gün, Yalova Kongresinde de dönüşün derinliğini tarif etti:
“Avrupa Birliği’ne, Batı’ya her gün çatan, herkesle kavga eden kendileri değilmiş gibi ‘kendimizi başka yerde değil Avrupa Birliği’nde görüyoruz’ dediler. Daha birkaç sene önce ‘Bizi Şanghay Beşlisi’ne alın, Avrupa’yı unutalım’ diyen kendileri. Avrupa Birliği’ne ‘Biz yolumuza, sen yoluna’ diyen kendileri.”
Ah Ali Bey, siz bilmezsiniz, belli ki artık ikrah edip bir noktada kesmişsiniz izlemeyi; bu konu asıl eskiden, Erdoğan’ın ani dönüşlerinin yeni yeni başladığı zamanlarda çok zevkliydi. “Troller, kuşlar, yandaşlar” artık öğrendiler kiminle dans ettiklerini, öyle hemen dolduruşa gelip öne atmıyorlar kendilerini; yakında yeni bir dönüş olur, temkinli olalım diyorlar. Öğrendiler. İnanın, yok bu işlerin eski tadı.
Ah, ah, hele hükümetle cumhurbaşkanının ayrı olduğu o yıllar; Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığı dönemi; en güzel, en hızlı, en dramatik dönüşler o zaman olurdu.
O zamanki zorluk, Başbakanın Reise sormadan herhangi bir adım atamayacağı varsayımından kaynaklanıyordu. “Yandaş gazeteci, bolca troll, pelikan melikan çeşitli kuş sürüleri”nin “mutlaka reisin bilgisi dahilindedir” deyip desteklediği bazı hükümet tasarruflarına Erdoğan’ın karşı olduğu anlaşılınca bir savruluşları vardı ki, seyrine ve anlatmasına doyum olmazdı. Haklarını yemeyeyim, az ekmek yemedim, az yazı yazmadım onların bu oraya buraya savruluşlarına dair.
Bunların bir kısmı iyi bilinir de bir kısmı pek bilinmez. Üçü az, ikisi çok iyi bilinen beş örnek üzerinden o tadına doyum olmaz viraj alışları hatırlayalım mı Ali Bey?
Kronolojik gidelim…
17-25 Aralık’ta suçlanan bakanları Yüce Divan’a gönderme meselesi
17-25 Aralık (2013) soruşturmalarının izi, 17-25 Aralık’ın “yolsuzluk üzerinden iktidarı seçim dışı yollarla devirme” yanı öne çıkarılarak silinmeye ne kadar çalışılırsa çalışılsın, soruşturmaları izleyen bir yıl boyunca tartışmalar hiç bitmedi. “Troller, kuşlar, yandaşlar” bu dönemde ne yapacaklarını bilemediler; paralize olmuşlardı. Ne Reisten bir ses çıkıyordu ne Davutoğlu’ndan…
Nihayet, 2014’ün son günlerinde, basında AK Partili komisyon üyelerinin, yolsuzlukla suçlanan dört bakanı Yüce Divan’a gönderme eğiliminde olduğuna dair haberler çıkmaya başladı. Başbakanın da böyle istediği anlaşılınca, AK Parti’ye yakın gazeteler, televizyonlar, yazarlar gelişmeleri, partinin üzerindeki şaibenin kalkacağı umuduyla ve dolayısıyla hoşnutlukla yansıtmaya başladılar. İşte tam o anda, bu kategorideki gazetelerin ‘amiral gemisi’ hüviyetindeki Sabah’tan kontra bir çıkış geldi. Gazete, “Bölük dur, Kandıralı sen de dur” diyordu. Sabah’ın 3 Ocak 2015 tarihli nüshasının manşeti (“Yüce Divan tuzağıyla kaos hedefleniyor”) şöyleydi:
“Paralel yapı ve işbirlikçileri, 17-25 Aralık darbeleriyle başaramadıkları Türkiye’yi kaosa sürükleme hedefine şimdi de Yüce Divan tezgâhıyla ulaşmaya çalışıyor… Dört eski bakanla ilgili olarak ‘Yüce Divan’da yargılansınlar’ gibi masum görünen taleplerin ardında kirli bir hamlenin yattığı ortaya çıktı. Paralel Yapı, Yüce Divan üzerinden yeni bir komplo planını yürürlüğe sokmaya çalışıyor.”
