Vahap Coşkun’un analizini SerbestPod’dan dinlemek için:
Serbestiyet: Önce İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, ardından da Cumhurbaşkanı Erdoğan Çözüm Sürecinde devletten izinli ve devletin denetiminde İmralı’ya ve Kandil’e giden HDP heyetinin fotoğraflarını bağlamından kopartarak ve hangi zaman dilimine ait olduğunu gizleyerek bu kişileri kamuoyuna ‘deşifre’ ettiler. Bu tavrı, bu işlerin deontolojisi açısından nasıl değerlendirmek lazım? Büyük hassasiyet ve sabır gerektiren çatışma çözümü gibi meselelerde taraflara düşen etik sorumluluklar nelerdir? Sizin, böyle müzakereler yürüten başka ülkelerden devlet temsilcileri ile onların çeşitli silahlı örgütlere mensup muhataplarının katıldığı pek çok toplantının tecrübesine sahip olduğunuzu biliyoruz. Neler duydunuz bu toplantılarda? Neler yaşanmış, taraflar karşılıklı olarak nasıl davranmış birbirlerine? Olumlu-olumsuz örneklerle anlatabilir misiniz?
Vahap Coşkun: Evet, gerçekten hassas bir konu ve sanırım biraz uzun bir cevabı hak ediyor.
Çatışma çözümü literatürünün ilk maddesi bize her çatışmanın biricik olduğunu söyler. Çünkü çatışmanın aktörleri, dinamikleri, nedenleri, yoğunlukları, karakteri ve aktörlerin şiddet ile ilişki düzeyleri birbirinden farklıdır. Dolayısıyla biz her çatışmayı kendi özelinde değerlendirmek mecburiyetindeyiz.
Bununla birlikte çatışmaların benzeştiği noktalar da vardır ve dünya tecrübeleri bize bu benzerlikleri üç noktada toplayabileceğimizi söyler:
Birincisi nedenlerdir. Her ne kadar aktörler, dinamikler, zaman ve mekân değişse de siyasi çatışmaların büyük bir çoğunluğu birbirine benzer sebeplerden ortaya çıkar. Ulus-devlet inşa süreçlerinde veya rejim değişikliklerinde çoğunluğun eşitliği kabul etmemesi, azınlığın haklarını reddetmesi, güçlü olan aktörlerin bütün gücü ellerinde toplamaları, muktedir çoğunluk ya da azınlık grupların diğer grupların ekonomik, kültürel, sosyal ve siyasal tüm haklarını yok saymaları ya da bu haklarını baskı altına almaları her yerde çatışmaya neden olur.
İkinci benzerlik, taleplerdir. Bir çatışmayı bitirmeyi hedefleyen bir müzakerenin ya da bir anlaşmanın içeriği de çoğunlukla aynıdır. Dünyanın hemen her yerinde müzakereler genellikle aynı taleplerin etrafında döner durur. Bunlar da; gücün dağıtılmasıdır, azınlık haklarının tanınması ve korunmasıdır, idari ve siyasi adem-i merkeziyet talepleridir ve bir de kaynakların adil paylaşılmasıdır. Dolayısıyla çözümün kapısını aralayacak olan, çözümün tarafları arasında öncelikle bu taleplere dair bir asgari mutabakatın oluşmasıdır.
Üçüncüsü de süreçlerdir. En önemli hususa geliyoruz burada. Şiddet içeren bir çatışmayı nihayete erdirmeye yönelik bütün çabalar bir süreç gerektirir. Çözüme ve barışa bir inşa süreci olarak bakılmalıdır. Çünkü barış hazırda bulunmaz, onu toplumla birlikte ve zaman içinde imal etmek gerekir. Çatışma kültürünün içinden çıkacaksınız, ekonomiyi ve siyaseti çatışmanın tasallutundan kurtaracaksınız, toplumsal bölünmeyi aşağıya çekeceksiniz. Bütün bunlar için de çözüm ve barış düşüncesini toplumsal düzeyde güçlendireceksiniz. Bu da ancak planlı, programlı, güçlü bir süreç ile sağlanabilir.
