Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIÂdem aleyhisselamın yaratılışı ve cennetten çıkartılması

Âdem aleyhisselamın yaratılışı ve cennetten çıkartılması

Sezen hanımın yanlış bulduğum ifadesine karşı yapılacak şey güzellikle doğrusunu anlatmak, kendisi için hayır dua etmek ve hayrını dilemekten başka bir şey değildir. Eğer dert üzüm yemek ise, bu da ancak olayı şahsileştirmeden ve kişisel bir hırsa dönüştürmeden doğruyu hassasiyetle açığa çıkararak olur. Dert bağcıyı dövmek veya siyaseten nemalanmak olursa da bu ancak zulümdür ve asla tasvip edilemez.

Kur’an-ı Kerim’de peygamber kıssaları çok geniş bir yer tutar. Bazıları üzerinde ise daha büyük bir önemle durulmuştur. Bunlardan biri de Kur’an’da alemlere üstün kılındığı (Ali İmran, 33) bildirilen Âdem aleyhisselamın yaratılması, kendisine meleklerin de üstünde bir ilim verilmesi, meleklerin ona secde etmeleri, İblis’in onunla eşini kandırması ve cennetten çıkartılmalarının anlatıldığı ayetlerdir.

Allah-u Teâlâ bu kıssalar için “Peygamberlere ait haberlerden kalbini yatıştıracak olanlardan her türlüsünü sana kıssa olarak anlatıyoruz. Bunda da sana bir hakikat, müminlere de bir öğüt ve ibret gelmiştir” (Hûd, 120) buyurmuştur.

Beşeriyetin babası Âdem aleyhisselamın yaratılmasındaki hikmet, Kuran’da “Bir zamanlar Rabbin meleklere ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti” (Bakara, 30) şeklinde beyan edilmektedir.

Halife kavramının sözlükteki karşılığı “birinin yerine geçen kimse, vekil” olmakla birlikte burada kastedilen yeryüzünde Allah’ın emirlerini duyurma ve yerine getirmeye memur bir beşer yaratacak olmasıdır ki bu da hiç şüphesiz Âdem aleyhisselamdır.

Allah’ın yeryüzünde halife yaratmayı dilediğini öğrenen melekler, bunun hikmetini sorarak “‘Orada bozgunculuk yapacak ve kanlar dökecek bir kimseyi mi yaratacaksın? Oysa biz daima sana hamdinle tesbîhte bulunmaktayız ve sürekli seni takdîs etmekteyiz’ demişlerdi” (Bakara, 30).

Tefsir kitaplarında, yeryüzü yaratıldığında oraya ilk olarak cinlerin yerleştirildiği anlatılmaktadır. Cinlerin fesat çıkararak kan dökmesi üzerine, içlerinde henüz faziletlerini yitirmemiş olan İblis’in de bulunduğu melek ordularıyla hüsrana uğratıldığı kaydedilmiştir.

Meleklerin bozgunculuk çıkaran cin taifesinden sonra yer üzünde kendilerinden başka bir halifenin yaratılmasındaki hikmeti anlayamamaları üzerine, sordukları soruya Allah azze ve celle cevaben “‘O sizin bilemeyeceğiniz şeyleri şüphesiz ki ben bilmekteyim’ buyurmuştu” (Bakara, 30).

Âdem aleyhisselamın ilk insan olarak topraktan ve babasız yaratıldığı, Kuran-ı Kerim’in çeşitli ayetlerinde hiçbir itiraza yer bırakmayacak şekilde açık olarak beyan edilmektedir (Sâd, 71; Âl-i İmrân, 59).

