Ana SayfaAli Bayramoğlu'yla Bugünler“Bugünkü siyasal rejimin tanımı: Devlet ile siyasetin tam bütünlüğü ve bütünleşmesi”

“Bugünkü siyasal rejimin tanımı: Devlet ile siyasetin tam bütünlüğü ve bütünleşmesi”

“Son dönemde iki büyük gelişme yaşadık; darbe girişimi ve ondan hemen önce Kürt ayaklanması. Bu iki faktörün devreye girmesi ve 'devlet bunalımda, devlet elden gidiyor' kaygısıyla devlet siyaset çatışması yerini devlet siyaset ittifakına bıraktı. Bugünkü siyasal rejimin altında yatan en önemli husus sanırım budur: Devlet ile siyasetin tam bütünlüğü ve bütünleşmesi. Böylece devletin tehlikede olduğu iddiası üzerinden tam seferberlik, Türk milliyetçiliği, iç düşman temizliği, güçlü devlet, güçlü Türkiye gibi temalar öne çıktı.”

Programın tamamını izlemek için:

Sinan Ateş suikastının ardından devlet-siyaset-şiddet ilişkisi yeniden konuşulur oldu. Aslında bu meselede milat olarak 2016’daki darbe girişimi gösteriliyor. Bu noktaya nasıl geldik, bu manzara bize ne söylüyor?


Bu tartışmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Daha önce konuştuk Sinan Ateş cinayetini, Milliyetçi Hareket Partisi’nin şiddet odağı oluşturan bir siyasi parti olduğunu… Konunun tekrar tekrar ele alınmasında, irdelenmesinde fayda var. Zor bir konu. Çünkü şiddetle ilişkili bütün odaklardan bilgi yansıması çok kolay değildir. Ama üç tane önemli an olduğunu düşünüyorum.

Bunlardan bir tanesi Sedat Peker’in çıkışıydı. Sadece ifşa ettiği tabloyla değil aynı zamanda kendisini de yerleştirdiği büyük resimle önemliydi açıklamaları. 15 Temmuz sonrası kurulan siyasi ittifakın bir parçası olarak suç örgütlerinin varlığına işaret eden bir rejimi tarif ediyordu.


Bir başka an yine hepimizin iyi bildiği ama çabuk unuttuğumuz; suç örgütü lideri olup Bahçeli’yle yakın ilişkisini sürdüren eski ülkücülerin afla tahliye edilmesi, yaptıkları açıklamalarla gazetecileri, sivil örgütleri, siyasi parti genel başkanlarını açık bir şekilde tehdit etmeleri, dahası bu tehdidin arkasında Milliyetçi Hareket Partisi’nin yani iktidarın küçük ortağının durmasıydı. Bu da vahim ve anlamlı bir tabloydu.

Üçüncü an Sinan Ateş cinayetiydi. Bir siyasi partinin ve yan kuruluşlarının şemsiyesi altında işlenen bu cinayet, bir güç, iktidar kavgasının uzantısı olarak karşımıza çıkıyor. İki büyük sorun: Birincisi şiddetin, ölüme varan bir şiddetin, bir siyasi tartışma, bir siyasi güç mücadelesi aracı olarak kullanılması. İkincisi bu işle adı anılan teşkilatların ve siyasi partilerin bu konuda bir tür kapalı kutu gibi davranmaları, bunu tartışmaya açmak isteyen kesimlere yönelik büyük saldırıları.

Özellikle bu sonuncusu, Milliyetçi Hareket Partisi içerisinde yeni bir bölünme yaşandığını gösterdi. Malum ilk bölünme Akşener’in ayrılmasıyla yaşanmıştı. Şimdi Sinan Ateş cinayeti üzerinden partiden istifalar görünüyor. 17-18 bin kişinin istifa ettiği söyleniyor. Bu çok anlamsız bir rakam değil. Bir tepkiyi, bir ayrışmayı işaret ediyor. Nitekim Bahçeli’nin Salı günü yaptığı grup toplantısında bunu mesele ettiğini de görüyoruz. Her ne kadar, ‘Vız gelir tırıs gidersiniz’, ‘Bizden ayrılanlar bizden değildir’ tarzı geleneksel bir dil kullansa da burada gelişmeleri bir tür savunmayla savuşturma çabasını görüyoruz. Şimdi bu meselenin bir yönü. Görünen yönü. Ama bir başka yönüne daha bakalım.

Türkiye’de siyaset ve devlet arasındaki ilişkiler genel olarak çatışmalı ilişkiler olmuştur. Devlet daha çok atanmışların, siyaset de daha çok seçilmişlerin temsil ettiği bir yapıdır ve bunlar arasındaki gerilim Türk siyasi tarihinin temel gerilimlerinden bir tanesidir. Öyle anlar olur ki -darbe anları ya da devlet bunalımı anları- bu anlarda devlet siyaset gücüne el koyar. Ya da devlet ve siyaset gücü iç içe girmeye başlar.

