Sezen Aksu’nun “Avcı” şarkı sözlerini Ermeniceye çevirip paylaşma fikri nasıl doğdu? Bu paylaşımın sosyal medyada akıma dönüşmesi nasıl oldu? Yaşadığınız süreçten birkaç anekdot paylaşabilir imsiniz?
Herkes gibi ben de olan biteni takip etmeye çalışıyorum ve memleketçe halimiz ve ahvalimizden ötürü acı çekiyorum. Mevcut iktidarın iktidarını kaybetmemek için yapabileceklerinin sınırının olmadığını görüyorum ve bu anlamda Sezen Aksu etrafında koparılan fırtınayı da sürekli kaos, şiddet ve kutuplaştırma yaratarak yönetme ve bu yolla karşıtlarını sindirme, susturma siyasetinin bir parçası olarak değerlendirdim. Bu siyaset, bazı simgesel isimlerin üzerine giderek kendi açıklarını gözden uzaklaştırma, kitlesini zinde tutma ve halk tabanındaki çözülmeyi engelleme amacı güderken aynı zamanda muhalif damarları da tıkama, geriletme ve faşizan bir baskıyla ülkeyi dilediği gibi yönetme arzusunda.
Aslında Sezen Aksu’ya karşı kurgulanan tepkiler etrafında şahsen bir şey söyleyecek değildim. Sosyal medyada sadece Twitter kullanıyorum ve epey bir süredir her konuda mutlaka bir laf etmekten, gündem hakkında mütalaada bulunmaktan uzak duruyorum. Sürekli ülkenin inişli çıkışlı halleriyle yaşamak bence hepimizin ruhlarını çok hırpalıyor ve bunun yerine işimi yapmaya odaklanmaya gayret ediyorum. Önemli bulduğum sözleri, yazıları, işleri paylaşarak görülmelerini sağlamakla yetiniyorum çoğu zaman. Ama Erdoğan’ın Cuma namazının ardından cami içinde yaptığı konuşmayla iş “dil koparma” noktasına gelince hem çok ürktüm hem de çok öfkelendim.
Cumartesi sabah saatlerinde içimdeki sıkıntıyı ve fikrimi ifade etmek için Twitter’a şunu yazdım: “Sezen Aksu Türkiye’dir. Maalesef Tayyip Erdoğan da Türkiye’dir. Sezen Aksu Türkiyesine ne kadar yaklaşırsak o kadar eşit, özgür, adil bir ülkede kardeşçe yaşayacağız; dil koparan öbür Türkiye’de ise bizi bugünkünden de ağır şiddet, ayrımcılık, adaletsizlik, düşmanlıklar bekliyor.”
Sonra, akşam saatlerinde Sezen Aksu’dan gelen harika cevap beni duygulandırdı; onun bilgeliği, geri adım atmaması ve sözünü tam da olduğu kişi olarak, Sezence ifade etmesi beni çok etkiledi.
Yıllardır yayıncılık yapıyorum, gazetecilik yaptım, yazı çiziyle uğraşıyorum, işim kelimelerle, cümlelerle ve Ermeniceyi sonradan öğrenmiş olsam da çoğu zaman anadilim Türkçeyle Ermenice arasında geçiyor hayatım. Bu arada şiir çevirmeyi de seviyorum; yayınevinin sosyal medya hesabından her hafta benim çevirdiğim bir şiiri paylaşıyoruz. Dolayısıyla çok doğal bir itkiyle, anadilimde yazılmış bir şiiri, bana dokunan, üzerimizdeki baskıyı bir anlığına da olsa kıran, “bu da geçer ya hu”yu ve “Sultan Süleyman’a bile kalmadı”yı hatırlatan bir şiire ses vermek, onu ikinci dilime, Ermeniceye çevirerek bir uçurtma gibi ortalığa salmak istedim.
