2004 yılında Armin Laschet ile tanıştığımızda Avrupa Parlamentosu üyesiydi ve parlamentoda dış politika, güvenlik politikası, uluslararası iş birliği ve bütçe politikaları konularında çalışmalar yürütüyordu. Konuşmalarımızda, Aachen doğumlu Armin Laschet’in göçmen örgütlerine, özellikle de Türklerin kurduğu örgütlere büyük bir yakınlık beslediği ortaya çıktı. Almanya’nın en kalabalık nüfuslu eyaleti olan Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin başbakanı olduktan sonra da bu tavrını değiştirmedi. Angela Merkel’e yakınlığı ve Merkel’in politikalarına olan desteğiyle bilinen Laschet’in Merkel’e olan desteğinin nedenlerinden biri de, CDU içinde merkez sağda yer alan ve muhafazakâr değerleri savunanların da desteğini alabilmekti. 2015 yılında yüzbinlerce sığınmacı Balkan rotası üzerinden Almanya’ya geldiğinde, Laschet “açık kapı” politikasıyla sığınmacıların Alman toplumuna uyumunu teşvik etmeye çalışan isimlerden biri oldu.
Türkiye’de 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından Türkiye ile Almanya arasında ipler giderek gerildi. Türk toplumundaki kutuplaşma Almanya’da en fazla sayıda Türkiye kökenlinin yaşadığı Kuzey Ren-Vestfalya’da da tezahür etmeye başladı. Laschet bu dönemde barışçıl tutumuyla öne çıktı ve Türkiye’deki iç politik gerginliklerin Almanya’ya taşınmaması çağrısında bulundu. Laschet, uzun yıllardır devam eden uyum çalışmalarının bu kutuplaşmadan zarar göreceği görüşünü savunuyordu. Almanya ile Türkiye arasında geçmişte var olan ve bugün de var olmaya devam eden gerginlikler karşısında Laschet Türkiye’nin jeopolitik önemini öne çıkaran, ölçülü bir politikacı olarak görüldü. Buna rağmen Laschet Erdoğan’ın açıklamalarında sık sık Almanya’ya şantaj yapma girişimleri olduğunu savundu ve Almanya’nın “hiçbir zaman şantaja boyun eğmeyeceği” mesajı verdi. İki ülke arasında diyalogun sürmesinden yana bir tutum benimseyen Laschet, Almanya’daki Türkiye kökenlileri Türkiye’nin birer elçisi olarak görüyor ve bu diyalogda rol almalarını istiyor. Laschet’in sakin ve dostane üslubu, sorunların adını koyma isteği ve bu sorunları açık sözlülükle dile getirmesi birçok kişide saygı uyandırıyor. Serap Güler’in Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde uyum müsteşarı olarak atanması Laschet’in bu konuyu ne kadar önemsediğinin en son göstergesi.
Türkiye için ayrıcalıklı ortaklık
Laschet, Angela Merkel’in politikalarını desteklese ve Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını ihtimal dışında bıraksa da, Türkiye’nin AB’ye üyelik yönündeki çabalarında yalnız bırakılmaması gerektiği görüşünde. “Pacta sund servanda” (ahde vefa) ilkesinin bir savunucusu olan Laschet federal hükümet tarafından geçmişte verilen sözlerin tutulması gerektiği kanaatinde. Laschet son dönemde Türkiye’nin hukuk devleti konusundaki eksikliklerine rağmen Türkiye ile AB arasında yürütülen tam üyelik müzakerelerinin kesilmemesini savunan az sayıdaki isimden biriydi. Laschet’in argümanı, “Bir halkın tümünü cezalandıramayız” şeklindeydi. Böylelikle Laschet, Türk halkının neredeyse yarısını oluşturan Erdoğan muhaliflerine de el uzatmış oldu. Bu tavrı özellikle CDU’nun muhafazakâr kesimi tarafından sert şekilde eleştirilse de Laschet görüşlerinden taviz vermedi. Almanya’daki Türkiye kökenliler için Laschet’in CDU lideri seçilmesi olumlu olarak değerlendirilebilir. Bunun Türkiye için de böyle olup olmayacağı, CDU’nun 26 Eylül’de yapılacak seçimlerde Merkel’in halefi olan başbakan adayını açıkladığında belli olacak. CDU gelecek aylarda hangi yönde karar verirse versin, muhafazakâr değerlere önem veren inançlı bir Katolik olan Laschet her zaman Türklerin dostu olmayı, diyalog ve barıştan yana tavır almayı sürdürecek.