Programın tamamını Serbest TV’de izlemek için:
Cumhur İttifakı da Millet İttifakı da tabanlarını genişletme, oy oranlarını artırma peşinde. Bu bağlamda irili ufaklı partilerle görüşmeler yapıp kendi saflarına katmaya çalışıyor. Sizce bu girişimlerin somut bir karşılığı olacak mı seçimlerde?
İttifakların genişleme çabalarının bence gözle görülür bir karşılığı olacaktır. Özellikle cumhurbaşkanlığı seçimi için. Zira hem seçim çok kritik hem denk bir yarış olacak. Böyle olduğu zaman bir puanlık, iki puanlık, üç puanlık siyasi partiler -tabii o oylarını kendileri kontrol edebiliyorlarsa- önemli olmaya başlıyor. Yeniden Refah Partisi örneğin; 1.8 ile 2.4 arasında değişen potansiyelde çıkıyor kamuoyu araştırmalarında. Siz 50 artı 1 için yarışıyorsanız; iki puan, bir puan önemli.
Bugün dört tane ittifak görüyoruz: Cumhur İttifakı, Millet İttifakı, Emek ve Özgürlük İttifakı ve ATA İttifakı. ATA İttifakı’nı bir kenara bırakalım. Çünkü ne yapacaklarını çok fazla bilmiyorum. Ama HDP’nin de içinde olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nın cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı’na, Kemal Kılıçdaroğlu’na yaklaştığını biliyoruz. Diğer taraftan Cumhur İttifakı da iki partiye yöneldi. Biri Yeniden Refah Partisi, diğeri HÜDA PAR. Şimdi bunların oy oranı kadar siyasi anlamına da bakmak lazım. Çünkü bir siyasi saflaşma oluyor. Bu saflaşma en azından Cumhur İttifakı’nın kendi etrafında tanımladığı bir tahkimat politikasıyla ilgili. Bu; dindar, muhafazakâr, tüm bağımsız birimleri, bağımsız partileri kendi etrafına toplayan, orayı tam temsile doğru yönelen bir arayışla ilgili. Daha önce malum Numan Kurtulmuş’un siyasi partisi entegre olmuştu. Şimdi Saadet Partisi belki karşı tarafta ama oy oranı itibariyle bakınca Milli Görüş’ü bugün Saadet mi temsil etmektedir, Yeniden Refah mı temsil etmektedir bir tartışma konusu. Yeniden Refah çok daha yüksek bir oya sahip, desteğe sahip. Dolayısıyla Yeniden Refah Partisi’nin AK Parti’yle ittifak üzerinden eklemlenmesi, HÜDA PAR gibi temelinde Kürt ve dindar gelenekten gelen bir siyasi partinin de oraya eklenmesi bir saflaşma çıkarıyor karşımıza.
Bu tabii Türkiye’nin muhafazakâr sağ partilerinin bütünleşmesidir. Bunun elbette bir anlamı var. Bunlar içerisinde HÜDA PAR özellikle ayrı bir yere konulmalı simgesel olarak, oy oranlarından bağımsız bir şekilde. Çünkü, HDP veya HDP benzeri siyasi partilerin ifade ettiği gelenek ile HÜDA PAR ve HÜDA PAR gibi partilerin ifade ettiği gelenek, Kürt bölgelerinin iki güçlü dokusuna tekabül eder. Bir tarafta Birinci Dünya Savaşı günlerinden başlayan daha milliyetçi, daha seküler bir akım söz konusu. Zaman içinde bağımsızlık yanlısı oldular, federasyon yanlısı oldular, entegrasyon yanlısı oldular. Ama bir de ikinci önemli bir kaynak var ki bu kaynak zamanında Refah Partisi’ni, daha sonra Saadet Partisi’ni besleyen çok önemli bir kaynaktır. Özellikle Urfa, Bitlis, Batman gibi şehirler her zaman dindar-muhafazakâr partilerin, yoksa Adalet Partisi’nin çok kuvvetli kaleleri olmuşlardır. Dolayısıyla buralar başka bir geleneğe işaret eder: Kürtlükten çok azade olmayan bir dindar gelenek. Bu dindar gelenek, AK Parti’yi yıllarca beslemiş bir gelenektir. O bölgelerde eğer HDP’yle bir dönem AK Parti yarıştıysa bunun kökeninde bu iki büyük gelenek yatıyor. HÜDA PAR bu geleneğin tam üstüne oturan bir siyasi parti. O geleneğin dışa yansıyan siyasi partisi. Dolayısıyla bu açıdan simgesel olarak önemli.
AK Parti’nin HÜDA PAR ile görüşmesi ve olası bir ittifakı HÜDA PAR’ın geçmişi ve şiddet ile ilişkisi üzerinden eleştiriliyor. Bu eleştiriler sizce ne kadar doğru? HÜDA PAR ile AK Parti’nin ittifakının sonuçları ve yansımaları neler olur?
