Yıllar sonra bugünlere baktığımızda hepimiz, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal ettiği gün olan 24 Şubat’ta nerede olduğumuzu hatırlayacağız.
O yağmurlu akşamda, Tel Aviv’deki, ışıkları tamamen kapatılmış Belarus büyükelçiliği önünde slogan atarak Lukaşenko rejiminin Putin’in başlattığı savaştaki işbirliğini protesto eden bir küçük bir grupla beraberdim. Protestocular çok az İbranice biliyorlardı, ancak oradayken hem Rusça “savaşa hayır” demeyi öğrendim, hem de arkadaşlarımın Rus büyükelçiliğinin önündeki daha büyük bir eylemde olduğu tahmininde bulundum.
Ertesi gün Rus büyükelçiliğinin önüne gittiğimde gördüm ki, buradaki protestocular da eski Sovyetler Birliği ülkelerinden gelen göçmenlerin oluşturduğu küçük bir gruptan ibaretti. Bu sefer de Cuma günü akşamüstü olduğu için insanların evlerinde dinlendiğini, gösterilere bu yüzden az sayıda insanın katıldığını düşündüm.
Savaşın üçüncü gününe gelindiğinde, İsrail’de protestoların genellikle en hararetli günü olan Cumartesi akşamı için geniş çaplı bir gösteri yürüyüşü planlandı. Ellerinde Ukrayna bayrakları ve pankartlar bulunan insanlar, Rothschild Bulvarı’ndan buluşma noktasına akın etti. Binlerce kişi, Tel Aviv’in merkezindeki Habima Meydanı’nı adeta bir sel gibi doldurdu.
Ama okunan ilahileri ve yapılan konuşmaları benim için çeviren nazik insanlardan başka kimseden bir kelime İbranice duymadım. Sabralardan (İsrail’de doğan Yahudiler) oluşan bir kalabalık yoktu. Üstelik işgale karşı, Filistin’in kendi kaderini tayin hakkı için, demokrasi için, toprak fethine karşı çıkmak için yirmi yıl boyunca gösteriler yapan hiçbir solcu arkadaşıma da rastlamadım.
Açıkcası büyük bir hayal kırıklığına uğramıştım. Sabralar veya benim gibi başka ülkelerden gelen göçmenler neredeydi? Bu soruyu bir taksiciye sorduğumda yorgun bir sesle şöyle cevap verdi: “Sonunda dünyada bizimle hiçbir alakası olmayan bir şey oldu…”
Bu kalıcı ve şiddetli bir işgalin başka bir maliyeti daha ortaya çıkmıştı: İsrailliler, diğer insanların acıları için bir araya gelemeyecek kadar yorgun. Kuşkusuz, Yeshayahu Leibowitz işgalin İsrail toplumunu yozlaştıracağı konusunda uyarıda bulunduğunda aklından geçen bu değildi.
Peki, İsrail solunun yokluğunu nasıl açıklayabiliriz?
Dolu dolu geçen bir haftanın sonunda, post-Sovyet ülkelerden gelen İsrailli solcu aktivistler, sabra yoldaşlarının yokluğunun farkına varmaya başladılar. Film yapımcısı Lia Tarachansky, Facebook’ta İsrail soluna neden sahada olmadıklarını adeta yalvarır bir dille soruyordu.
İsrail’de anadili Rusça olup da solcu olan kişi sayısı yok denecek kadar azdır. 1990’ların sonunda anket yapmaya başladığımdan beri, post-Sovyet ülkelerden gelen göçmenlerin büyük çoğunluğu aşırı sağcı ve milliyetçiydi. O zamandan beri, sol eğilimli İsrailli partiler ve aktivistler, çoğunlukla boş yere onların desteğini almaya çabalıyorlar.
İsrail’de liberal veya solcu amaçlar doğrultusunda faaliyet gösteren az sayıdaki (post-Sovyet ülkelerden gelen) göçmenin, sosyalizasyonlarını korumak ve sonradan girdikleri siyasi toplulukta hayatta kalmak için çelik gibi bir karaktere sahip olmaları gerekiyor. Tarachansky, gönderisinde yaklaşık 50 kişiyi etiketlemişti. Ancak aradan dört gün geçmesine rağmen anca 10 “beğeni” alabildi.
