Bu yazıyı Cumhurbaşkanımızın dün geceki televizyon yayınına hasretmeye karar vermiştim, öyle de yapacağım. Muhtemelen farkında olmadığınız birçok kritik detayı öğrenince şaşıracak ve sevineceksiniz… Ama önce bir yazarımızın hakkını teslim etmeme izin verin…
Metropoll şirketinin saha çalışmasını Serbestiyet sayfalarına taşıma cesaretini bir tek Yıldıray kardeşim gösterdi. Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinden sonra “Erdoğan’ın görev yapış tarzını onaylıyorum” diyen HDP’li seçmen sayısı sadece bir ayda yüzde 12,4’den 32,9’a çıkmış. Üstelik hiç çay fırlatmadan! Seçimlere doğru bir başka ziyarette çay organizasyonu ile birlikte oyların âdetâ şaha kalkması işten değil. Şimdiden sevindirici bir not, İletişim Başkanlığı yangın uçaklarının çay fırlatma noktasında çok başarılı olacağını düşünmekte.
Gelelim dün geceki muhteşem programa… Bilindiği gibi yayın yüz elli altı (rakamla 156) ülkede ve kırk sekiz (rakamla 48) dilde gösterildi. Bütün dünya âdetâ küresel liderliğe ilerleyen Türkiye’nin hedeflerini, yapacaklarını anlamaya çalıştı. Ancak (kendi sözleriyle “onlarla yatıp onlarla kalkan”) deneyimli Cumhurbaşkanımız Batılılara tek bir açık bile vermezken gariban halkların yüreğini âdetâ umutla doldurdu.
Programla ilgili öne sürülen iki tezvirata öncelikle cevap vermek istiyorum. Efendim, Cumhurbaşkanımızın karşısında iki tane prompter varmış da, cevaplar oradan okunuyormuş da, hangi soruların sorulacağını bilmeden bu cevaplar prompter’a nasıl yazılmış olabilirmiş de… Sevgili okuyucular, biraz felsefi kaçabilir ama cevapların sabitleşmesi medeniyet seviyesinin yüksekliğinin nişanesidir! Cevap sabitleştiğinde soruların da aynı yöne evrilmesi kaçınılmaz. Cumhurbaşkanımızın programları aslında gazeteciler için bir sınav mahiyetinde. Acaba doğru soruları sorabilecekler mi? Nitekim tam da bu nedenle gazetecilerin karşısına (şimdilik) prompter koymuyoruz. Ama sınavı başarıyla geçmiş gazetecilere gelecekte prompter noktasında da gerekli alt yapı hizmeti doğal olarak sağlanacaktır.
İkinci nokta, televizyon çekiminin gece olmasına karşın odanın içine güneş ışığının girmesi… Arkadaşlar bizler mucizelerle dolu bir geçmişten geliyoruz ve mucizenin âdetâ genetiğimize işlemiş olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Şu kadarı açık, eğer programda Cumhurbaşkanı olmasaydı güneş ışığı gelmezdi. (Aynı saatlerde bir küçük partinin yöneticisi de programdaydı… Ne oldu? Işık yetmediği için ilave projektör takviyesi yapıldı.)
İçerik noktasında ise çok önemsediğim iki konu var. Cumhurbaşkanımız işsizliğin iyi yönetim sonucu düştüğünü söyledi. Dikkat ettiyseniz hiçbir gazeteci “iyi de istihdam da düşüyor, bu nasıl olabilir, nüfusumuz azalıyor mu yoksa dalga halinde depresyon intiharları mı yaşıyoruz” türünden münasebetsizlik yapmadı. Kendilerini kutluyorum! Bilinçli gazetecilik böyle bir şey. Çünkü devlet işsizliği düşürmekle sorumludur ama istihdam bireysel özgürlük noktasında anlamlı bir kategori. Devlet işsizliği düşürür, sonrasını vatandaşa bırakır. Vatandaş ister çalışır ister çalışmaz. Onun sorumluluğu… Programda bu ince ayrımı âdetâ bir nefaset örneği olarak izledik.
Nihayet Cumhurbaşkanımızın spor noktasında söylediği bir cümle… Kız voleybol takımını her yönüyle analiz ederken aynen şöyle dedi: “Şampiyonluğu kıl payı kaçırdık… Amerika’nın hali ortadaydı.” Yüzeysel dinleyenler garipsemiş olabilir. Şöyle düşünebilir bazıları: “Biz Güney Kore ile çeyrek finalde oynayıp elenmemiş miydik? ABD de finalde en iyi takımlardan biri olan Brezilya’yı 3-0 yenerek şampiyon olmamış mıydı? Yoksa Cumhurbaşkanı Brezilya’yı Türkiye mi sanıyor?” İşte yüzeysellik zihnimizi böyle âdetâ dumura uğratabiliyor… Oysa derine indiğimizde Cumhurbaşkanı mağdur halkların kardeşliğine âdetâ gönderme yapmakla kalmıyor, rehberliğin bizzat gereğini yapıyor: Motivasyon ve hedef! Güney Kore’yi yenseydik, oradan şampiyonluğa sadece bir kıl vardı… Çünkü en büyük hedef Amerika’nın ‘hali ortada’… Yani ABD denen şey bizim nezdimizde sadece bir kıl. Kısacası liderimiz dünyaya ‘kıllık etmeyin’ diyor… Anlayana tabii…