Türkiye’de, hakkında ‘Cumhurbaşkanına hakaret’ suçundan dava açılmış bir TC vatandaşının ABD’de yaşamakta olduğunu düşünün. Davanın görüldüğü mahkeme, ABD makamlarına başvurarak, bu kişinin uluslararası adalet mekanizmasının bir parçası olan ‘istinabe (adli yardımlaşma)’ yoluyla ifadesinin alınmasını istesin… Böyle varsayımsal cümlelerle anlatmamıza bakmayın, defalarca gerçekleşmiş bir olgudan söz ediyoruz.
Böyle durumlarda ne oluyor biliyor musunuz, ABD makamları, ülkelerinde tarif edildiği türden bir suçun olmadığı gerekçesiyle talebi geri çeviriyorlar.
Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü, mahkemelerin bu türden taleplerde bulunmaması için yıllar önce bir yazı hazırlayıp cumhuriyet başsavcılıklarına göndermiş. (“İlgi: ‘hakaret’ suçunun Amerika’da ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdiği hakkında”.)
Doğan Haber Ajansı, somut bir davaya dair 2015 tarihli bir haberinde bu yazıdan şöyle söz ediyor:
“‘Tetkik Hakimi’ imzalı yazıda, Amerika Birleşik Devletleri’nin ceza mevzuatında hakaret veya sövme suçlarına ilişkin bir düzenleme bulunmadığı belirtilerek, ‘Bu tür suçlara ilişkin istinabe (adli yardımlaşma) taleplerimiz ABD makamları tarafından, bu tür eylemlerin ABD Anayasası tarafından korunan ifade özgürlüğü kapsamında olduğu, ceza davasına değil ancak belli şartlarda tazminata konu olabileceği belirtilerek reddedilmektedir. ABD’li yetkililer hakaret ve sövme suçlarına ilişkin taleplerin yerine getirilmesinin mümkün olmadığını belirtmişlerdir. Bu tür suçlara ilişkin talepler ABD makamları tarafından işlemsiz iade edilmektedir’ denildi.”
1964: Kamusal kişilere hakaret ‘serbest’
‘Bir zamanlar Amerika’ tabii ki böyle değildi. Bu ülkede kamu yetkilileriyle ünlülere hakaretin ve aşağılamanın suç olmaktan çıkmasının iki dönüm noktası var. Bunlardan birincisinde başrolde ABD’nin en prestijli gazetelerinden New York Times, ikincisinde ise bir porno dergisi olan Hustler vardı.
Bu iki dönüm noktasını ABD merkezli Amerika Bülteni’nde yer alan iki haberden geniş alıntılarla izleyelim… Önce kamusal kişilerle ilgili olanını:
“29 Mart 1960 günü New York Times’ın, dönemin ırkçı eyaleti Alabama’da dağıtılan baskısında yer alan bir ilanda, Martin Luther King’e ve sivil haklar mücadelesine destek veriliyor ve Alabama’daki yerel yöneticilerin baskıları ve hukuksuzlukları anlatılıyordu. Ancak ilanda açık bazı bilgi yanlışları da vardı. Örneğin King’in 7 kez tutuklandığı yazılmıştı ama King o güne kadar sadece 4 kez tutuklanmıştı. Montgomery Emniyet Müdürü L. B. Sullivan, bilgi yanlışları ile dolu ilanla emrindeki emniyet görevlilerine basın yoluyla hakaret edildiği gerekçesiyle Alabama mahkemesine dava açtı. Alabama mahkemesi, Sullivan’ı haklı buldu ve New York Times’ı 500 bin dolar ödemeye mahkûm etti. Bu parayı ödemeyi reddeden gazete, sivil haklar mücadelesinin en sıcak günlerinde, en tartışmalı eyalet olan Alabama’ya uzun süre muhabir sokamadı. Ancak pes de etmedi ve davayı ABD Yüksek Mahkemesine taşıdı.
“ABD Yüksek Mahkemesi 9 Mart 1964 günü, ABD’de basın özgürlüğünde çığır açacak kararını hem de 9 üyesinin de oy birliği ile açıkladı: Hiçbir kamu görevlisi ve yetkilisi, basın yayın kurumlarının haberlerine, bu haberin içeriği yanlış bile olsa, ‘basın yoluyla hakaret davası’ açamazdı. Kamu yetkilisi veya görevlisi, habercinin yayın sırasında doğrusunu bildiği halde art niyetle yalan yazdığını (actual malice), somut deliller ile ispatlayabilirse ‘hakaret davası’ açabilirdi. Yani, Yüksek Mahkeme, ABD başkanı dahil bütün kamu yetkilileri için ‘basın yayın yolu ile hakaret’ davası açmayı neredeyse imkânsız hale getirmişti.” (Amerika Bülteni, 30 Nisan 2017).