Bu çerçevede dünya tecrübelerine baktığınızda başarılı olmuş süreçlerin bazı ortak noktalarını tespit edebiliyoruz: Sabırlı hareket etmek, müzakereler için sürdürülebilir yapılar inşa etmek, barışın herkes için fayda sağlayacağına toplumu inandırmak ve güçlü bir siyasal liderlik göstermek bu temel koşullar arasında sayılır. Bu temel koşullar yerine getirilirse çözümün kolaylaşacağı kabul edilir.
Devlet-örgüt teması
Böyle bir süreç başladığında, başlamasına karar verildiğinde devlet ile örgüt arasında teması sağlamanın, görüşmeleri başlatmanın ve ileriki dönemde müzakere etmenin çeşitli yolları vardır. Aslında bu yolları birer aşama olarak da görmek mümkündür. Bu bağlamda üç aşamadan söz edilebilir:
- Megafon diplomasisi
- Gizli görüşmeler
- Açık görüşmeler
Megafon diplomasisinden kastımız, tarafların doğrudan birbirleri ile görüşmek yerine niyet beyanı içeren ifadeler kullanarak muhataplarına mesaj vermesidir. Dolayısıyla, bir taraf görüşmeye hazır olduğunu münasip bir lisanla duyurur, buradan bir yol açılır ve bu yoldan ilerlenir.
Mesela, IRA liderlerinden Martin McGuinnes’in “Bizim için savaş bitti” sözleri ile Britanya’nın İrlanda’dan Sorumlu Devlet Bakanı Peter Brook’un “Kıbrıs müzakereleri için Kuzey İrlanda bir model olabilir” ifadesi, tarafların Kuzey İrlanda’da haberleşmeye açık olduğunu gösteriyordu.
İkincisi, gizli görüşmeler yapmaktır. Bu görüşmeler yapılır ama her yerde de inkâr edilir.
Mesela John Major, IRA ve Martin McGuinnes ile görüşmeler yapıyor olmasına rağmen kamuoyunda böyle bir görüşme fikrinin midesini bulandırdığını söyler.
İspanya’da 1980’lerde başbakan Suarez, 2000’lerde başbakan Zapatero ETA ile yoğun bir şekilde görüşmeler yaparlar ancak parlamentoda bu konu kendilerine sorulduğunda kesinlikle reddederler.
İsrail ile Filistin arasında Oslo’da 1990’lı yılların başında bir süreç yürütülür ancak taraflar zor duruma düşmemek için resmi görevi olmayan şahısları devreye sokarlar ve görüşmelerin Norveç hükümeti adına değil de Oslo’da adı sanı bilinmeyen bir enstitü tarafından organize edildiği havası verirler.
Güney Afrika’da hükümet, sürgündeki Afrika Ulusal Konseyi ile İsviçre’de gizli görüşmeler yapar. Güney Afrika istihbaratının temsilcileri ile daha sonra Güney Afrika’nın başkanı olacak Zuma İsviçre’de bir otelde bir araya gelirler ve görüşmeler bu şekilde yapılır.
Dolayısıyla bu tür görüşmeler ya istihbarat teşkilatları, ya gazeteciler ya sivil toplum kuruluşları ya da akademisyenler üzerinden yapılır.
Bu, taraflara ilk olarak ihtiyaç duydukları siyasal korunmayı sağlar. Ancak bu da kolay bir süreç değildir, çünkü her yerde süreci baltalamak isteyenler olur. Mesela bir devletin içerisinde güvenlik politikasının yanlısı olan güvenlik görevlileri ve güvenlik teşkilatı buna karşı çıkabilir.
Güney Afrika’da süreç başladığında Güney Afrika Savunma Gücü, Başkan de Klerk’e rağmen gizli operasyonlar yapmış ve bu da siyahlar arasında korkunç bir şiddet başlatmıştı.
