İnsani Yardım konvoylarının sınır dışından Suriye’ye girmeleri BM Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) iznine bağlı. Bu izin geçtiğimiz günlerde çetin geçen müzakereler sonunda varılan uzlaşmayla bir yıl (ya da 6 ay?) daha uzatıldı. ABD ile Rusya arasında varılan bu uzlaşmayı, Rusya temsilcisi “tarihi” sıfatıyla nitelendirdi.
İnsan sormadan edemiyor: Bir siyasi ihtilaf neden insani yardım konusuna yansısın? Rusya neden insani yardım sevkiyatına karşı olsun?
Ama önce uzlaşının müfredatına bir göz atalım. ABD ve müttefikleri, Güvenlik Konseyi’ndeki oylamadan önce sevkiyatların 4 sınır kapısından girmesi gerektiğini savunurken, Rusya sadece bir kapıyı (Cilvegözü) onayladı.
Yine ABD ve müttefikleri sevkiyatların eskiden olduğu gibi bir yıl daha uzatılmasını isterken, Rusya bunu 6 ay sonra BM Genel Sekreterinin GK’ye sunacağı rapora bağlayarak ikinci 6 ayı yeni bir oylamaya tâbi tutmuş oldu; ABD bunun gerekli olmayacağını savunsa da.
Aslında Rusya’nın bu konudaki tutumu şöyle özetlenebilir: BM’den gelecek olan bütün yardımlar Esed rejiminin belirleyeceği (yani onun kontrolünde olan) sınır kapılarından geçecek, ve onun kontrolünde muhtaç olan bölgelere dağıtılacak.
Gerekçesi ise Suriye’nin egemen bir ülke, Esed rejiminin de bu ülkenin meşru hükümeti olduğu; ki bu argümanların ikisi de en azından tartışmalı, ister Suriyeliler nezdinde ister uluslararası camiada.
Bir de, BM insani yardımları mekanizmasında 2014 yılından beri süregelen zaten rejim kontrolünde olan bir kısım var, ki bu da yardımların yüzde 40’ına tekabül ediyor. Diğer oranlar da şöyle: İkinci bir yüzde 40 muhaliflerin kontrolünde olan bölgelere ve kalan yüzde 20 de Fırat’ın doğusundaki özerk yönetimin kontrolünde olan bölgelere.
Rejimin kontrolündeki yardımların geçen yıllarda nasıl dağıtıldığına baktığımızda, bunun büyük bölümünün siyasi hesaplarla yapıldığını görebiliyoruz; birçok sivil toplum örgütü bu durumu raporlarla belgelemiş durumda. Söz konusu insani yardımlar, rejime bağlı gayrı resmi askeri oluşumlarda savaşan militanlar ve bunların aileleri başta olmak üzere, genellikle yandaş çevrelere dağıtılıyor.
Şunu da eklemekte yarar var: BMGK’da Rusya ve ABD arasında çekişmeler ve pazarlıklar sürerken, Deraa elbeled denen Deraa şehrinin bir bölümü Rusya ve güdümündeki Esed rejimi tarafından abluka altındaydı. İnsani yardımların zaten söz konusu olmadığı bölgede normal gıda ticareti devre dışı bırakılmış, elektrik ve su gibi hizmetler kesilmiş durumda. Buradaki askeri kuşatma 19. gününe girdi.
Kuşatmanın gerekçesine gelecek olursak; rejim ve Rusya, ahalinin elindeki bireysel hafif silahları teslim etmeleri gerektiğini söylüyor. Halbuki bu silahlar, 2018 yılında Rusya’nın garantisinde varılan mutabakat gereği, nefsi müdafaa gerekçesiyle ahaliye bırakılmıştı. Bu da Deraa’ya, Esed kontrolündeki diğer bölgelere kıyasla özel bir “statü” kazandırmış durumda. Mesela Şam, Halep, Hums, Hama veya Lazkiye’de insanların kayıplara karışmasına neden olabilecek muhalif söz veya eylemleri Deraa ilinde görebiliyorduk.
Geçen Mayıs ayı sonlarında yapılan sözde başkanlık seçimlerinde Deraa ahalisi net bir muhalif tavır alınca, rejim ve arkasında duran Rusya bu durumu bitirmeye karar vermiş, askeri kuşatmayla insanları hizaya getirmeyi kafaya koymuş görünüyorlar. Bu da zaten yeni bir “taktik” değil, daha önce aynı yöntemi Zebedani’de, Darayya’da, Guta’da, Halep’te ve bir sürü yerde uygulayarak silahlı grupları ve sivil ahaliyi dize getirmeyi başarmış ve bunların büyük kısmını otobüslerle İdlib bölgesine sürmüşlerdi. Askeri kuşatma sırasında Esed militanları duvarlara “ya açlıktan ölürsünüz, ya da bize diz çökersiniz!” sloganları yazıyorlardı.
İşte Rusya bu “açlıktan ölüm veya diz çökme” rejiminin eline BM’nin sağladığı yardımların teslim edilmesini istiyor. Üstelik, BM’deki Fransa temsilcisinin dediği gibi, söz konusu yardımların yüzde 92’si Batılı ülkelerden geliyor. Bu ve yardımların geçeceği Cilvegözü sınır kapısının rejimin kontrolü dışında olduğu bilgisi, Rusya’nın bu konuda ileri sürdüğü argümanları havada bırakıyor.