Son dönemde iki büyük gelişme yaşadık; darbe girişimi ve ondan hemen önce Kürt ayaklanması. Bu iki faktörün devreye girmesi ve ‘devlet bunalımda, devlet elden gidiyor’ kaygısıyla devlet-siyaset çatışması yerini devlet-siyaset ittifakına bıraktı. Bugünkü siyasal rejimin altında yatan en önemli husus sanırım budur: Devlet ile siyasetin tam bütünlüğü ve bütünleşmesi. Böylece devletin tehlikede olduğu iddiası üzerinden tam seferberlik, Türk milliyetçiliği, iç düşman temizliği, güçlü devlet, güçlü Türkiye gibi temalar öne çıktı.

MHP’nin buradaki rolü şiddet ilişkilerinin meşrulaşması, varlığıyla ilgili gibi. Bize hem devlet-siyaset ittifakında devletin gücünü, niteliğini tanımlıyor hem de diğer taraftan baktığımız zaman Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu ittifaktaki fonksiyonunu tanımlıyor.

Bir tarafta Erdoğan’ın taşıyıcı güç ve temsil kabiliyetiyle derin bir muhafazakâr yapı var, diğer taraf fiili kuvveti ifade ediyor. MHP’nin rolü ve işlevi bunlar arasındaki bağ şeklinde tezahür ediyor. Topluma yönelik şiddeti ana mekanizma haline çeviren bir doku var orada.

Önümde birtakım rakamlar var. Bu rakamları CHP Eskişehir milletvekili, eski gazeteci Utku Çakırözer derlemiş. 2019 yılında otuz dört saldırı var bu çevreler tarafından yapılan. 2020 yılında 17 gazeteci saldırıya uğramış. Devlet politikalarının Milliyetçi Hareket Partisi liderine ve MHP’nin politikalarına değen kişiler bir tür şiddetle veya tehditle karşı karşıya kalmış.

Bunlar tabii bir de kayda geçenler.

Evet. Bir de kayda geçmeyenler var. Yani burada adeta sistematik bir susturma mekanizması var. Helezon olarak kendi içinden başlıyor ve dışarıya doğru yansıyor. Uzak yerlere ulaşmış değil. Onlar da liderlere yapılan tehditlerle, gazetecilere yapılan tehditlerle ortaya çıkıyor. Bu işleyiş mekanizmasının devlet-millet ya da devlet-siyaset veya devlet- siyaset-millet dedikleri ittifak içerisindeki yerinin son derece anlamlı olduğunu düşünüyorum.

Şu da var. Aşırı otoriter ve aşırı şahsileşmiş sistemlerde otoriterler altlarını her zaman kontrol edemezler. En büyük yozlaşmalar, kaçaklar, rantlar böyle dönemlerde oluşur. Küçük adacıklarla, uyuşturucu parası, rüşvet parası ya da ihalelerden gelen paralel bütçe girdileriyle büyük paralar ve havuzlar ortaya çıkar. Bunlar çok ciddi rant kavgaları üretir. Bu 15 Temmuz rejimi ve şiddet meselesi bu açıdan da bir anlam ifade ediyor. 


Aslında onun da ayrıca sormak istiyorum. Yaklaşık üç buçuk ay sonra, 14 Mayıs’ta bir genel seçime, cumhurbaşkanlığı seçimine gidiyoruz. Bahsettiğiniz bu tablo ortadayken bu tablonun seçimlere ve seçim sürecine yansıması sizce nasıl olur?


Yapılacak siyasete bağlı. Şimdi kendiliğinden bir yansıması olduğunu görüyoruz. Mesela Sinan Ateş’in ailesi bir açıklama yaptı, ‘Biz sandığa gitmeyiz. Karşı tarafa oy vermeyiz ama size de bu koşullarda oy vermeyiz’ diye. 17 bin kişi MHP’den ayrılıyorsa, bunların ailesi, soyu, sopuyla beraber bir anlamı var. Dolayısıyla içeriden bir reaksiyon olacak. Zaten Milliyetçi Hareket Partisi çeşitli nedenlerle küçülmekte olan bir parti. Burada bir bedel ödeyeceklerini düşünüyorum. Bunun yeterli olabilmesi için muhalif kanadın Türkiye’deki mevcut siyasi iktidarın analizini çok iyi yapması lazım. Mesele sadece Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi, şuradan buradan gelen paralar ve yolsuzluklar değil. İşin siyasi kısmına doğru girmek lazım. Burada Milliyetçi Hareket Partisi çok açık bir tartışma ve bir eleştiri odağıdır. Bu olayları seçmenin önüne taşıyabilirse liderler o zaman bir anlamı olur.


Umuyorum birçok lider sahaya çıkıp kampanya yapacaktır. Burada doğru bir analiz ve doğru bir eleştirel dil oluşturulabilirse ve bu oluşan keyfi gücün nasıl kurumsal güce dönüşeceği devlet önerisi olarak oluşturulabilirse ben sonuç verebileceğini düşünüyorum. 

- Advertisment -