“Kutuplaşmanın, siyasi husumetten daha derin fenalıkları hakkında” başlıklı son yazım (Serbestiyet, 28 Eylül), bir zamanlar Emine Erdoğan’ı kıyafeti nedeniyle askeri hastaneye almayanların koyduğu bu ve buna benzer yasakları cansiparane savunan gazetecilerin ikisiyle ilgiliydi: Fatih Çekirge (Hürriyet) ve Şebnem Bursalı (Sabah). Konu, bu iki yazarın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan’ın davetleriyle gittikleri New York’tan gazetelerine gönderdikleri Emine Erdoğan’ın kitabına övgü yazılarıydı.
Yıldıray Oğur, Karar TV’de bu iki gazetecinin eski yazılarıyla şimdiki övgü yazılarını karşılaştırmış, böylelerinin her zaman güçlünün yanında pozisyon aldığını söylemişti.
Ben de Oğur’a hak vermiş fakat Emine Erdoğan’ın Çekirge ve Bursalı’yı bağrına basmasında da büyük bir problem olduğunu savunmuştum.
Bugün konumuz, bu defa başka bir bağlamda yine “güçlüden yana olmak…”
Şizofrenik bir psikolojiden söz etmiyorsak, “sağlıklı, mantıklı” insanlardan söz ediyorsak, onları değerlendirirken bilmemiz gereken önemli bir nokta şudur: Kişiliği oturmuş insanlarda kişiliğin bir parçası haline gelmiş olumlu ya da olumsuz özellikler istikrar kazanır, çelişkili tutumlar pek görülmez. Mesela olgunlaşmış bir özgürlük duygusuna sahipseniz, bir durumda özgürlükçü başka bir durumda yasakçı olmazsınız. Ya da -böylece konumuza da gelmiş oluyoruz- güçlüden yana pozisyon almak gibi oturmuş bir kişiliğiniz varsa, özneden bağımsız olarak, genel olarak bütün güçlülerden yana pozisyon alırsınız.
Geçen yazımda, ‘içte’ güçlüden yana olanın işte bu nedenle ‘dışta’ da öyle olmasının normal olduğunu söylemiş, bir sonraki (yani okumakta olduğunuz) yazıda yine Fatih Çekirge örneği üzerinden bunu göstereceğimi söylemiştim. Hatırlayalım:
“‘Her dönemde güçlünün yanında saf tutangiller’ kategorisinin gazeteci varyantında yer alan iki şahsiyetin (Yıldıray Oğur’un eleştirisini) hak ettiği hususunda tabii ki şüphem yok. Yoğun medya takibi yaptığım yıllarda bilhassa Fatih Çekirge’nin genel yayın yönetmeni (Star) ve ardından köşe yazarı (Hürriyet) olarak sergilediği muhteşem performansı yakından izlemiştim. Fatih Çekirge’nin genel yayın yönetmenliği dönemi, ABD’nin Afganistan’a ve Irak’a açtığı savaşlar dönemine rastlıyordu ve Çekirge o yıllarda yalnız ‘içte’ değil ‘dışta’ da güçlüden yana olduğunu gösteren bir ‘duruş’ sergilemişti; bakmayın siz bugünkü ‘kahpe Amerika’ yazılarına… Bir sonraki yazıda, Medyakronik’teki mesai arkadaşım, rahmetli Kürşat Bumin’in o zamanlar uygun gördüğü başlıkla “Star savaşları ve Çekirgeler” meselesini ele alacağım…”)
Artık Fatih Çekirge’nin “güçlü dış güç” hayranlığı meselesine geçebiliriz.
Fatih Çekirge, bugün: “Savaşı bilgisayar oyunu gibi gören CIA ve Pentagon…”
Fatih Çekirge, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinden sonra, geçtiğimiz günlerde “ABD emperyalizmi”nin ağzının payını veren bir yazı kaleme aldı. Yazının son bölümü şöyleydi:
“Kore’den Vietnam’a, Irak’tan Suriye’ye, Latin Amerika’dan Afrika’nın içlerine kadar yıllardır aynı yöntemi uygulayan bir ABD var.
“Silahlandır, vaatlerle kışkırt, milliyetçi duyguları, dini duyguları kaşı, yeri gelince para ver.