Kuzey İrlanda’da IRA, yüksekçe bir bölgede bulunan askeri kulelerin yıkılmasını talep ettiğinde ordu bunu reddetti ve bu da IRA içerisindeki radikal unsurları şiddete yöneltti.
Sızdırmalar da süreç için büyük bir tehlikedir. Sızdırmalar iki şekilde olur; ya kazara ya da kasıtlı şekilde. Mesela 2007’de ETA, İspanya hükümeti ile yaptığı görüşmeleri sızdırmaya karar verir. Kendi tutanaklarını kendisine yakın bir basın organı üzerinden İspanyol kamuoyuna aktarır ve o dönemde sosyalist hükümet çok büyük zarar görür bundan.
1993’te Kuzey İrlanda’da süreç durunca IRA, Major hükümetiyle görüşmelerini Londra’da Observer gazetesine sızdırır. Hükümet de buna karşılık kendi tutanaklarını yayımlar. Görüşmeleri sürdüren bakan böyle bir durumda kendisinin istifasının isteneceğini düşünerek gittiği parlamentoda gayet hoş karşılanır. Hem Avam Kamarasından hem de Lordlar Kamarasından destek görür. Çünkü parlamenterler bu görüşmelerin gizli yapılmasının işin gereği olduğunu kabul ederler.
Üçüncü aşama ise açık müzakeredir. Demokratik bir toplumda bir hükümet, bir açık müzakere süreci başlatmak istese ve bunda çok iradeli olsa bile buna engel olabilecek çeşitli güçler vardır. Mesela siyasi partiler, mağdur dernekleri, yargı organları gibi.
Örneğin İspanya’da ETA ile görüşmeler başladığında Terörizm Mağdurları Birliği ve Muhafazakâr Halk Partisi bu sürece yönelik muazzam bir tepki göstermiştir. Keza yine İspanya yargısındaki muhafazakâr yargıçların büyük bir kısmı da bu sürecin aleyhinde tavır almışlardır. Hatta kimi yorumlara göre, bu yargıçların Batasuna’yı kapatması ETA’nın şiddetinin biraz daha devam etmesine sebep olmuştur.
Tüm bunlara rağmen yani süreci güçleştiren tüm unsurlara rağmen sorumlu davranan bir hükümet, eğer karşısına şiddeti bitirmek noktasında bir fırsat çıktıysa bunu kullanır.
Mesela Kolombiya’da Cumhurbaşkanı Santos, FARC ile görüşmelere başlarken “Süreç ne kadar zor olursa olsun sorumluluğunun idrakindeki bir hükümet, silahlı çatışmanın sona erdirilme ihtimalini es geçemez” diyerek süreci başlatmıştır.
İspanya’da Zapatero ETA ile görüşmesini, “Eğer bir tepside sunulur gibi gelmişken ETA ile müzakere etmeyi denemezsem devlete karşı suç işlemiş olurum” sözleriyle gerekçelendirmişti.
Dikkat edilmesi gereken noktalar
Bu süreçlerde dikkat edilmesi gereken şeyler var:
1) Güven inşası
2) Süreklilik
3) Sabır
4) Mahremiyet
Bu mahremiyet maddesini özel olarak konuşmak lazım; çünkü o çok kullanılan metaforda olduğu gibi “müzakere etmek sosis yapmaya” benziyor ve bunu seyretmenin cazip bir tarafı yok.
Güney Afrika’da hükümet, Afrika Ulusal Konseyi ile görüşmelere başlarken bu görüşmeleri yürüten, istihbaratın başındaki Niel Bernard “Rezil olma tehlikesiyle kamuoyunda müzakere yapılamaz. Bir ülkenin geleceğini medya önünde müzakere edemezsiniz” demişti.
Yine eski ABD Dışişleri Bakanı Kissinger, bir müzakerede gizliliğin yaşamsal olduğunu sürekli belirtir. Gizliliğin iki faydası vardır. Birincisi kendi içinizden, kendi mahallenizden size yönelecek olan baskıdan kaçma olanağı sağlamasıdır. İkincisi, sizi medyanın ve diğer eleştirilerin de gündeminden kurtarmasıdır.