Emrin nereden geldiği belliydi. Gereği yapıldı tabii: “Yaşasın, şaibeden kurtuluyoruz, yolsuzluk yapan çeksin cezasını” bayramı bir anda “Yolsuzluk iddialarının hesabını versinler, yargılansınlar diyerek paralel yapının komplosuna alet olanları lanetleme” âyinine dönüşüverdi.
Çok acayip bir savruluştu, çok yaralı çıkar oradan diye düşündük, ama oraya buraya çarpanlar yerlerinden kalkıp hiçbir şey olmamış gibi yürümeye devam ettiler.
Davutoğlu Hakan Fidan’ı milletvekili adayı gösteriyor
Erdoğan-Davutoğlu tandemi döneminde ikinci önemli savruluş hikâyesi Davutoğlu’nun MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı 7 Haziran seçimleri öncesi milletvekilliğine aday göstermesiyle başladı.
Varsayım, yukarıda da dediğim gibiydi: “Böyle bir şey Reis’e sormadan yapılamaz, demek ki onun oluru var.” Varsayım böyle olunca sonuç da şöyle oldu tabii: “İyi oldu diyelim, ya da susalım.”
Fakat sonra, çok sonra Erdoğan “ben karşıyım bu işe” deyince, hele bundan kısa bir süre sonra Fidan’ı yeniden MİT müsteşarlığına atayınca işler karıştı. Herkes meşrebine göre tevil yoluna gitti, durum idare edildi. Fakat “troller, kuşlar, yandaşlar” buradan gerekli dersi çıkartamamıştı. Cezasını, tevili çok daha güç bir başka keskin Erdoğan dönüşünde ödeyeceklerdi: Dolmabahçe mutabakatı.
Dolmabahçe mutabakatı: Önce bayram, sonra veryansın
Barış Süreci’nin son aşaması olarak hükümetle HDP arasında imzalanan mutabakat metni, yine öncekiler gibi alkışlarla karşılandı. (Yine aynı varsayım: Bu kadar büyük bir olay Reis’in onayı olmaksızın gerçekleşmiş olamazdı.)
Sözcü’nün “Teslimiyet anlaşması” manşetiyle çıktığı gün bütün iktidar basını iktidarın bu büyük barış hamlesini manşetlerinden överek duyurdu.
Ne var ki Erdoğan’ın bir süre sonraki “bilgim yok, ne mutabakatı” çıkışı, bu defa yutulması çok zor bir lokmayla karşı karşıya bıraktı alkışçıları. Daha doğrusu öyle sanıldı; bir süre sonra tamamı Dolmabahçe mutabakatının “hayinane yüzünü” deşifre etmede birbirleriyle yarış etmeye başladı.
Şeffaflık paketinin serencamı…
Yüce Divan ricatının ardından hazırlanan ve Başbakan Davutoğlu tarafından ilan edilen “şeffaflık paketi,” Erdoğan-Davutoğlu tandemi döneminin son örneği olsun.
Paket, bir yanıyla yolsuzlukla suçlanan bakanların “aklanmasının” zihinlerde yol açtığı olumsuzluğu dengelemek amacını taşıyordu; bu nedenle özel bir sunumla kamuoyunun gündemine getirildi; sanki Başbakan, “kardeşimiz olsa kolunu koparırız” çizgisini sürdürmek ister gibiydi.