Meleklerin, Âdem aleyhisselamın yaratılmasındaki hikmeti sormaları üzerine, Mevla Teâlâ bunu ayrıntılı bir şekilde açıklamak üzere şöyle buyurmuştur:

“Ve (Allah) Âdem’e isimlerin hepsini öğretti, sonra onları meleklere gösterip: ‘Haydi davanızda sadıksanız bana şunları isimleriyle haber verin’ dedi” (Bakara, 31)

Âdem aleyhisselama varlığın isimlerinin öğretilmesi, Mevla Teâlâ’nın bütün yarattığı şeylerin cinslerini, işlevlerini ve isimlerini Âdem aleyhisselama öğretmiş ve tamamını ona ilham etmiş olmasındandır.

Kendilerine varlıkların isimleri sorulan melekler “Dediler ki: “Yücesin sen (ya Rab!). Bizim, senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz yoktur. Şüphesiz sen bilensin, hakîmsin” (Bakara, 32)

Melekler varlıkların isimlerini haber vermekten aciz olduklarını itiraf edince Mevla Teâlâ, Âdem aleyhisselamın onlardan üstünlüğünü ispat için ona “‘Ey Âdem, bunlara onları isimleriyle haber ver’ dedi. Bu emir üzerine Âdem onlara isimleriyle onları haber verince, (Allah) ‘Ben size, ben göklerin ve yerin gayblarını bilirim, sizin açıkladığınızı da içinizde gizlediğinizi de bilirim’ dememiş miydim?’ dedi.” (Bakara, 33)

Böylelikle ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselamın fazileti, kendisine öğretilen bu müstesna ilimle ispat edilmiş olur. Melekler, ibadet ve itaat bakımından son derece eşsiz varlıklar olsalar da Allah-u Teâlâ’nın Âdem aleyhisselama vermiş olduğu ilimle onun üstünlüğünü ispat etmesi, Allah indinde ilme verilen değerin de bir göstergesidir.

Kimseye taşıyacağından fazla yük yüklemediğini de beyan eden (Bakara, 286) Cenab-ı Hakk’ın, Âdem aleyhisselama yüklediği hilafet vazifesi gereği ona ilim ilham etmesi zaten şaşılacak bir şey değildir ki, Kuran-ı Kerim’in farklı yerlerinde diğer peygamberlere yapılan ilhamlara örnekler bulmak da mümkündür (Neml, 15; Maide, 110; Yusuf, 101; Kehf, 65; Enbiya, 80).

Kıssa şöyle devam etmektedir: “Ve o zaman meleklere: ‘Âdem’e secde edin!’ dedik, hemen secde ettiler. Yalnız İblis dayattı, kibrine yediremedi, inkârcılardan oldu” (Bakara, 34).

Buradaki secde meleklere Âdem aleyhisselamı selamlamak ve ona saygılarını arz etmek üzere emredilmiştir; ancak İblis, Âdem aleyhisselamı hakir görerek, onun topraktan kendisinin ise ateşten yaratılmasını bir üstünlük zannederek (Araf, 12), ona hürmet etmekten kaçınarak Allah’ın emrine karşı gelmiştir.

Mevla Teâlâ Hazretleri, Âdem aleyhisselamı cennete yerleştirmek üzere şöyle buyurduğunu beyan etmektedir:

“Dedik ki: ‘Ey Âdem, sen ve eşin cennette oturun, ikiniz de ondan dilediğiniz yerde bol bol yiyin, fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa (kendine) zulmedenlerden olursunuz’” (Bakara, 35)

Burada bahsedilen ağaç, türü ve meyvesi hakkında çeşitli rivayetler olan yasak ağaçtır. “Zulmedenlerden olursunuz” denilerek ise “yoksa ikiniz de kendine zulmedenlerden olursunuz” ikazı yapılmıştır; nitekim yasak ağaçtan yemeleri üzerine Âdem aleyhisselam ve zevcesi “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik” (Araf, 23) demişlerdir. Ayet-i kerimeleri tek başına ve söz konusu olan şeyden bağımsız olarak değerlendirerek Hazreti Âdem için “Allah zalim dedi” yorumunu çıkarmak, ancak bir cehalet göstergesidir.