Zaten Cumartesi günü çalışıyordum, bilgisayar başındaydım, sözler kolay olduğu için hızlıca çevirdim. Hatta o an şiir Türkiye’de konuşulan bütün dillere çevrilse ne güzel olur diye düşündüm, bunu bir çağrı gibi paylaşmayı aklımda bir tarttım ama sonra kendi kendime “Cumartesi akşamı hangi deli şiir çevirmekle uğraşır” diye düşünüp kendime gülerek paylaşımı bir çağrı ima etmeden yaptım. Ama belli ki insanlarla ruh hallerimiz benzeşiyormuş. Ben şiiri paylaşır paylaşmaz hem çok hızlı yayıldı hem de birbiri ardı sıra insanlar kendi dillerinde çevirmeye başladılar.
Ermeniceden sonra yanlış hatırlamıyorsam ilk İzmir’in Latin harfleriyle yazılan Yunanca ağzı Smyrneika’ya çevrildi (Sezen Aksu İzmirli olduğu için bu tesadüf de çok hoştu). Ama hemen ardından Süryanice, Kürtçe, Arapça, Yunanca, İngilizce derken “Avcı” ilk gece 29, ertesi sabah saatlerinde 35, Pazar akşamına kadar 51, Pazartesi sabahına kadar da 55 dile çevrildi. Belki birkaç çeviriyi görmemiş, kaçırmış olabilirim. Bu arada mesela Kürtçe, Zazaca, Almanca gibi diller için birden fazla çeviri yapıldı. O kadar hafif bir duyguyla ve neşeyle gelişti ki her şey, misal şiiri tersten yazıp “Bu da Terstence çeviri” diyen arkadaşınkini de gördük hep beraber. Esperantoya, Elf diline, Mors alfabesine çevirenler de oldu. Uraz Kaspar arkadaşımız çevirileri seslendirip bir podcast serisi oluşturarak dizelere ses verdi. Şahsen bu çabaların hepsini alıp başımın üstüne koydum.
Bütün bu olan biten çok spontan, kendi doğallığında, belki örgütlemeye kalksanız beceremeyeceğiniz bir dayanışma jesti olarak gelişti ve bence bu yüzden de çok güzel ve sahici oldu. Gidişatı görünce olmakta olan şeyin kaydını tutmak ve sesi büyütmek konusunda sorumluluk hissettim, kenara çekilmek istemedim ve bunun için arkadaşlarımın da desteğiyle mesai harcadım.
Tam da dil koparmaktan bahsedilen bir yerde on yıllardır ülke insanının duygularına tercüman olmuş çok büyük bir sanatçıya, bu ülkenin büyük değerlerinden birine dilimiz döndüğünce destek olmaya çalışmak bence bir araya geldiğimizde güzel şeyler yapabileceğimizi gösteren, gurur duyabileceğimiz bir hareketti.
Bu anlamda bana suya ilk taşı atmak nasip oldu ama o an neye dönüşebileceğini hiç bilmiyordum. Çevirileriyle ve destekleriyle o ilk taşın yarattığı dalgayı büyüten on binlerce insan var ve her biri takdiri ve teşekkürü hak ediyor bence.
Bunu söylerken de büyük bir şey yaptığımız iddiasında değilim. Çok küçük bir şey yaptık biz ama güzel bir şey yaptık. Bu tam da Sezen Aksu’nun dediği gibi bizi üzemeyeceklerini, zaten çok üzgün olduğumuzu, dilimizi ezemeyeceklerini kanıtladı. Sesimiz, sazımız, sözümüz olduğunu gösteren bir dayanışma oldu, küçük bir not düştü tarihe.
Bir yandan da bunun ‘aktivist’ bir tutum olduğu gibi çeşitli eleştiriler de geldi. Bu eleştirilerle ilgili ne düşünüyorsunuz, cevabınız nedir bu eleştirilere?
Bu aktivizm adına başlamış ve öyle ilerlemiş bir dayanışma değildi. Birdenbire ortaya çıkan, hızla yayılan, sosyal medya diliyle “viral” olan bir tepkiydi. Dolayısıyla bahsettiğiniz türden eleştirileri anlamsız buluyorum, çok ciddiye almadım, cevap verme ihtiyacı duymadım, kendimi o konumda da görmedim.
