Ana SayfaAli Bayramoğlu'yla BugünlerAli Bayramoğlu: “Rejim artık eksik demokrasinin ötesine geçti, tam otoriter nitelik kazandı"

Ali Bayramoğlu: “Rejim artık eksik demokrasinin ötesine geçti, tam otoriter nitelik kazandı”

Ali Bayramoğlu ile Bugünler’de bu hafta: 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişiminin ardından kurulan siyasi rejim, kurumsal açıdan zaten son derece antidemokratik nitelikler taşıyordu. Ancak bugün gelinen noktada, bu yapının ötesine geçildiğini ve fiili uygulamalarla rejimin daha da otoriter bir nitelik kazandığını söyleyebiliriz. Son gelişmeler Türk siyasi tarihine geçecek bir demokratik kabus tablosudur ve bunu açıklamak, gerekçelendirmek hiç de kolay değildir.

İZLEMEK İÇİN:

Dün, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun üniversite diploması iptal edildi.

İmamoğlu, CHP ön seçiminden önce kampanyaya başlamış, bazı illerde partililerle buluşmuştu. Ancak, Cumhurbaşkanı adayı olabilmek için üniversite mezuniyeti şartı olduğu için şu an için alaylı tartışmalarına bir süre ara verilmiş oldu.

Bunun ardından, bugün sabah saatlerinde İmamoğlu için açılan bir soruşturma ile birlikte gözaltı kararı çıktı. Soruşturmalardan ilki, belediye iştiraklerinde usulsüz ihaleler, ihaleye fesat karıştırma, nitelikli dolandırıcılık, kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirme ve rüşvet eylemlerini örgütlü bir şekilde işleme gibi iddiaları kapsıyor. Bu soruşturma kapsamında İmamoğlu dahil olmak üzere 100 kişi hakkında gözaltı kararı verildi.

Savcılıktan yapılan açıklamada, soruşturmanın kamuoyunda CHP’de para sayma görüntüleri olarak bilinen olayın ardından başlatıldığı vurgulandı.

Buna dair sorum şu: İktidarın, muhalefetin muhtemel adayını hukuki yollarla engellemeye çalışması ne anlama geliyor? İkinci sorum ise Yıldıray Oğur’unyazısında bahsettiği formül ile ilgili.

İmamoğlu’nun adaylığını engelleyen diploma sorunu ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dönem kuralı engelinin kaldırılmasını öngören anayasa değişikliği, Türkiye için faydalı bir formül olabilir mi?

Önce ikincisinden başlayayım.

Böyle bir durum elbette faydalı olur, bunda hiç şüphe yok. Ancak mevcut siyasi koşullarda bunun siyasi gerçeklerle uyumlu olduğundan emin değilim. 

Erdoğan, Cumhurbaşkanı olmasının önündeki engelleri kendi başına aşabilecek bir konumda. Bir anayasa değişikliğine gitmeden, yeterli sayıda milletvekiline ulaşarak ve Meclis’i feshederek, mevcut Cumhurbaşkanlığı dönemi yasal olarak geçerli sayılmayacak bir yolla yeniden Cumhurbaşkanı olma hakkı kazanabilir. Bu konuda gerekli milletvekili sayısına ulaşmasının önünde çok büyük bir engel görünmüyor.

Diğer taraftan, Erdoğan muhtemelen İmamoğlu’yla yarışmak istemiyor. İmamoğlu, onun için güçlü bir rakip ve kaybetme ihtimali bulunan bir aday olarak görünüyor. 

“İmamoğlu da Cumhurbaşkanı adayı olsun, ben de olayım” şeklinde bir uzlaşı mantıklı bir fikir olabilir, ancak Erdoğan’ın buna sıcak bakacağını pek sanmıyorum son gelişmelere baktığımızda.

Sorunun birinci kısmına geçelim.

Neler oluyor? Açıkçası Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeniden Cumhurbaşkanı olma niyetinde. Daha önceki seçimlerde olduğu gibi, karşısına çıkacak adayın kim olacağını belirleme konusunda bazı çabalar gösteriyor. Eskiden bunu daha çok siyasi yollarla yapardı. Örneğin, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde karşısına çıkacak isimlerin şekillenmesinde basını kullanır, muhalif siyasi partilere yönelik hamlelerde bulunurdu. Ancak bu kez attığı adımlar, önceki yöntemlerinin çok ötesine geçmiş durumda.

Bu yeni yöntem, cebri bir yöntem. Fiili kuvvetler birliği düzeninde, elinde tuttuğu adliye gücünü ve yasaların keyfi uygulanmasına yol vererek, bir anlamda muhalif ya da rakip gördüğü bir ismi devre dışı bırakacak bir mekanizmayı işletmiş bulunuyor. Son gelişmelerle ilgili bunun dışındaki hiçbir iddia ikna edici değil.

Ekrem İmamoğlu’na yönelik arka arkaya açılan davalar, onun çevresinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin İstanbul ilçe teşkilatları ve belediyeleriyle ilgili yürütülen soruşturmalar, bir kuşatma yapıldığını gösteriyor. Erdoğan’ın bu süreçte keskin, planlı ve sert hareket ettiği, dolayısıyla bir tür siyasi imaj ve kimlik likidasyonu hedeflediği anlaşılıyor.

İmamoğlu’na yönelik bu gelişmeler, demokrasi açısından son derece kritik ve rahatsız edici. Çünkü demokrasilerde iki temel çizgi varsayarız.

Bunlardan biri, seçilmiş iktidarların yargı kararlarını kabul etmesi ve bunlara itiraz etmeksizin uymasıdır. İkincisi ise muhalefetin varlığını baskı altına almadan, onu siyasi rekabetin sürdürülebileceği bir düzenin varlığıdır.

Özellikle ikinci konuda durum ortada. Bugün bir siyasi eliminasyon, yani muhaliflerin tasfiye edildiği bir süreç yaşanıyor. Bu, devlet gücünün iktidar tarafından kullanılmasıyla gerçekleştirilen bir tasfiye…

Son olarak şunu vurgulamak gerekir: Gelişmeler sadece Cumhurbaşkanlığı yarışıyla sınırlı değildir; Türkiye’deki siyasi rejimin doğasıyla da doğrudan bağlantılıdır.

15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişiminin ardından kurulan siyasi rejim, kurumsal açıdan zaten son derece antidemokratik nitelikler taşıyordu. Ancak bugün gelinen noktada, bu antidemokratik yapının ötesine geçildiğini ve fiili uygulamalarla rejimin daha da otoriter bir nitelik kazandığını söyleyebiliriz. Bu, Türk siyasi tarihine geçecek bir demokratik kabus tablosudur ve bunu açıklamak, gerekçelendirmek hiç de kolay değildir.

Bu tür suçlama ve yargı süreçlerinin, özellikle otoriter rejimlerde, siyasi muhalifleri etkisiz hale getirmek için nasıl kullanıldığını yakın tarihten biliyoruz. En yakın örnek olarak Putin’in uygulamalarını gösterebiliriz. Daha geriye gidersek, Sovyetler Birliği’nde Stalin dönemindeki yargılamalar da benzer bir mekanizma üzerinden işlemişti. 1936’daki yargılamalardan 1954-55 yıllarındaki yargılamalara kadar pek çok süreç, kanunlar üzerinden yürütülerek siyasi rakipleri tasfiye etmek amacıyla şekillendi.

Bu dolayısıyla çok kritik bir an diye düşünüyorum. İktidarın böyle bir hamleye girişmesi hakikaten demokrasi açısından çok hüzün verici bir durum.

- Advertisment -