Programın tamamını izlemek için:
Aile sadece Türkiye’nin konusu değil. Orban da son dönemlerde bunu dile getirdi. Sağ ya da muhafazakâr ideoloji aileyi her zaman bir temel kurum olarak ele almış ve sert değişim karşısında toplumun direnç aracı olarak görmüştür. Şunu söyleyebiliriz: Bütün sağ ideolojilerde aile dediğim gibi direnç karşısında durağanlığı, direnç karşısında değişimi temsil etmiştir.
Türkiye’ye bakıldığında, Türkiye’deki sağ ya da bugünün tabiriyle dindar muhafazakârlar aile kurumu üzerinde hassasiyetle durdu. Bunun dini bir boyutu var, geleneksel bir boyutu var. Ancak, aile meselesi hiçbir zaman tek başına önde olmadı. Malum, asıl taşıyıcı makro siyasetti; laiklik meselesiydi, dinsel özgürlüklerdi veya devlet alanının, toplumsal alanın dini kurallarla ne kadar iç içe girebileceği meselesiydi. Bu, sadece bu geleneğin değil, aslında onun karşısında olan seküler, laik geleneğin de temel hassasiyetlerinden biriydi.
Erdoğan bir süredir bu konuyu artan bir oranda gündeme getirmeye çalışıyor. Aile konusu Türkiye’de gerçekten gündeme gelecek bir tablo içinde mi, bir sorunla karşı karşıya mı? Çok sanmıyorum. Aslında gündeme getirdiği, özgürlük, kişinin kendi ahlakını tanımlaması, kendi bedeninin sahibi olması karşısında bazı gelenek hususlarını devreye sokarak bunları sınırlamak. Böyle olduğu oranda aile bir anlamda katı bir ideolojik taşıyıcı haline de gelir. Erdoğan’ın yaptığı bugün bu bence. Bunu özellikle seçimlere doğru giderken kendisine yeni bir tahkimat alanı olarak seçti.
Bir kurumu, örneğin aileyi korumak için siyasi dilde buna bir hasım üretilir. Buna karşı kötü örnekler vermelisiniz ki aileyi yüceltebilin. Gezi olaylarındaki gençlerin başıboş davranışları bile bunun içine girebilir ama hatırlayın o dönem Anadolu’nun çeşitli kentlerinde kız ve erkek öğrenciler birlikte kalabalık ve karma halinde ev kiralayıp beraber yaşadıkları için Erdoğan büyük tepkiler vererek bunun korkunç bir tablo olduğunu söylemişti. Oradan bugüne kadar geldiğimizde bu sefer LGBT, yani cinsel yönelimle ilgili bir bakış meselesi öne çıkıyor. LGBT meselesini Tayyip Erdoğan aileyi vurgulamak, öne çıkarmak için bir karşı alan, karşı uç, karşı düşman haline getirdi ve buradaki iddiası da tahmin ediyorum şu: “Aile olursa cinsel sapkınlık olmaz. Çünkü homoseksüellik ya da travestilik ve benzer cinsel eğilimler ona göre doğuştan gelen doğal yönelimler değil, sonradan edinilen sapkın tutumlardır ve bunlar eğitimle, kültürle doğrudan ilişkilidir…”
Burada başka bir tutuculuk daha görüyoruz. LGBT ya da eşcinsellik bugün artık dünyanın birçok medeni sahasında bir tercih değil, bir varoluş, bir oluş olarak kabul ediliyor. Yani insan durup on sekiz yaşında, ‘Acaba ben dinimi mi değiştireyim?’ gibi cinsel tercihini düşünerek alternatiflere bakarak değiştirmiyor. Bu bir tercih değil. Bir oluş hatta yönelimin ötesinde bir oluş. Ve dolayısıyla bu bir veri. Bu veri kaçınılmaz olarak ona dair bir özgürlük alanı gereğini de işaret ediyor. Nitekim dünyanın pek çok yerinde, eskiden gizlilik ve endişe içinde yaşanan, büyük travmalara yol açan homoseksüellik bugün çok daha şeffaf, çok daha görünür, çok daha savunulur bir noktaya gelmiş durumda. Bu, çağdaş dünyanın da, birey özgürlüklerinin de, bireyin bedenine sahip çıkmasının da işaretlerinden biri. O zaman bugün baktığımız zaman aile derken Tayyip Erdoğan aslında bedenin denetiminden, kontrolünden, tanımlanmasından; bedenin üzerine bir tür geleneğin, belli bir bakış açısının damgasının vurulmasından bahsediyor ki bu tabii özgürlükler açısından son derece ciddi bir durum. Dolayısıyla burada tartışılacak çok şey var.
Akıllı bir adam Cumhurbaşkanı Erdoğan. Bunu gündeme getirerek, çok hassas bir yerden girerek sadece kendi seçmenini değil kendi seçmeni olmayan muhafazakâr anlayışı da kendisine doğru çekebilecek bir adım atıyor. Bu laiklik kadar önemli. Hatta bugün ondan daha önemli bir mesele.