Erdoğan’ın ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk cumhurbaşkanı (yani ‘başkan’) olarak göreve başlamasından birkaç ay sonra Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Türkiye ekonomisini denetleyip raporlamak üzere McKinsey adlı bir denetim firmasıyla anlaşma yaptıklarını açıkladı.
Ekonomik bağımsızlık konusunda edilmiş onca laftan sonra gelen bu gelişme doğal olarak muhalefet partilerini harekete geçirdi. O kadar ki, iktidarı destekleyen kalemler dahi açık destek veremiyorlardı anlaşmaya.
Ve bir noktada Erdoğan sahneye çıktı, bu anlaşmayı feshettiğini duyurdu.
İşin ilginç yanı şuydu: Erdoğan’ın anlaşmayı bozduğunu duyururken kullandığı ağır eleştiri yüklü cümleler ve takındığı tavır, eleştirdiği şeyde kendisinin de sorumluluğu bulunan bir kişinin cümlelerine ve tavrına benzemiyordu.
Açıkçası, Erdoğan bu anlaşmadan hiç haberi yokmuş gibi davranıyordu: İlk defa duymuş, duyar duymaz da feshetmeye karar vermişti.
Oysa böyle bir şey mümkün değildi. Berat Albayrak’ın anlaşmayı duyurduğu tarihle Erdoğan’ın feshettiği tarih arasında en az bir ay vardı, arada bir sürü tartışma olmuştu. Zaten böyle bir anlaşmanın Erdoğan’a danışmadan yapılması mümkün değildi. Belli ki Erdoğan doğan tepkilerin büyüklüğü karşısında böyle bir adım atma ihtiyacı hissetmiş, fakat olan bitenden haberi yokmuş gibi davranmıştı. Tersi durumda aynı şeyi “hata yaptık, düzeltiyoruz” diye yapması gerekirdi.
Cumhurbaşkanlığı döneminde bir miktar inandırıcı olabilen ‘mış gibi’ örnekleri
McKinsey hadisesi, Erdoğan’ın “Bilmiyor(muş) gibi yapma” pratiğinin ilk örneği değildi. Erdoğan, kendisinin dışında bir de hükümetin olduğu eski sistemde özellikle popüler konularda, gündelik hayata dair şikâyetlerde buna benzer çok örnek sergilemişti. Birkaçını hatırlayalım:
2017’nin Ağustos ve Eylül ayları boyunca araç sahiplerini doğrudan ilgilendiren bir tartışma yaşandı. Hükümet, Motorlu Taşıtlar Vergisi’ne (MTV) yüzde 40’lık büyük bir zam yapacağını açıklamıştı. Karar, büyük bir tepkiyle karşılandı, fakat hükümetten herhangi bir geri adım gelmedi. Nihayet Ekim başında Cumhurbaşkanı Erdoğan devreye girdi ve zam oranının yeniden gözden geçirileceğini açıkladı.
MTV zammı tartışmalarına paralel giden ve yine aylar süren bir başka tartışma da otomobillere sonradan takılan cam filmlerine ceza getirilmesine dair hükümet kararnamesiydi. Bu da büyük bir tepki topladı, fakat hükümet yine oralı olmadı. Sonunda Erdoğan “son noktayı koydu” ve cam filmi cezası kaldırıldı.
UBER ve taksiler arasındaki çekişme, Erdoğan’ın “son noktayı koyduğu” bir başka sorundu. Hükümetin, özellikle büyük şehirlerdeki tüketicilerin tepkisinden çekinerek aylar boyunca paralize olduğu tartışmada Erdoğan, “taksici esnafını ezdirmeyiz” dedi ve olay kapandı.
Her üç olayda da görüntü, Erdoğan’ın olan bitenden haberdar olmadığı, ne yapılmışsa ona sorulmadan yapıldığı şeklindeydi. Yani, başta MTV’deki fahiş zam olmak üzere kararlar ona danışmadan alınmıştı ve nihayet haberdar olduğunda da “halkın nabzını iyi tutan bir lider” olarak duruma müdahale etmişti.
Oysa belli ki bu netameli konuları bilmiyormuş gibi yapıyor, böylece sorumluluğuna katlanmamış oluyor, kamuoyunun tepkisini ölçtükten sonra da ‘halkın talebi’ doğrultusunda olaylara el koyuyordu.
Yukarıdaki üç olayda da “Erdoğan son noktayı koydu” kalıbını kullandım… Sanmayın ki bu benim bulduğum bir kalıp; hayır, bu türden netameli meselelerde Erdoğan devreye girdiğinde basın istisnasız bu kalıbı kullanıyordu; Google’a bunu yazıp ararsanız Erdoğan’ın “son noktayı koyduğu” başka birçok örnek daha bulursunuz.
Tek adam yönetiminde bilmiyormuş gibi yapma taktiğinin zorlukları
Hatırlayacaksınız, Merkez Bankası’nın 128 milyar dolarlık rezervinin eritilmesi tartışmasında Erdoğan son olarak o dönemde kendisinin olmadığını, döndükten sonra rezervlerin yeniden toparlamaya başladığını söylemişti.
Yani Erdoğan bazı gelişmelerin kendisinin dışında yaşandığını, fark eder etmez de müdahale ettiğini söylemeyi bir propaganda taktiği olarak kullanan bir lider. Fakat bir cumhurbaşkanı ve bir hükümetin bulunduğu eski sistemde inandırıcı olmasa da öne sürülebilecek bu argüman, her şeye karar veren, ona sorulmadan hiçbir şeyin yapılmadığı tek adam sisteminde öne sürülebilir mi?
Aslında sürülemez… Fakat can yakan elektrik faturalarıyla ilgili olarak geçtiğimiz hafta yapılan minik tarife makyajının nasıl sunulduğu hatırlanınca işin rengi değişiyor. Anlıyoruz ki, “haberim yoktu” denemese de kimsenin yapamayacağını yapıp “halkı rahatlatan” başkan imajı yine de parlatılmaya çalışılacak.
Bakalım Erdoğan, bu hafta sonu belirlenecek fatura önlemlerini pazartesi günkü Cumhurbaşkanlığı kabinesinden sonra hangi tarzda, nasıl bir üslupla açıklayacak?