Programın tamamını izlemek için:
Paris’te Nahel isimli gencin öldürülmesinin ardından başlayan protestolar birinci haftasını geride bıraktı. Dünyanın gözü Fransa’daki olaylarda. Fransa’da neler oluyor? İşler neden bu aşamaya geldi? Bu sizce birikmiş bir enerjinin, bir tepkinin dışa vurumu mu yoksa farklı bir şey mi?
Fransa’da yaşananları anlatacak birçok faktör var tabii.
Bir kere Fransa’dan söz ediyoruz. Fransa’da benzin fiyatlarına yapılan bir zam bile Sarı Yelekliler hareketini tetikleyerek Fransa’yı oldukça yormuştu. Fransa bir tepki ülkesi, bir devrim ülkesi. İnsanların tepkilerini gösterdikleri, sokaklara çıktıkları, otoriteyle çatıştıkları bir ülke. Fransız tarihine baktığınız zaman ihtilale doğru, oradan bugüne doğru pek çok ayaklanmayla, şehir isyanlarıyla karşılaşırsınız. Bu gerek Sanayi Devrimi sırasında olmuştur gerek daha sonra komünist hareket, sol hareketle birlikte olmuştur. Tepkisini sert gösteren çatışmacı bir siyasi kültürden bahsediyoruz.
Diğer taraftan şu var: Fransa sömürgecilik dönemi kaynaklı bir göçmen ülkesi. Fransız vatandaşlarının bir kısmı göçmen kökenli Fransız vatandaşı. Bu durum, Fransa’da bir entegrasyon meselesini her zaman gündemde tutmuştur. Çünkü Afrika veya diğer kökenli aileler büyük şehirlerin, özellikle Paris’in dış mahallelerinde tecrit edilmişçesine yaşayan topluluklardır. Adeta dilleri bile farklıdır. Kullandıkları argo, ilişkileri, simgeleri farklıdır. Gençleri öfkeli ve çok yoksuldurlar. Fransız siyasal, sosyal ve ekonomik sistemine her türlü giriş kapısının kapandığı çocuklardan bahsediyoruz. İyi okullarda okuyamazlar, sınıfsal olarak yerleri bellidir. Geleceğe yönelik bir umutsuzlukları mutlak ve Fransız olanla, beyaz olanla gerginlikleri de her zaman yüksektir. Burası mayınlı bir alandır. Dolayısıyla bu tür bir alanda zaman zaman büyük infilaklar olabiliyor. Bu zaman zaman İslamcı boyut kazanıyor. Zaman zaman işte şimdi olduğu gibi biraz nihilist bir boyut kazanıyor. Vurma, kırma, dökme üstüne kurulu bir intikam dalgasına, bir öfke dalgasına da yol açabiliyor.
Tüm bunlar yapısal bir sorunun varlığına işaret eder. Bu sorun, Fransa’yla değil Batı demokrasilerinin çoğuyla ilgili. Çok kültürlülüğün fiilen iflas etmesi, kültürel kutuplaşmanın, göçmen karşıtlığının batı ülkelerine egemen olması son yıllarda en çok konuşulan konular. Olaylar bu bakımdan da anlam taşıyor. Bir örnek vermek gerekirse, öldürülen çocuğun ailesi ve öldüren polisler için açılmış iki ayrı yardım kampanyası haberleri var Fransız ve İngiliz gazetelerinde. Çocuğun ailesine iki yüz bin euro gibi bir yardım toplanırken polislere bir milyon euroluk bir yardım toplanmış durumda. İnsanlar olup bitenleri biraz taraf alarak seyrediyorlar demek ki ve duygularını aktarıyorlar. Bunları Batı demokrasilerinin yaşadığı krizle dair gösterge olarak ele alabiliriz. Kendi yoksullarını, kendi göçmenlerini eski sömürge unsurlarını ya da yeni gelen göçmenleri sistemlerin içine aktaramayan, kapitalizmin de sertleşmesiyle birlikte yoksullaşmanın tetiklendiği bu alanlarda önemli sorunlu ve dışlanmış bir nüfus grubu üreten bir öykünün Batı demokrasilerini sarstığını görebiliriz.
Ne demek demokrasiyi sarsmak? Demokratik düzenin, sitemin çatışmaları giderememesi, araya girememesi, yönetememesi demek. Ve olaylar tarafından kırılganlaştırılması demek. Bu, bir kriz patladığı zaman, bunu normal siyasi ve demokratik araçlarla dindirememek, ölümlerin önünü alamamak, polisin şiddetinin tahrik ettiği sokak şiddetiyle baş edememek, gerekirse sıkıyönetimler olağanüstü hal gibi demokrasinin uç yöntemlerine başvurmak anlamına geliyor. Burada da büyük bir yönetim kriziyle karşı karşıya Fransa, şu anda baş edemiyor bu olaylarla.
Polise ya da güvenlik güçlerine verilen yeni yetkiler bu çerçevede karşımıza çıkıyor. Devletin fiziki şiddeti kullanma yetkisinin alanını genişletmesi, karşı tarafta tepki ürettikçe karşılaşmalar sertleşiyor.
Mesela Fransa’da polise bir yetki verdi Fransız devleti. Trafik kontrollerinde durmayan, direnen kişilere ateş etme yetkisi veriyordu polise. Polis de bunu kullandı. Epey insan öldü son yıllarda bu yüzden. Şimdi bunun yani bu gencin öldürülme biçimi, bunun basına yansıması da işte bu polisin aşırı yetkisi, yetkiyi kullanma biçimiyle de ilgili. Kutuplaşma söylediğim gibi olaylar karşısında önemli. Toplumun polise yardım eden tarafı ve diğer taraf için tavır alan kısmı arasındaki ayrışma işte bu çok kültürlülük ya da kültürel doku ayrışmasının ifadesi.
Şunu da tabii söylemek lazım ki Fransız kamu kimliği son yıllarda demokrasilerde yine çok alışık olmadığımız üzere politize oluyor. Bunlardan bir tanesi mesela bundan birkaç yıl önce emekli generallerin Macron’a bir uyarı mektubu yazmasıydı. Yani demokrasilerde çok kabul edilmeyen, alışık olmayan şeyler bu tür politizasyonlar. Ahmet İnsel de bunun zannederim geçen gün bir programda altını özellikle çiziyordu. Polis içerisinde çok güçlü bir göçmen karşıtı boyut var. Dolayısıyla polisin eğilimleri, kimliği devlet fonksiyonunun tarafsızlığının önüne geçebiliyor ya da yanına gelebiliyor. Bu da bir demokrasi krizi olarak karşımızda. Yönetemezseniz, otoriterleşirsiniz. Böyle büyük bir paradigmatik sorunun işaretleri var karşımızda.