Davutoğlu, paketi ilan etmekle kalmadı, 7 Haziran 2015 seçimlerden önce mutlaka çıkarılacağını da ekledi, fakat ne yazık ki bu büyük hamle de Erdoğan kayasına çarptı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Davutoğlu’nun vaadinden kısa bir süre sonra Cumhurbaşkanı Sarayı’nda ağırladığı AK Parti Grup Yönetim Kurulu üyelerine yaptığı konuşmada pakete karşı olduğunu söyledi:
“AK Parti kaynaklarından edinilen bilgiye göre sohbet sırasında Erdoğan’dan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun bizzat açıkladığı şeffaflık paketine ilişkin çarpıcı eleştiriler geldi. Açıklanan pakette yer alan düzenlemelerin büyük bir kısmının Başbakanlığı döneminde çıkarttığı bir genelgeyle zaten hayata geçirildiğini vurgulayan Erdoğan, ‘Bu tip düzenlemelerin zamanlaması ve içeriği çok önemli. Seçim öncesinde doğru gelmiyor. Bu konularda ekonomiyi dikkate alarak karar verilmeli. Sert kararlar alırsanız, ekonomiyi olumsuz etkiler’ dedi.” (Milliyet, 17 Ocak 2015)
… Ve paket rafa kaldırıldı. Tabii olan yine “yaşasın şeffaflık paketi, bakın AK Parti ne kadar da açık yürütüyor her şeyi” propagandasına yüklenen “troller, kuşlar, yandaşlar”a oldu. Söylediklerini geri alabilmek için neler yaptılar neler!
Damat-Kayınpeder tandemi dönemindeki açık pozisyonda kalma hikâyesi
Son hikâyemiz damat-kayınpeder tandemi döneminden olsun…
Davutoğlu gitmiş, Binali Yıldırım gelmişti ama asıl iki numaranın Berat Albayrak olduğunu herkes biliyordu.
Yine öncekine benzer bir zorluk oluşmuştu “troller, kuşlar, yandaşlar” için: “İki numaranın yapıp ettiklerini destekleyeceğiz ama ya bir numara tersten çakarsa? O zaman virajı nasıl alırız?”
Gerçi bu defa “damat”tı söz konusu olan, öncekinin tersine bu “tandem”in arasında ihtilaf oluşması pek muhtemel değildi. Fakat Ekim 2018’de öyle bir olay oldu ki, değil virajı alabilmek, hız bile kesmek mümkün olmadı: kafadan duvara çarptılar hep birlikte.
Fırtınaya yol açan hadise, kamuoyuna Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından duyurulan McKinsey anlaşmasıydı. McKinsey bir izleme-denetleme firmasıydı. Türk ekonomisini izleyip denetleyecek, karşılığında da güzel bir para alacaktı.
Muhalefet, Berat Albayrak’ın şahsında iktidara açtı ağzını yumdu gözünü. Eh, bu durumda bilumum zevat anlaşmaya güzellemeler yazmaya başladı haliyle. Bu arada haftalar geçmiş, Reisten çıt çıkmamıştı; eh, demek ki onun da oluru vardı; öyleyse övgüye devam.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı ve haftalar sonra Erdoğan “anlaşmayı iptal ettim” dedi.
En zor viraj alışlardan biriydi, teflon tava misali, onu da sıyırdılar üstlerinden, hiçbir şey olmamış gibi yola devam ettiler.
Hayattaki en büyük amacı “Türkiye’yi bölmek ve parçalamak” olan ABD’nin, bir Trump-Erdoğan görüşmesiyle “dost ABD” tahtına yükselmesini izleyen günlerdeki viraj almalar meselesi de var — ama bu yazı artık çok uzadı, örnekleri burada kesmek lâzım.
İşte Ali Bey, bütün bu örnekler ve burada sayamadığım niceleri “troller, kuşlar, yandaşlar”da bir tür bilinçaltı yarattı. Erdoğan’ın ani dönüşlerinde bilinçleri “hadi” dese de bilinçaltları “dur, yaşadıklarını unutma, sakin ol, Reis öyle dedi ama yarın ne diyeceği belli olmaz” diye uyarı gönderiyor.
Bakın Ali Bey, Erdoğan “Batı” dedi diye, yazmak-konuşmak için ona bakanlar hemen “Batı” demedi. Halbuki eskiden olsa tereddütsüz atılırlardı ortaya.
Dedim ya, bu işlerin eski tadı yok.