Eğer aktivizm adına yapsaydınız bu kadar yayılmaz, bu kadar etki uyandırmazdı bence, hakikiliği kendiliğinden sıyrılıp gelmesinden kaynaklanıyordu çünkü. Kaldı ki, aktivizm kötü bir şey değil, özellikle politik aktivizme fazlasıyla ihtiyacımız var.
Bazen sosyal medya kendi kendimize söyleyip çaldığımız bir ortama dönüşüyor, bu tehlikeyi ben de biliyorum ve bu yüzden de mümkün mertebe kendimi o tür kendi etrafında dönen tartışmalardan veya kendini gösterme veya tatmin için yapılan türden paylaşımlardan uzak tutuyorum ama tekrarlıyorum, bu onlardan başka bir şeydi.
Ayrıca, sanırım kimse ülkede ifade kanallarının, eylem imkânlarının bu kadar kısıtlandığı bir zamanda sosyal medyadaki sözün, söz söyleme imkânının büsbütün önemsiz olduğunu iddia edemez. Arkadaşım Foti Benlisoy dün bir tweet attı ve bu düşüncelerimi benden çok daha iyi ifade etti: “‘Dilini kopartırız’ diyene verilen cevabı bu toprakların dillerine çevirmek küçük bir antifaşist dayanışma jestinden ibaret. Bunu idrak edemeyene, hatta daha da ileri gidip bu antifaşist dayanışmayı eleştiren ‘muhalife’ laf anlatmak gerçekten manasız.”
Meselenin tam da bu olduğunu düşünüyorum. Ben bahsettiğiniz türden tepkilerde, tam da başkaları için iddia ettikleri türden bir apolitizm, hatta sinik bir anti-politizm olduğunu düşünüyorum. Kimse büyük bir şey yaptığını iddia ederek, bunun siyasi iktidarı sarsacağını düşünerek, nasıl da büyük bir kıyama giriştik diye yapmadı bunu. Cumartesi gecesi, Pazar sabahı, evinde, mutfağında, yolda, bir duygunun dışavurumuyla ortaklaşmak ve kaybetmekte olduğu ifade kanalları ve yaşam biçimleri üzerindeki faşizan baskıya karşı bir küçük karşı çıkış, itiraz olarak yaptı.
Genelleyemem elbette, insanların görüşlerine de saygım var ama ben o türden tepkilerin en azından bir kısmının, Sezen Aksu’nun zaman zaman siyasi pozisyon geliştiren, misal Kürt meselesinde barış ve adalet isteyen, ülkenin etnik, dinsel, dilsel çoğulluğunu bilen ve bu anlamda da eşitlik talep eden, bunu da yeri geldiğinde sesi, sözü ve hareketleriyle gösteren ve evet bunca şeyi yaparken belki bazen hata da yapan hakiki bir figür olması karşısındaki nasyonalist kincilikle ilgisi olduğunu düşünüyorum.
Buralarda bize özgü bir kozmopolitizm damarı var geçmişten beri, bunun kadri kıymeti hiç bilinmiyor ve bu kozmopolitizmin taşıyıcısı olan herkes, bütün halklar için eşitlik ve özgürlük isteyen simge figürler, Sezen Aksu gibi, Orhan Pamuk gibi, Osman Kavala gibi, hiç sevilmiyor sağ veya soldaki tekçi milliyetçiler tarafından. Onların arasından çıkmış, etnik olarak Türk olan bu simge isimler onlara fazla karışık, fazla bulaşık, fazla melez geliyor, başka türlü bir biraradalığın mümkün olduğunu ima eden ve bunun için çalışan bu insanlar onlarda herhalde bir tür tiksinti uyandırıyor. Bu isimlerin siyasi pozisyonları, sözleri ve yapıp ettikleri nedeniyle bu kadar hırpalanmasının başka bir açıklamasını bulamıyorum.
Üzerine titrememiz gereken isimlere ıstırap çektirmeyi maharet sayıyoruz bu ülkede. Büyük bir toplumsal patoloji tarihi var bunun arkasında ve Türk kimliğinin temel ve kurucu sorunlarından biri de bu gibi geliyor bana.
*Manşet fotoğrafı: Miran Manukyan