1988: Ünlü kişilere (de) hakaret ‘serbest’
Dün (24 Şubat), ABD’de yayın yoluyla ünlülere de ‘hakaret’in suç olmaktan çıkartılmasının 33 yıldönümüydü. Amerika Bülteni, bu vesileyle onun hikâyesini de aktardı okurlarına:
“Acımasız mizahı ve keskin politik dosyalarının yanı sıra çoğunlukla cinsellik ve çıplaklık içeren Hustler dergisinin 1983 yılı Kasım sayısında yayınlanan sayısında, ABD’de muhafazakâr Hristiyan kesimlerin önde gelen kanaat önderlerinden Evanjelik Televizyon Vaizi Jerry Falwell ile ilgili satirik bir yazıya da yer verdi. Mizah ve uydurma olduğu açık yazıda Falwell’ın ağzından hayatındaki ilk cinsel ilişkisi anlatılıyordu. Ve bu ensest bir ilişkiydi. Yazı, o günlerde ABD televizyonlarında çok popüler olan İtalyan Campari içkisinin, ünlülerinden ağzından ‘ilk seferlerini’ anlattıkları reklamlarının bir taklidiydi. Tabii ki gerçek reklamda, herkesin aklında ünlülerin önce hayatlarındaki ilk cinsel ilişkiyi anlattıkları intibaı uyansa da aslında hayatlarında ilk kez Campari içtikleri anın öyküsünü anlattıkları, reklamın sonunda anlaşılıyordu.
“Hustler’ın yazısının altında da, ciddi sanabilecek okurlara karşı, ‘bu bir parodi yazısıdır, ciddiye almayın’ uyarısı vardı. Din adamı ve politik yorumcu Jerry Falwell, Hustler dergisini, ‘ruh halinde ağır tahribat oluşturma, şahsiyetini tahkir ve mahremiyetini ihlal’den tazminat talebiyle mahkemeye verdi. Jürinin Falwell’ı haklı bulması üzerine Hustler dergisi 150 bin dolar tazminat cezası ödemeye mahkûm edildi.
“Ancak derginin yayıncısı Larry Flynt pes etmedi. ABD Yüksek Mahkemesinin, kamu yetkililerinin medyaya, ‘basın yayın yoluyla hakaret davası’ açmasını nerdeyse imkânsız hale getiren ‘New York Times Company v. Sullivan’ içtihadının ünlülere yönelik haberleri de kapsadığını savunarak davayı temyiz etti. Temyiz Mahkemesi olan Federal Dördüncü Bölge Mahkemesi de Virginia mahkemesinin kararını yerinde bulunca, Flynt, Yüksek Mahkeme’ye başvurdu. ABD Yüksek Mahkemesi davayı gündemine almayı kabul etti.
“ABD Yüksek Mahkemesi, 24 Şubat 1988 günü oybirliği ile aldığı kararda, Hustler Dergisindeki yazının, ‘bütün tatsız ve kalitesiz espri anlayışına rağmen’, Amerikan Anayasasının Birinci ek maddesinin (First Amendment) koruması altında olduğuna hükmetti ve cezalandırılamayacağını kararlaştırdı. Mahkeme böylece, 1964 yılında, ABD başkanı ve diğer kamu yetkililerine yönelik yayın yoluyla her türlü hiciv, aşağılama, dedikodu yayınını serbestleştiren içtihadını, kamu görevlisi olmayan ünlülere de genişletti. Mahkemenin kararındaki en çarpıcı tespitlerden biri, rencide etmeden hiciv ve karikatürleştirmenin yapılamayacağı vurgusuydu. Mahkeme ayrıca, mutlak basın özgürlüğünü korumanın, arada bir yayınlanacak yalan içeriklere karşı koruma getirmekten daha öncelikli olduğunu savundu. Sadece saygın içeriklerin ifade özgürlüğünden yararlanacağı yönünde bir kapı açmanın, nihayetinde ifade özgürlüğünün sonunu getireceğinin altı çizildi.”
İşte ABD bugünlere böyle geldi.
Davalı ve davacı dost oluyor
Fakat bu ikinci hikâyenin devamı da çok hoş. Onu da aktararak bitirelim:
“1996 yılında Woody Harrelson ve Edward Norton’un başrollerini oynadığı ve iki dalda Oscar adayı olan ‘The People vs. Larry Flynt’ filmine de konu olan dava, ABD’de ifade ve basın özgürlüğünün önemli kilometre taşlarından biri olarak görülüyor.
“Davanın en ilginç sonuçlarından biri ise Hustler’ın yayıncısı Larry Flynt ile Vaiz Jerry Falwell’ın buluşması oldu. Felsefe tartışmalarını sürdüren ikili birlikte ABD’deki birçok üniversitede ifade özgürlüğü ve ahlak konulu münazaralara katıldı. Bu münazaralar sonunda arkadaş oldular. Falwell’in 2007’de ölümünden sonra Flynt, Los Angeles Times gazetesine yazdığı ‘Porno Kralı ve Vaiz’ başlıklı veda yazısında, ‘Davanın en önemli sonucu hiç beklemediğim bir sonuçtu: Arkadaş olduk’ diyecekti.
“Larry Flynt de, iki hafta önce, 10 Şubat 2021 günü yaşamını yitirdi.”