(Bu analizi SerbestPod’dan dinlemek için:
https://open.spotify.com/episode/1gBDiUW9tnzH09FYkiN8SU?si=cOJP499hQAyG2YvP3gv8dA )
Serbestiyet: Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı ve üniversite genel sekreteri Prof. Dr. Cevdet Kılıç, sosyal medya hesabından Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerini hedef alarak, “Biz eylem falan yapmayız. Biz gece vakti işi bitirir ertesi gün işe gideriz bilin istedim” ifadelerini kullandı.
Bu paylaşım sosyal medyada büyük tepki gördü. Trakya Üniversitesi, Kılıç hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı.
Kılıç, sosyal medya hesabından ikinci paylaşımında ise “Bu bir şiddet ve nefret söylemi değildir” dedi. Siz bu açıklamaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Bir ilahiyat fakültesi dekanı nasıl böyle bir açıklama yapabilir?
Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu: Tabii talihsiz bir açıklama, hiç şüphesiz ki. Şuna özellikle vurgu yapmak lazım ki, toplumda yukarıdan aşağıya doğru yayılan bir nefret söylemi, bir kutuplaştırma, bir şeytanlaştırma olgusu var. Bu, giderek zirveye ulaşıp “düşmanlaştırma” noktasına gelmiş durumda.
Özetle, mevcut statükodan yana olmayan herkesi şeytan, düşman olarak görüp, hatta ortadan kaldırılması gereken unsurlar gibi görüp, bunlara yönelik bir nefret dili geliştiriliyor. Bu, özellikle iktidara destek veren kesimlerde yukarıdan aşağı doğru yaygınlaşıyor. Bunda kuşkusuz iktidar medyası denilen medyanın da çok önemli bir rolü var.
En önemlisi de bu nefret söyleminin, bu kutuplaştırmanın, kutuplaştırma üzerinden siyaset yapmanın ve düşmanlaştırmanın artık tabii, normal, utanılması gerekmeyen ve hatta yargıda hakkında herhangi bir işlem yapılması gerekmeyen bir olguya dönüşmesi. Çünkü bundan çok daha hafif beyanatlar veren insanlarla ilgili yargıda çok katı adımların atıldığı bir dönemde bu gibi sorumsuzca, toplumun birliğini ve beraberliğini baltalayacak son derece tehlikeli gelişmeler karşısında yargının adım atmaması da son derece düşündürücü.
Tabiatıyla burada bu beyanatta bulunan, yaptığı hatanın farkında olarak bunu reddetmektedir, fakat sürekli iktidar çevrelerinden aynı adım atılmaya devam etmektedir. Önce açıkça bir meydan okuma, göz dağı verme üslubu benimsenmekte, sonra da “Yanlış yaptık, özür dileriz” gibi bir adımla bunun üstü örtülmek istenmektedir.
Burada gerçek anlamda bir özür mü söz konusu, yoksa yapılan hatanın üstünü örtmek mi söz konusu bunun üzerinde de ayrıca durulması gerekir.
Toplumumuzun iktidarıyla muhalefetiyle birlik, beraberlik ve dayanışmaya her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu; siyasi, ekonomik, sosyal krizlerin pençesinde kıvrandığı bir dönemde bu adımların atılması, özellikle bir ilahiyatçı kimliği taşıyan kişi için çift katlı sorumsuzluk örneği olarak değerlendirilebilir.
Topluma rol model olması gereken, toplumu birleştirmesi, aradaki nefret söylemini ve kavgaları kaldırmak için rol model olması gereken ilahiyat camiasının, diyanet camiasının maalesef tam tersi şekilde bir seyir takip etmesi ülkemizin geleceği açısından ve hatta ülkemizin güvenliği açısından ciddi bir tehlike oluşturmaya aday görünüyor bu kafadan, bu zihniyetten vazgeçilmediği sürece.