AK Parti ve MHP tarafından uzun bir süredir gündeme getirilen ve yaklaşık 8 ayda hazırlanan sosyal medya ve internet gazeteciliğine yönelik yasa tasarısı dün (26 Mayıs) Meclis’e sunuldu.
Teklifin TBMM’ye sunulması ile birlikte Türkiye’de artık yok denecek kadar azalan basın özgürlüğü yeniden tartışılmaya açıldı.
Basın örgütleri, gazeteciler ve siyasetçiler bu yasa değişikliği ile zaten çok da özgür olmayan basının sesinin tamamen kesileceğini, bu yasanın geri çekilmesi gerektiğini söylüyor.
Yasa tasarısıyla ilgili en büyük tartışma, teklifteki 29. maddede “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” şeklinde TCK’ya yeni bir ekleme yapılmasının ve bu suça karşılık 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezaıs öngörülmesi.
Peki ‘yalan’ ya da ‘yanlış’ haber yapmak demokratik bir ülkede suç olabilir mi? Basın özgürlüğünün sınırı olmalı mı, olmalıysa nerede olmalı?
Günlük hayatta bir çok yerde rastladığımız, çok tartışılan bir kavram olan basın özgürlüğü, aslı itibari ile ifade özgürlüğünün bir çeşidi. (İfade özgürlüğünün en somut hali de denebilir.) Bu nedenle, basın özgürlüğü konusunu konuşurken ilk olarak ifade özgürlüğünü gözden geçirmemiz gerekiyor.
İfade özgürlüğü dediğimiz kavramın en geniş çerçeveli açıklamasını Prof. Dr. Mustafa Erdoğan “bir düşünce, inanç, kanaat, tutum veya duygunun barışçıl yollardan açığa vurulmasının veya dış dünyaya ifade edilmesinin serbest olması” olarak yapar.
İfade özgürlüğü, Prof. Dr. Atilla Yayla’nın deyimiyle bir kavşak özgürlüktür; yani bir ülkede hak ve özgürlüklerin ne derecede var olduğu o ülkenin ifade özgürlüğü seviyesi bakımından ne durumdan olduğuyla doğrudan ilgilidir.
İfade özgürlüğü negatif bir özgürlük olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla, ifade özgürlüğü dışarıdan herhangi keyfi bir müdahaleye ya da sınırlandırmaya maruz kalmadan herkesin kendi fikir ve kanaatlerine sahip olabilmesi ve bunları herhangi bir yolla ifade edebilmesidir. Bu bağlamda, basın özgürlüğü kavramı da basın organlarına dışarıdan bir müdahale çabası var olduğunda anlam kazanır, devletin ya da dışarıdan bir öznenin müdahale, tehdit ve şantajının var olmadığı bir durumda basın özgürlüğünü tartışmamız teorik olarak mantıksızdır.
İfade özgürlüğü, bazı filozoflara göre gerçekliğin keşfedilmesinde araçsal bir rol üstlenir. Bunun en önemli savunucusu, 19. yüzyılda yaşayan ünlü liberal filozof John Stuart Mill’dir. Bu tezin altında bireyin ve toplumun yanılmaz olmadığı gerçeği yatmaktadır.
Mill’e göre şiddet içermeyen her düşünceye özgürlük tanınmalıdır. Çünkü sosyal , siyasal olaylarda mutlak doğru yoktur ve gerçeğe ulaşmanın yolu bazen yanlış bildiğimiz düşüncelerden de geçer. Bir fikir, bir toplumun çoğunluğunda doğru kabul ediliyor olsa bile bu o fikrin doğru olduğunu göstermez. Sosyal hayatımızdaki fikir ve düşüncelerin çoğunu mutlak bir doğrulukla damgalayamayız. Yanlış bilinen fikirlerde de doğruluk payı bulunabilir. Gerçekliğe ulaşmanın yolu doğru ve yanlış bilinenler arasında sağlıklı bir sentezin kurulmasıdır.
Dolayısıyla sosyal-siyasi konularda mutlak bir doğrudan ya da pür objektif duruş/tutumdan bahsetmek mümkün değildir.
Bir örnekle açıklamak gerekirse; Gelileo, Dünya’nın düz olmadığını, aksine yuvarlak bir şekle sahip olduğunu iddia ettiğinde içinde bulunduğu toplumun neredeyse tamamı Dünya’nın düz olduğunu ve bu düşüncenin yanlış olduğunu düşünüyordu. Ama tarih bize Galileo’nun haklı, onun zamanında yaşayan diğer tüm insanların haksız olduğunu gösterdi.
Asıl sorumuza gelirsek, yalan veya yanlış haber yapmak basın özgürlüğüne dahil midir? Mill, yalan ya da yanlış haber yapmanın da belirli bir ölçüde meşru olması gerektiğini söyler. Mill, ifade özgürlüğünün sınırlarını kendisiyle özleşen zarar ilkesi çerçevesinde ortaya koyar. Zarar ilkesine göre, başkasının menfaatini ilgilendirmeyen eylemler bireyin mutlak dokunulmaz alanıdır. Fakat unutulmamalıdır ki gerçek anlamda ifade özgürlüğü, başkalarının ‘rahatsız’ olabileceği şeylerin de söylenebilmesi özgürlüğüdür.
Basın / ifade özgürlüğü, gerçekliğe ulaşmanın bir aracıdır. Basının özgür olması, farklı fikirlerin ortaya atılabilmesini ve bunların tartışılabilmesini gerektirir.
Doğru bilinen şeylerde yanlışlar, yanlış bilinen şeylerde doğrular bulunabilir. Bu sebeple, ifade özgürlüğü insanlığın gelişimi için hayati önem taşıyan evrensel bir değerdir. Bir fikri zorla susturmak sadece o fikrin sahibinin değil tüm insanlığın karşı hakkına girmek olabilir.
AK Parti ve MHP tarafından Meclis’e sunulan kanun teklifi tipik anlamda totaliter bir uygulamadır. Bu kanunun sadece muhalefete değil, ilerleyen süreçlerde toplumun diğer kesimlerine de ağır sonuçları olacaktır.
Çünkü ‘öteki’nin özgür olmadığı yerde, ‘ötekinden olmayanların’ da özgürlüğü garanti altında değildir…