MHP’nin kurucu lideri Alparslan Türkeş’le 12 Eylül’den sonra aynı tutukevinde 20 ay birlikte kaldık. Orada Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan da yattı. Tutuklanan parti yöneticileri ve milletvekilleri Ankara Merkez Komutanlığı Tutukevi’nde kalıyordu.
O günleri defterime satır satır not ettim. Günlüklerim Milliyet gazetesinde yayınlandığında (2-17 Mart 1986) adı geçen liderlerin üçü de hayattaydı. Darbe koşullarında liderler siyasetin hatalarını konuşuyorlar, geleceğe ilişkin öneriler hazırlıyorlardı. Günlüklerimi bugünün sorunları açısından gözden geçiriyorum.
‘İdam cezasını durduralım’
Ecevit henüz tutuklanmamıştı. AK Parti hükümetlerinde Kültür ve Turizm Bakanlığı yapan Ertuğrul Günay CHP milletvekili olarak Dil Okulu tutuklusuydu. Tahliye edilince vedalaşmak amacıyla odaları dolaşırken Türkeş’in odasında bir teklifle karşılaştı. MHP lideri, CHP’ye demokrasi ittifakı öneriyordu. “Demokrasiden yana olan güçlerin birlik olması gerekir.
Bu söylediklerim hem Sayın Ecevit’e, hem de tüm CHP’lilere bir tekliftir. Geçmişte karşılıklı hatalarımız olabilir. Biz bunları unutmaktan yanayız. Önerimiz 4 maddedir. 1. Bir an önce çoğulcu rejime geçilmesi 2. Önyargı ve husumetlerin unutulup çekişmelerin bir yana bırakılması 3. İdam cezalarının durdurulması, genel af ile geçmişe sünger çekilmesi 4. Yeni Anayasa’nın, 1961 Anayasası temelinde, temel hak ve özgürlüklere ait birikimin korunarak hazırlanmasıdır.”
En önemli şey Meclis
Ecevit’in tutuklu olduğu dönem. Tutukevinin bahçesinde yürüyoruz. Ecevit, Türkeş ve yanlarında ben… Türkeş, Ecevit’e demokrasinin ne kadar önemli, parlamentonun ne kadar vazgeçilmez olduğunu söylüyor: “Efendim zatıalinizin belirttiği gibi en önemli şey Meclis. Der Spiegel’e yazdığınız yazıyı BBC’den dinledik. Gerçekten çok önemli bir noktayı belirtiyorsunuz. Atatürk, en zor şartlarda üstelik kendisini vatandaşlıktan bile çıkarmak isteyenlerin bulunduğu bir Meclis’ten şaşmamış. Ondan vazgeçmek isteyenleri dinlememiş.”
Darbeye karşıydı
Türkeş, bir akşam bana bir gençlik anısını aktarıyor: “Yıl 1934. Harp Okulu’nda öğrenciydim. Ankara’daki tek akrabam Hukuk Fakültesi’nde profesör olan dayımın oğluydu. Hafta sonları onların evine gidiyordum. Orada zamanın birçok aydını toplanıyor, sohbet ediyordu… Emekli general ve askerlerin devletin her alanına el atmasını tenkit ediyorlardı. Ordunun kışlasına dönmesini istiyorlardı…