İyi bir müzakerede iki taraf da basına ne söyleyeceğini bilir. Ama aynı zamanda ne söylemeyeceğini de bilir. Her zaman bir denge gözetir. Sadece kendi taraftarlarına değil, karşı tarafa da konuştuğunun idraki içerisindedir. Ancak bu şekilde başarı kazanılabilir. Mahremiyeti ihlal ederseniz, hem mevcut bir görüşme yürütüyorsanız onu baltalarsınız hem de ileride olası süreçleri zehirlersiniz.
Mesela Kolombiya’da 1998-2002 arasında Pastrana iş başındaydı. Pastrana’nın medya ile aşırı derecede içli dışlı olması, müzakerelerin başarıya ulaşmasını engellemişti.
Keza Sri Lanka’da, Tamiller ile hükümet arasında bir görüşme başlatıldığında hükümet medyayla sıkı fıkı bir bağ içerisindeydi; bu durum görüşmeleri çökertmiş ve müzakere yapma olanağını ortadan kaldırmıştı.
Dolayısıyla söylemek istediğim şu: Bir hükümet kamuya açık bir şekilde görüşme yapacağını bildirdikten sonra da gizli iletişim kanallarını korumak ve daha önce yaptığı görüşmeleri muhafaza etmekle mükelleftir. Bu, o anda olduğu kadar ileriki safhalar için de büyük bir önem taşır.
Mesela Güney Afrika’da 1992 yılında Johannesburg’ta hükümet 40’tan fazla insanın öldüğü bir katliam gerçekleştirmiş, Mandela da buna tepki olarak görüşmeleri sonlandırmıştı. Ama alttan görüşmeler devam etmişti. Mandela adına Cyrill Ramaphosa ve Güney Afrika hükümeti adına Roelf Meyer aralarındaki bağlantıyı devam ettirmişlerdi.
Böyle kanalların işlemesi, mutlak şekilde kişisel güvene bağlıdır. Kişisel güven olmadığı zaman taraflar birbirleriyle gizli görüşmeler, mektuplaşmalar veya haberleşmelerden her zaman kaçınır.
Eğer siz bir dönem yaptıklarınızı ifşa ederseniz, buradan sağlıklı bir müzakere çıkmaz. İleride muhtemel müzakereleri de şimdiden ciddi anlamda zedelemiş olursunuz.
Fazla sert görünmek adına birtakım tavırlar sergilerseniz, bu belki sizin popülaritenizi kısmi olarak artırabilir ama güven konusunda sizi çok zayıf bir konuma düşürür.
Geçmişte yapılan birtakım görüşmeleri bugünkü hesaplara bağlı olarak ifşa eder ve karşı tarafı aşağılayarak bunu yaparsanız sonrasında durumu toparlamanız son derece güçleşir.
Türkiye ve mevcut hükümet bunları bilmeyecek durumda değil. Çünkü Türkiye’nin ciddi manada bir tecrübesi var. Hem çözüm süreci gibi bir tecrübesi var ve hem de aynı zamanda dünyanın farklı yerlerinde yürüttüğü arabuluculuk faaliyetleri var. Bu bahsettiklerimin hepsi, arabuluculuk faaliyetlerinin de temel ilkeleri. Mahremiyetin korunması da bunların en önemlisi.
Ancak bazen siyaset ön plana geçtiğinde bu ilkeler ihlal edilebiliyor ve bugün de bunu yaşıyoruz.
Son olarak şunu söylemek istiyorum, dünya tecrübesi bize iki şey gösteriyor:
Bir süreci tamamen seçimlere endeksli olarak yürütmek de sadece seçimlere yönelik başlatmak da yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Bu müzakereleri yürütmek her zaman serinkanlı bir tavır gerektirir. Taraflardan beklenen asıl unsur da bu serinkanlılığı göstermeleridir.