Türkiye bütün siyasal iletişim tarihi açısından çok acayip zamanlardan geçiyor. Sedat Peker’in YouTube videolarının toplam izlenme sayısı 120 milyonu geçti. “Fırtınalarla büyüyen fidanlar rüzgârlarla yıkılmazlar” başlıklı son video sadece bir günde 10 milyon kere izlendi. Bir önceki videosu ise (yani Bölüm-7) bir haftada 17 milyon izlenmeye erişti. Konu global gündeme de taşındı, Reuters haber ajansı Sedat Peker videolarını haber yaptı (https://www.reuters.com/world/middle-east/turkish-mobsters-videos-targeting-top-politicians-draw-millions-views-2021-05-27/), bu haberin paylaşıldığı twit binlerce RT ve/ya FAV aldı (https://twitter.com/Reuters/status/1398358412027600900). İçişleri Bakanı Süleyman Soylu iki defa TV’lere canlı yayında açıklamalar yaparak Sedat Peker’in iddialarını etkisizleştirmeye çalıştı, eski başbakan Binali Yıldırım da oğluyla ilgili iddialar sebebiyle birkaç kere basın karşısına çıkarak açıklama yapmak zorunda kaldı. Yani kim ne derse desin, çok rağbet gören Sedat Peker’in gündemi belirlediği ve etkili olduğu da ortada.
Sedat Peker’in videolarında ortaya attığı iddialar 17-25 Aralık dosyalarıyla mahiyet olarak benzeşiyor. İktidarla ilgili değişik iddialar o zaman da havalarda uçuşuyor, bir sürü video yayınlanıyordu; ama sonuçta iktidar seçmeninin desteği sarsılmadı. Acaba Sedat Peker videolarının sonucu ne olacak? Sedat Peker 17-25 Aralık döneminde çok popüler olan -ama siyaseten sonuçsuz kalan- Fuat Avni’nin güncel rolünü mü üstlendi; yoksa bugün başka bir durum mu var? Çok iddialı değilim ama Sedat Peker videolarına gösterilen ilginin siyasi sonuçları olmayacağını varsaymak bana pek gerçekçi gelmiyor. Kendimce hem siyasi hem de ekonomik gerekçelerim var, izah etmeye çalışayım.
İlk sebep siyasi: iktidar seçmeni 17-25 Aralık dosyalarını siyasi dosyalar olarak algıladı, bunu hepimiz biliyoruz. AK Parti tabanı 17-25 Aralık sürecinde “Ürkütücü bir güce sahip olan Gülen grubu iktidarı devirmek için bu dosyaları kullanıyor” diye düşündü. İddiaların (en azından bir kısmının) doğru olduğunu bilenler ve/ya böyle düşünenler dahi Gülen grubuna güvenmediği için iddialara prim vermedi. Yine bu siyasi gerekçe bağlamında şu hususu da hatırlamak yerinde olur: o dönemde iktidarın yargı üzerinde (bugünkü gibi) bir hakimiyeti yoktu. İktidar seçmeni iddialar doğru dahi olsa mahkemelerde hakkaniyetli-âdil bir yargılama olacağına inanmıyor ve -suçlu olmadığını varsaydığı- Erdoğan’ın suçluları kendi elleriyle cezalandıracağını düşünüyor veya umuyordu.
İkinci sebep ekonomik: yine biliyoruz ki 2013’de ekonomi hiç de fena gitmiyordu, ortalama vatandaş gidişâttan memnundu. İktidar seçmeni siyasi bir skandalla ortaya çıkacak kaotik durumun memnun olduğu gidişâta zarar vermesinden çekindi. O dönemde muhalif seçmenler arasında dahi -temelde ekonomik gerekçelerle- “aman istikrar zarar görmesin” diyen epey insan vardı.
Sonuçta, Erdoğan 17-25 Aralık sürecinde kuyuya tam düşmek üzereyken tabanından aldığı siyasi destekle bunu atlatmayı başardı ama tabanının tepkisini doğru yorumlayabildi mi, açıkçası ben emin değilim. İktidar tabanı Mart 2014 belediye ve Ağustos 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’a destek vererek bu süreci atlatmasını sağladı. İktidar tabanının bir kısmı, muhtemelen çoğunluğu, 17-25 Aralık dosyalarının tamamen komplodan ibaret olduğunu düşünüyordu. Fakat iktidar seçmenlerinin epeyce bir kısmı bu dosyaların -tamamen veya kısmen- doğru olmakla birlikte siyasi amaçla kullanıldığı fikrindeydi. Yani iktidar tabanı, en azından bir kısmı, Erdoğan’dan kendi raconunu keserek adâlet sağlamasını bekledi ama beklentisinin karşılıksız kaldığını biliyoruz. 2014 sonlarında suçlanan bakanların Yüce Divan’a sevki konusu TBMM’de oylandı ve AK Partili vekillerin oylarıyla reddedildi. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu “Suçlanan bakanlar Yüce Divan’da aklanıp gelsinler, böylelikle AK Parti üzerinde şaibe kalmasın” düşüncesindeydi, ancak Erdoğan’ın müdahalesi sonucunda Yüce Divan engellendi.