“Bunun üzerine şeytan onları oradan kaydırdı, içinde bulunduklarından çıkardı” (Bakara, 36).

Yani şeytan, Âdem aleyhisselam ve eşine, kendilerine yasaklanan ağaçtan yemek üzere vesvese verip onların ayağını kaydırmıştır (Araf, 20).

Ayette geçen “Zelle” kelimesi ayak kaydırmak manasındadır. Bu ayetten işaretle, günahsız olan peygamberlerin yanılmalarından “Zelle” olarak bahsetmek caiz görülmüştür.

Âdem aleyhisselamın yasak ağaçtan yemesi ise Allah-u Teâlâ tarafından “Bundan önce Âdem’e (bu ağaçtan yeme diye) emrettik, fakat unuttu ve biz onda bir kasıt bulmadık” şeklinde beyan edilmiştir (Taha, 115).

Unutarak işlenen bir fiil kişinin masumiyetini yok etmediği gibi, cahil olduğuna da delil değildir. Mesela oruçluyken unutarak herhangi bir şey yiyen kişinin orucu bozulmaz, kişi bununla günahkâr kabul edilemez ve o unutma fiili kişinin cehaletinden kaynaklı da değildir. Ayrıca hataya düşen bir kimse de bunu mutlak surette cehaletle yapmak zorunda değildir.

Kasıtsız yapılan hataların günahı olmasa da neticesi olabileceği gibi, Âdem aleyhisselam ve zevcesi de cennetten çıkartılmıştır. Cennetten çıkartıldıklarını bildiren ayetin hemen sonrasında Âdem aleyhisselamın tövbekâr olduğu ve tövbesinin kabul edildiği de bildirilmiştir (Bakara, 37). “Tövbe eden hiç günah işlememiş gibidir” hadisince de, Âdem aleyhisselama zellesinden dolayı herhangi bir isnatta bulunmak isabetli olmaz.

Âdem aleyhisselam için durum böyleyken bunun aksini ima etmek doğru olmaz. Bu minvalde sarf edilen sözler, kasıtlı olmasa da veya iyi niyetle de söylense inananların gönlünü kırmış olur.

Sezen Aksu’nun yıllar önce yazdığı bir güftedeki benzer ifadenin, ayet-i kerimelerde anlatılanların aksine, inat ve inkârla söylenmiş sözler olduğunu düşünmüyorum. Tanıdığımız kadarıyla kendisi kimseyi incitmek veya kutsallarına saldırmak kastıyla hareket edecek birisi de değil.

Sezen hanımın yanlış bulduğum bu ifadesine karşı yapılacak şey ise güzellikle doğrusunu anlatmak, kendisi için hayır dua etmek ve hayrını dilemekten başka bir şey değildir. Eğer dert üzüm yemek ise, bu ancak olayı şahsileştirmeden ve kişisel bir hırsa dönüştürmeden doğruyu hassasiyetle açığa çıkararak olur. Dert bağcıyı dövmek veya siyaseten nemalanmak olursa da, bu ancak zulümdür ve asla tasvip edilemez.

Kur’an’da, tebliğ yaparken hitabete dikkat edilmesi gerektiğine dair ayetler bulunmakla birlikte, kulun günlük yaşantısında farklı makamlarla kurduğu diyaloglarda da, güzel, uygun ve doğru sözlü olmaya önem vermesi gerektiğine dikkat çekildiği unutulmamalıdır (İsra, 53; Ankebut, 46; Taha, 44; Nahl, 125; Âl-i İmran, 159; Nisa, 63).

Bir peygamberin hakkını küfür, tehdit, hakaret, hatta kişinin görüntüsü ile alay ederek savunmak akıl ve mantık dışı olmakla birlikte İslami ve insani bir tutum da değildir.

Bu noktada ortak değerlerimiz için daha hassas davranılmasını temenni ediyor ve herkesi itidale davet ediyorum.

- Advertisment -