“Ve böylece yönet…
“Son olarak şimdi de Suriye’de ‘DAEŞ’e karşı Kürtleri organize ediyor’ masalı var..
“Yani diyorum ki…
“Soğuk savaştan kalma bu emperyalist yöntem artık eskidi.
“Çağı da geçti.
“Ve ABD bu yöntemde ısrar ettikçe; CIA ve Pentagon bilgisayar oyunu gibi gördüğü bu saçma ve insanlık dışı yöntemi sürdürdükçe; daha çok insan acı çeker… Daha çok göçle karşılaşırız. Daha çok katliamlar olur…”
Fatih Çekirge, o gün: “Düellocu ABD, pusucu Orta Doğu”
Savaşı “bilgisayar oyunu gibi gören CIA ve Pentagon…”
Bugün bunu yazan kişinin 20 yıl önce ABD Orta Doğu’ya ve Afganistan’a saldırmaya hazırlanırken, savaşı bilgisayar oyunu zanneden bir gazetenin genel yayın yönetmeni olduğunu düşünebilir misiniz?
13 Eylül 2001… İkiz Kuleler’e saldırının iki gün sonrası… Genel yayın yönetmenliğini Fatih Çekirge’nin yaptığı Star gazetesi birinci sayfanın göbeğinde Orta Doğu’yu ve Afganistan’ı kapsayan ‘bölge’nin uydudan alnmış bir görüntüsüyle çıktı. “Balyoz havada” manşetinin ‘görsel’iydi bu. Görüntüde yer alan ülkelerin bazılarından oklar çıkartılmıştı ve okların ucunda o ülkelerin başkentlerinin nüfusunun kaç olduğu belirtiliyordu.
Manşet metni korkunçtu: Star, ABD’nin Pearl Harbour’da verdiği 2 bin 500 kaybın intikamını Japonya’ya 250 bin kayıpla ödettiğini hatırlatıyor; bu ölçüyle, öcünü alabilmek için ‘bölge’den kaç kişiyi öldüreceğini okurlarına hesaplatmaya çalışıyordu. Ortaya korkunç bir rakam çıkıyordu ama Star’ın okurlarına bu rakamı telaffuz ettirmekten büyük bir haz duyduğu da açıktı.
İkiz Kuleler’de 3 bin insan öldü, fakat ilk gün ABD basını bu rakamın 50 bine kadar çıkabileceğini yazmıştı. Star da hesabını bu rakamı esas olarak yapıyordu.
Yani Çekirge’nin gazetesinin okurlarından çözmelerini istediği matematik problemi şuydu: 2 bin 500 ölünün karşılığı 250 bin ise 50 bin ölünün karşılığı kaçtır?
Cevap: 5 milyon.
O sabah Star’ın manşetini görünce, Medyakronik’i birlikte hazırladığımız Kürşat’a, bu sana düşer dedim. Kürşat, ironik “Star savaşları ve Çekirgeler” başlığı altında şöyle yazdı:
“Oğul Bush, Baba Bush’un izinde… Körfez Savaşı’nın ‘iyilerin kötülere karşı savaşı’ klişesi geri geldi… 11 yıl önceki bu klişeyi sevenler arasında Türk medyası da vardı. Öyle görülüyor ki, 11 Eylül katliamından sonra 11 yıllık bu klişe yine ısıtılıyor. Gazetelerimiz ‘üçüncü savaş’ta acilen vurulacak ‘hedef ülkeler’in listesini ilan etti bile. ‘ABD hazır’, ‘NATO hazır’, ‘hedef ülkeler’ hazır… Tabii ki Türk medyası da hazır… Haydi davranın! Uygar dünyayı seven bizimle gelsin! Star’ın bugünkü sayısını büyütüp gökdelenlerimize asalım. ‘Balyoz havada’ manşetiyle yayımlanan gazete, ‘Pearl Harbour’ baskınında 2 bin 500 askerini kaybeden ABD’nin acısını 250 bin Japonu ortadan kaldırmakla ancak dindirebildiğini hatırlatarak, intikamının bu kez kaç şiddetinde olacağını bize hesap ettirmeye çalışıyor. Üşenmeyip hesapladık, 50 bin ölü karşılığı tamı tamına 5 milyon kurban! Star fazla zorlanmayalım diye bölgenin vurulması muhtemel başkentlerini nüfuslarıya birlikte ‘TÜRKSAT 1 C uydumuzdan’ alınan bir fotoğraf üzerinde işaretlemiş: ‘Filistin nüfusu 2,6 milyon’, İran-Tahran’ın nüfusu 6,5 milyon’, ‘Sudan-Hartum’un nüfusu 1 milyon, ‘Suriye-Şam’ın nüfusu 1,5 milyon’, ‘Afganistan-Kabil’in nüfusu 2 milyon…’ İyi iyi! Bakın 5 milyonu kolaylıkla bulduk bile!”