Yani, ne giriş kapısı senin kontrolünde, ne yardımların dağıtılacağı bölgelere hâkim durumdasın, ne de yapılan yardımlarda dişe dokunur bir katkın var. Ayrıca arkasında durduğun rejim her konuda olduğu gibi insani yardım konusunda da güvenilir değil… Bu durumda “ya benim şartlarıma uyarsınız ya da BM insani yardım mekanizmasının güncellenmesini veto ederim” diyorsan tam bir zorba gibi davranıyorsun demektir.
Bu durumda soru şu: Rusya insani yardımlar konusunda neden küstah bir mahalle kabadayısı gibi davranıyor, davranabiliyor?
Bu sorunun cevabını karşı tarafın tavrında aramalıyız. Suriye sorununu insani yardım boyutuna indirgiyorsan, Rusya da sana karşıklıksız hiçbir şey vermeyecektir. Seni kapısına kadar getirterek pazarlık yapacaktır. Onun gönlünü almak için çeşitli tavizler vermek durumunda olacaksın.
Halbuki Suriye sorununu çözmek amacıyla 2015’te alınan 2254 sayılı bir BMGK kararı mevcut. Karar, 2 yıl içinde hedefe ulaşmayı öngören bir çözüm yol haritası içeriyor. Buna göre, 1) rejim ve muhalefetin uzlaşısıyla bir geçici tam yetkili yürütme konseyi oluşturulacak, 2) bu konseyin kontrolünde yeni bir anayasa yazılacak, 3) bu anayasaya göre meclis ve başkanlık seçimleri yapılacaktı… Tabii her şeyden önce bütün ülkeyi kapsayacak bir ateşkes ve iki tarafın masaya oturması da kararın maddeleri arasında yer alıyordu.
Başta ABD olmak üzere Batı bloğunun bu süre içinde bütün yaptığı, Suriye başağrısını Rusya’ya devretmekten ibaret oldu. Rusya da eline verilen bu yetkiyle BMGK kararını rafa kaldırdı, “Suriye’de çözüm ancak siyasi olabilir” sloganı altında muhalif güçlerin kontrolündeki bölgeleri uçak ve füze saldırılarıyla bir bir ele geçirdi, o bölgedeki hayatta kalabilen insanları da başka bölgelere sürerek Esed rejimine devretti.
Böylece askeri dengeler rejim lehine büyük ölçüde değişirken, Rusya BM’yi devre dışı bırakıp 2017 yılının başlarında Astana sürecini başlattı. Artık Suriye sorunu Rusya, Türkiye ve İran’ın insafına bırakılmış, ABD’ye ise varılabilecek bir çözümde sadece veto hakkı kalmış oldu. ABD’nin DEAŞ terör örgütü, Türkiye’nin de PYD dışında bir sorununun olmadığı koşullarda, Rusya ve İran’ın Esed rejimini yeniden meşru göstermek hedefi artık epeyce gerçekçi görünüyor. Ve buna ne Türkiye’nin, ne Arap ülkelerinin, ne de ABD ve Batılı müttefiklerinin itirazı var.
Bir istisna dışında: İsrail İran’ın Suriye’de kalıcı bir güç olarak yerleşmesine kesin olarak karşı. Fakat mevcut durumda İran’a bağlı Şii cihatçılar Suriye’nin hemen her yerinde olduğu gibi İsrail sınırına yakın bölgelerde de konuşlanmış durumdalar ve daima hareket halindeler. İlaveten İranlı Devrim Muhafızlarından askeri danışmanlar rejim ordusunun birçok birliğinde ve hatta genelkurmayda bile söz sahibi. İran’ın Irak üzerinden Suriye ve Lübnan’a silah ve cephane sevkiyatı devam ediyor. Buna karşılık olarak da İsrail Suriye’deki İran mevzilerine ve silah konvoylarına sürekli hava saldırıları düzenliyor.
İşte Rusya’nın Suriye’ye öngördüğü “çözüm” dönüp dolaşıp İran-İsrail düğümüne takılıyor.
Durum buyken Rusya’nın krizi yöneterek zaman kazanmaya çalışmaktan başka seçeneği yok gibi görünüyor.
İşte Rusya böyle bir siyasi çaresizlik içindeyken, ABD’nin Suriye sorununu insani yardım boyutuna indirgemesi ve bunu bile Rusya’nın şantajı nedeniyle yönetememesi, Moskova’ya büyük bir koz verdi ve Putin kendince Biden yönetimini hizaya sokmayı başardı. Rusya’nın BM daimi temsilcisi yardım girişleri anlaşması için “yapılan uzlaşma tarihi bir adımdır” derken aslında Putin Rusyası’nın asıl derdini dışa vuruyordu: “Batı, özellikle de ABD Rusya’yı ciddiye almalı, bir süper küresel güç olduğunu tanımalıdır!”
Acaba Biden Putin’in bitlerini kaşıyarak daha büyük hedeflerin mi peşinde, yoksa gerçekten de güçten düşmüş bir ABD’yle mi karşı karşıyayız?