Gazeteci Faruk Bildirici bu sabah (15 Şubat) dört televizyon kanalının ekranlarının eşlik ettiği şu tweeti attı:
“Yine bir yerlerden talimat gelmiş; ekranlarda ortak ses, ortak başlık; ‘Gara operasyonu neden önemli?’ Ya 13 insanın hayatı? PKK terörünü lanetlerken insan hayatının değeri unutulmuş. Gazetecilik, devlet bu insanları kurtarmak için neden çaba harcamadı diye sormayı da gerektirir.”
Bildirici’nin aktardığı dört ekranda şu ibareler vardı:
“Gara’ya harekât neden önemli?” (NTV), “Gara’ya operasyon neden önemli?” (CNN Türk), “Gara’nın stratejik önemi ne?” (aHaber), “Gara’ya harekât neden önemliydi?” (Habertürk).
Bu tablo bize şunu gösteriyor: Resmî makamlar televizyonlara Gara operasyonundaki ‘editoryal çizgi’lerinin nasıl olması gerektiğini iletmiş: “Bu operasyonla ilgili olarak sadece neden önemli olduğuna yoğunlaşacaksınız, onun dışındaki meselelere değil. Bilginize…”
Mekanizma tam olarak nasıl işliyor, bodoslama böyle mi deniyor, imâ mı ediliyor, yoksa bunların hiçbirine gerek kalmıyor da televizyonlar artık hangi durumda ne yapmaları gerektiğini refleks haline mi getirmişler, tam olarak bilemeyiz. Fakat ‘devlet’in istediği yayıncılığı yaptıkları ve ötesine bulaşmadıkları muhakkak.
“Gazetecilik, devlet bu insanları kurtarmak için neden çaba harcamadı diye sormayı da gerektirir” diyor Faruk Bildirici, haksız mı?
Bu soruya “haksız” cevabını verebilmek için gazetecilik mesleğinin asli fonksiyonundan bîhaber olmak gerekir.
Devletin iletişim taktiğini kendi editoryal çizgisi haline getiren meslektaşlarımız, sorsanız, mesleklerini “demokrasinin dördüncü kuvveti” olarak tarif edeceklerdir. Yani kendilerinin, devletin üç temel kuvvetini (yürütme, yargı, yasama) denetleyen; oralarda olup bitenleri, onların bilinmesini istedikleri sınırların ötesindeki boyutlarıyla da irdeleyen bir mesleğin mensupları olduğunu söyleyeceklerdir.
Peki şu tablo bu tarife uyuyor mu?
Denetleme, kontrol etme, sorgulama, sorma… Bu fiiller neden var hem kişisel hem kamusal hayatımızda? Çünkü yanlış yapan varlıklarız. Tek tek insanlar da onların oluşturduğu kurumlar da hata yapabilir… İşte bu nedenle var bu fiiller; yanlışları azaltabilelim diye…
Kişiler de kurumlar da yaptıkları hatanın açığa çıkmamasını ister; yani hakikate ulaşmak için onların ‘dürüstlüklerine’ inanmak, itibar etmek naif bir davranış olur. Kuşkulanmaktan, denetlemekten, sormaktan, sorgulamaktan başka çaremiz yok.
Gazetecilik kuşku mesleğidir, sır ifşa etme mesleğidir. Gazetecilik rahatsız edici bir meslektir. Stern dergisinin kurucusu Henri Nannen’in dediği gibi: “Gazetecilik rahatsız etmiyorsa bırakılmalıdır.”
Belli ki devlet, “Bu insanları kurtarmak için yıllar boyunca neden hiç çaba harcanmadı” sorusunu duymak istemiyor ve neyin duyulmasını istiyorsa onun istikametini gösteriyor.
Böyle bir medya ‘dördüncü kuvvet’liğe layık değildir, böyle bir medya olsa olsa ‘dördüncü hınk deyici’ olabilir.