Tökezleyen AK Parti
Haziran 2015 genel seçimlerinde AK Parti yeterince başarılı olamadı. Ekonomik gidişât açısından ciddi fark yoktu, ama %40,87 oy alarak seçimden yine birinci çıksa da tek başına iktidar olamadı. Bu sonucu yalnızca tek bir sebeple açıklamak mantıklı olmaz, ancak iktidar tabanındaki desteğin yıprandığına işaret eden ciddi bir veriydi. Erdoğan seçim sonuçlarından mesaj çıkarmak yerine koalisyonları engelleyerek topluma bence bir tür “siyasi şantaj” yaptı. PKK’nın yeniden başlayan çatışma sürecinde gaza basmasına ve “derin provokasyon” kokan gelişmelere muhalefetin beceriksizliği de eklenince seçmen “Erdoğansız istikrar oluşamayacak” diyerek 1 Kasım 2015 seçimlerinde AK Parti’yi yeniden tek başına iktidar yaptı.
Seçim sonrasında AK Parti geçmişteki daha liberal çizgisinden adım adım uzaklaştı. Güvenlikçi-hoyrat bir siyasi çizgiyi benimseyen ve MHP’ye yakınlaşan AK Parti, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında MHP ile fiilen ortak hale geldi. Bu ortaklık bir taraftan AK Parti’yi iktidarda tutarken seçmen nezdinde dikkate değer bir destek kaybına da yol açtı. Kasım 2015’te Ak Parti ve MHP’nin toplam oyu %61,40 iken Nisan-2017 referandumu %51,40 ile geçti, yani yaklaşık bir buçuk sene zarfında %10 kadar bir oy kaybı söz konusu olmuştu. 2018 seçimlerinde ise bu iki partinin toplam oyu %53,66 idi. Mart 2019 belediye seçimleri ise gerçek bir kırılma noktası oldu. İktidar, özellikle büyük şehirlerde, “doğal seçmeni” olduğunu düşündüğü epey bir seçmen kitlesini bu seçimde sandığa götürmeyi başaramadı. Küskün-kırgın bazı iktidar seçmenleri muhalif adaylara aktif veya pasif destek verdi, iktidarın İstanbul ve Ankara büyükşehir belediyeleri gibi 25 senelik kaleleri düştü. Cumhur İttifakı Türkiye’nin pek çok büyük şehrinde belediye başkanlıklarını kaybetti.
Türkiye en azından son 3 senedir büyük ekonomik sorunlar içinde sürüklenip duruyor. İş bulamayan ve iş bulmaktan ümidini kesmiş milyonlarca genç var. Enflasyon, maaşla çalışanların alım gücünü ciddi şekilde yıprattı. Yolsuzluk ve/ya algısı toplumda yaygın kabul görür hale geldi. Önemli ölçüde iktidar kontrolündeki medyanın “topluma karşı sorumluluk” gibi bir derdi yok, pembe tablolar çizerek sorunların üstünü örtmeye çalışıyor. Toplum hem iktidara, hem de tepkileri ifade edemeyen ve güven vermeyen muhalefete karşı tepkili; çok büyük bir öfke basıncı oluşuyor.
Ağırlaşan otoriter iklim
Eğri otursak da doğru konuşalım: Türkiye’de epey insan “aman başıma bir şey gelir mi?” korkusu içinde sinmiş durumda. İktidar kendisi için risk veya tehdit olarak gördüklerini “yola getirme”nin yolunu bir şekilde buluyor. Biraz ileri gidenlerin kendilerini “FETÖ”den içerde bulmaları işten bile değil; yargı neredeyse tamamen iktidar güdümüne girmiş durumda; iktidarın hoşuna gitmeyen kararlara imza atan yargı mensupları dahi başlarına ne geleceğinden emin değil.
Ben toplumun büyük çoğunluğunun kötü gidişâtın farkında olduğunu düşünüyorum; ama insanlar seslerini çıkaramıyor veya çıkarmaya korkuyorlar, gidişâtı endişeyle izlemekten başka ellerinden bir şey gelmiyor. Buna karşılık muhalefetin de etkili olamadığını, pasif kaldığını görüyoruz. Toplumda hem iktidara hem de muhalefete yönelik büyük bir kızgınlık var, korku ikliminin de beslediği çok büyük bir öfke dalgası büyüyor.
Sedat Peker niçin ilgi görüyor?