Pusu ve düello
Aynı gün genel yayın yönetmeni Fatih Çekirge de “Pusu ve düello” başlıklı bir başyazı yazdı. Çekirge’ye göre ABD ‘düellocu’, Ortadoğu ‘pusucu’ydu… ABD mutlaka cevap verecekti ve bunu bir pusucu gibi gizlenerek değil, bir düellocu gibi göstere göstere, mertçe yapacaktı.
Daha başlamamış bir savaşın haberini bu adrenalin düzeyiyle veren bir gazetenin ABD uçaklarının bombardımanı başlayınca nasıl heyecanlandığını, ardından nasıl eğlendiğini tahmin edebilirsiniz… Fakat muhtemelen “o kadarı da olmamıştır” diyeceğiniz iki Star ‘haber’ini de hatırlatalım burada.
Gerçi tek başına “Amerika’nın savaşı” dahi Türk basınının adrenalin düzeyini yükseltmeye yetiyordu ama Türk basını daha fazlasını istiyordu… “Biz” de işin içinde olmalıydık…
Star’ın ‘Balyoz havada’ manşetinden dört gün sonra, 17 Eylül’de Hürriyet “Biz de Irak’a gireceğiz” haberiyle bu işin öncülüğünü yaptı. 19 Eylül’de Star, “24 saatte Bağdat” manşetiyle “öyle girilmez, böyle girilir” deyip Hürriyet’i solladı. Gazetenin, isimleri belirtilmeyen “askerî uzmanlar”a dayandırdığı habere göre “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Irak planı hazır”dı. “Bir gecede 100 bin asker sınırı geçecek, yedi üsten havalanan uçaklar hedefleri vuracak, 24 saatte Bağdat’a girilecek”ti…
Merkez medyanın zaten tahammül ötesi bir boyuta varan savaş çığlıkları, bu işi yaparken tutturdukları üslupla ve ırkçılığa varan yorumlarıyla mide bulandırıcı bir hâl alıyordu…
9 Ekim 2001 tarihli Star gazetesi bu nitelikteki birden fazla “haber”iyle eline kimsenin su dökemeyeceğini bir kez daha gösterdi.
Bunlardan “Ağzınızla Yiyin” başlıklı ‘haber’ ABD’nin Afganistan’a bombalarla birlikte yiyecek paketleri de attığına dairdi… Paketlerin üzerinde “nasıl açılır”ın değil, “nasıl yenilir”in tarifi varmış. Başına bombalar yağmakta olan bir halkla şöyle eğleniyordu Star’cılar: “Paketin nasıl açılacağı değil, içindekilerin nasıl yeneceği tarif ediliyor. ‘Kaşığı ağzınıza götüreceksiniz ve yiyeceksiniz’ manasında… Pakette suşi yok. İşte bunlar var… Menü idare eder…”
Ne diyordu Fatih Çekirge 27 Eylül 2021 tarihli yazısında:
“Kore’den Vietnam’a, Irak’tan Suriye’ye, Latin Amerika’dan Afrika’nın içlerine kadar yıllardır aynı yöntemi uygulayan bir ABD var. Silahlandır, vaatlerle kışkırt, milliyetçi duyguları, dini duyguları kaşı, yeri gelince para ver. Ve böylece yönet…”
Hayır, 20 yıl arayla yazılanları iki Çekirge arasındaki çelişkiyi vurgulamak için karşılaştırmadım. Çelişki yok. İki Amerika ve bir Çekirge var. Birinci Amerika güç sahibi olduğu için Çekirge Amerikancı, ikinci Amerika çaptan düştüğü için Çekirge anti-Amerikan…