Yine de, savaşa onuncu gününde farkındalık artıyor gibiydi. Cumartesi akşamı, Zazim isimli ilerici bir eylemci ağı, Rus büyükelçiliğinin önünde bir gösteri için toplandı.
Bu sefer kalabalık, Putin hakkında çat pat Rusça veya Ukraynaca slogan atmaya çalışan utangaç İsraillilerle doluydu. Eylemde B’Tselem, Peace Now, the Alliance for Middle East Peace, Breaking the Silence gibi gruplarla bağlantılı olup eyleme bireysel olarak katılan arkadaşlara rastlasam da, orada olmayan çok sayıda insanı düşünmeden edemedim.
İsrail hükümeti, Putin’in savaştaki sorumluluğu konusunda savunulması neredeyse imkansız bir muğlaklık gösterirken, başından beri sürekli olarak bahaneler üreten sol partiler, sonunda kelime oyunlarını bırakmaya başlamışlardı.
Meretz, o ana kadarki en sağlam tutumu sergiledi: Partinin genel başkanı ve sağlık bakanı Nitzan Horowitz, Ukrayna’ya yapılan insani ve tıbbi yardımın denetlenmesi gibi tartışmalı olmayan bir konuda ahlaki bir gayret göstererek sürekli olarak açıklama yapıyor. Bildiğimiz kadarıyla Meretz’den Mossi Raz dışında eylemlere katılan başka politikacı olmadı.
Meclisteki Meretz grubunun tamamı, başbakana, dışişleri bakanına ve içişleri bakanına, ülke sınırlarını mültecilere açma çağrısında bulunan bir mektuba imza attı. Bu hamle, Yahudi olmayan kişilere, İsrail’e iltica edebilmeleri için yanlarında belli miktarda nakit para getirmeyi zorunlu tutan utanç verici bir politikanın eleştirisiydi.
İşçi Partili siyasetçiler, savaşın 11. günü olan Pazar günü, Diaspora Bakanı Nahman Shai’nin iltica talebinde bulunan bütün Ukraynalılar için kota sınırlamasının kaldırılmasını savunmasıyla, bu hareketin bir parçası oldu. İsrail Sivil Haklar Derneği, hükümeti, “uygunsuz ve yasa dışı koşullar öne sürmeden” Ukraynalı mültecilerin ülkeye girmelerine izin vermeye çağırdı.
Bir şeyler yapmanın vakti geldi de geçiyor ve şu ana kadar yapılanlar yeterli değil. Politikacılar bir yana dursun, kendisini solcu olarak tanımlayan neredeyse hiç kimse hükümetin Rusya’nın etrafında sessizce gezinmesine karşı sesini çıkarmadı. Aralarından hiçbiri, İsrail’in Ukrayna’ya neden, savunma silah sistemleri bir yana, bir miğfer bile göndermediğini politikacılara sorma cesaretini göstermedi.
Eğer bugün bütün gücümüzle Ukrayna’nın yanında duramıyorsak, İsrail’de sol siyaset neyi temsil ediyor ki? Özgürlüklere, ulusların kendi kaderini tayin hakkına, uluslararası hukuka ve evrensel adalete bağlılığımız Filistin’le mi sınırlı?
Liberallerin ikiyüzlü olduğuna yönelik iddialar ahmaklıktan başka bir şey değil. İlerici solda konumlanmanın güzel tarafı, kimse Rusya’nın Ukrayna’ya savaş açacağını hayal dahi edemeden yıllar önce, Amerika’nın savaşlarını ve İsrail’in saldırganlığını eleştirmemizdir. Ortak amaçları ve değerleri savunan bizler, ülkelere veya jeopolitik bloklara koşulsuzca bağlılığı veya düşüncesizce muhalefet etmeyi reddediyoruz.
Biz, İsrail’in işgal karşıtı solcuları olarak, Ukrayna’nın yanında yer almakla itibarımızı yitirmeyiz. Küresel normlara ve uluslararası sisteme olan bağlılığımızda haklıyız. “Uluslararası” olanı dayanışmaya yeniden taşımalıyız. Bu ilkeyi taşımayan hiç kimse, kendisi “solcu” olarak tanımlanmayı hak etmiyor.
Orijinali
Çeviren: Deniz Karakullukcu