“Allah mısınız ulan!” diye bağıran Sedat Peker, temsilden mahrum bu öfkenin sesi olarak ciddi rağbet görüyor olabilir. Kızgın ve öfkeli insanlar kendilerini aldatılmış ve/ya kullanılmış hissediyorlar. 17-25 Aralık döneminden bu yana köprülerin altında çok sular aktı; o zaman iddialara prim vermeyenlerin bir kısmı bugün her şeye inanmaya hazır. Kral bazıları için artık çıplak. İktidar seçmenleri arasında Erdoğan’ı ne olursa olsun desteklemeye devam eden milyonlarca insanın olduğu da tabii ki doğru. Bu insanlara işaretle “Bakın, insanlar Erdoğan’ı desteklemeyi sürdürüyor” demek, züğürt tesellisi değilse gerçeklerden kaçış. Çünkü bu destek öteden beri vardı; önemli olan bu desteğin devamı değil, destekteki kırılmadır. Daha önceleri Erdoğan’ı desteklemeyip son olaylar sonrasında Erdoğan’ı desteklemeye karar veren kimse yok; ama önceleri Erdoğan’ı destekliyor iken yavaş yavaş ondan uzaklaşan çok insan var. Zaten var olan Erdoğan desteği Türkiye’nin geçmişidir, yani yeni bir toplumsal damar değildir, bunu tespit etmek de sosyolojik değil daha ziyade tarihî açıdan önem taşır. Toplumun ve siyasetin gelecekte evrilme ihtimali olan yerleri anlayabilmek açısından yeni filizlenmelerin tespiti daha anlamlı olabilir.
Ben Sedat Peker’in anlattıklarının Türkiye’deki siyasi iklim değişikliğini hızlandırdığı kanaatindeyim. Bunları, Sedat Peker’in anlattıklarının doğru olup olmamasından bağımsız olarak söylüyorum; ülke gündemi ve siyasi iklim üzerindeki iktidar hegemonyası hızla dağılıyor. 17-25 Aralık ve benzeri süreçlerin ya siyasi mahiyetleri sebebiyle veya iktidarın bu süreçleri siyasileştirmesi sebebiyle, AK Parti tabanı -hatta genel toplum- bir tercih mecburiyeti ile karşı karşıyaydı. Bugün böyle bir mecburiyet yok, bugün gündemde olan iddiaları (geçmişte iktidar çevreleriyle karmaşık ilişkiler içinde bulunan ve belki de yakında tutuklanacak olan) mafyatik bir figür seslendirdiği için insanlar -en azından bir kısmı- bu iddialara dikkatle kulak kabartabiliyorlar. Bu sebeple, iktidar tabanı açısından bu iddialar çok daha kafa karıştırıcı. Hele hele, Sedat Peker’in ortaya attığı iddiaların araştırılmasıyla ilgili önergenin AK Parti ve MHP oylarıyla reddedilmesi gibi gelişmelerin, en azından bir kısım seçmenin kafasını daha da karıştıracağını söylemek bence yanlış olmaz. (https://www.gazeteduvar.com.tr/pekerin-iddialarinin-arastirilmasi-icin-verilen-onerge-ak-parti-ve-mhp-oylariyla-reddedildi-haber-1523465)
Öte yandan altını çizmekte fayda gördüğüm başka bir husus daha var: Sedat Peker’in bunca ilgi görmesinde, iktidarın medya ve gündem üzerinde mutlak hegemonya kurmaya çalışmış olmasının bence önemli bir payı var. Türkiye’de epey bir süredir sesini iktidara karşı yükselten herkes açık veya örtük müdahalelerle engellenmeye çalışılıyor. Konvansiyonel medya büyük oranda iktidar güdümünde. TV tartışmalarına kimlerin katılacağı dahi Beştepe’nin medya komiserleri tarafından belirleniyor, bunları bilenler biliyor. Böylelikle medyanın iktidar kontrolüne girmesi ve ülkeye hâkim olan korku iklimi, Sedat Peker’in videolarına asimetrik ve kaldıraçlı bir güç sağladı. Yani Türkiye’de nisbeten dengeli ve özgür bir medya olabilse ve iktidar güdümünde olmayan isimler de rahatça konuşabilseydi, Sedat Peker’in bu denli etkili olması mümkün değildi. Sedat Peker videolarının çok rağbet görmesinin, ironik şekilde, iktidarın her şeyi kontrol etme saplantısının dolaylı bir sonucu olduğu kanaatindeyim.
Tayyip Erdoğan geçmişte karşı karşıya kaldığı pek çok bâdireyi siyasal olarak savuşturdu. Bunların bir kısmı zaten siyasaldı, siyasal olmayanları da Erdoğan siyasallaştırdı; sorunları köpürtüp büyüterek ve seçmenini/toplumu kendisiyle tehdit arasında seçim yapmaya zorlayarak savuşturdu. Kronolojik olarak gidersek; 27 Nisan e-muhtırası, 367 krizi, AK Parti kapatma davası, 7 Şubat MİT krizi, 17-25 Aralık dosyaları veya 15 Temmuz gibi olayların tamamında Erdoğan seçmeninden aldığı desteği konsolide etmeyi başardı ve bunun üzerinde sağladığı “siyasi meşruiyet” ile direndi. Halbuki bugün tam tersi bir durum var. Sedat Peker tam da bu meşruiyeti yıpratıyor ve bu durumun ciddi siyasi sonuçları olmaması bence kaçınılmaz. Ne tür siyasi sonuçları olacağını hep beraber yaşayarak göreceğiz.