Eleştirileri ben çok ahlaki bulmuyorum. AK Parti’yi ve Cumhur İttifakı’nı okşayacak bir şey söylemek istemediğimi bilirsin, hele seçime böylesine yakın bir zamanda. Ama şiddet öyküsünden geliyor olsa da bir siyasi partinin şiddetten siyaset alanına geçmesinin değerli olduğunun da altını çizmek lazım. Bugün HDP nasıl şiddet dışında bir siyaset yolu arayışı olarak kollanıyor ya da analiz ediliyorsa, HÜDA PAR’a da öyle bakmak lazım. Ben HÜDA PAR’ın çok sert bir şiddet geçmişi olan Hizbullah’tan ayrı değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Buradan ilerlememek lazım.
Ama diğer taraftan gelenekleri anlamakta büyük fayda var. Güneydoğu’daki dindar geleneğin temelinde Halidi ekolü yatar. Nakşibendiliğin yenilenmiş kollarından birisidir. Bağdat’ta İmam Rabbani’nin halifesi olan Halit adlı bir kişinin yetiştirdiği öğrencilerin yoğun olarak Güneydoğu’ya gelmesi, Güneydoğu’daki medreselerde dini akımı, dini bakışı önemli ölçüde belirlemesi, hatta orada durmayıp İstanbul’a kadar gitmesi, İskenderpaşa Cemaati’ni, Erenköy Cemaati’ni doğurması önemli bir vakıadır.
Bunu bir kere görmek ve hafife almamak lazım. Halidi ekolün önemli iddialarından biri şudur: Tasavvuf sadece içe kapanma ve oradan kemale erişip yaratıcıyla bütünleşme arayışından ibaret değildir. Çünkü peygamberin bir dünyevi yüzü vardır bir de diğer yüzü vardır. Dünyevi yüz yaşadığı yeri tanzim etmek fikri üstüne kurulur ki tarikat buna göre yapılanmalıdır. Buna müceddidin yani yenilenme dalgası denir. Bu yeniden doğuş dalgasının tarikat ve siyaset ve kamu alanı arasında bir ilişki fikri vardır.
Halidiye ekolünün içinden doğan çok önemli Türkiye kaynaklarından biri Nurculuk’tur. Said Nursi bu ekolün içinde büyümüştür, yetişmiştir. Geliştirdiği ekol de Güneydoğu’da çok önemli bir etki yaratmıştır.
Hizbullah temel olarak Halidi ekolünün Nurcu kolundan gelen insanlar tarafından kuruldu. 1979-1980 yıllarında… O yıllar hem Müslüman Kardeşler’in sesinin yükseldiği yıllar hem İran Devrimi’nin olduğu dönem. Bu üçlünün iç içe geçtiği bir evre. İlginç bir şekilde o dönemde, ikinci doğuşuyla birlikte PKK’nın da bölgede güç kazandığını görmeye başlıyoruz. Bu iki bakışın kamusal alanda karşı karşıya geldiği yerler ve zamanlardır bunlar. Ve yine o bölge itibariyle baktığımız zaman şiddetle kendini kanıtlamak, şiddetle rakiplerini yok etmek de çok kuvvetli bir tarz olmuştur ne yazık ki. Siverek’te mesela PKK bütün rakiplerini ve aşiret reislerini yok edip oranın hâkimi olmaya çalışırken, bu şekilde yoksul köylülere mesaj vermeye çalışırken, Hizbullah da 1980 sonrası mollalar, şeyhler üzerinden örgütlenmeyle Batman’da, özellikle Diyarbakır Silvan’da etkili olmaya başladı. Onlar da kendi sahalarını temizlemeye çalıştılar. PKK-Hizbullah karşılaşmasında işin içine devlet de karışmıştır. Hizbullah’ın hikâyesinde de işte PKK’yla mücadelede PKK unsurlarının ya da sivil dayanaklarının imha edilmesinde Hizbullah’ın kullanıldığı bilinir.
HÜDA PAR bugün bunların tümünden uzaklaştı. Ancak birlikte karşı tarafa bakışlardaki keskinliklerin bittiğini sanmıyorum. Bugün HDP ya da daha milliyetçi Kürt çevrelerinde HÜDA PAR, hâlâ Hizbul-kontradır. Hizbul-kontra öldüren, yok eden, devlet adına çalışan bir imaja sahiptir. Buna karşılık muhtemelen HÜDA PAR saflarında da HDP’lilik, PKK’lılık işte dinsizlikle iç içe girmiş ve yok edilmesi veya kabul edilmemesi gereken bir yapı olarak durur.
HÜDA PAR’ın bölgede bir etkisi var mı? Var. Peygamber’in doğum gününde Diyarbakır’da bir milyon kişi toplayabilen bir gelenek hâlâ. Yani burada sadece partisel bir güçten bahsetmiyoruz. Sivil bir güç, sivil bir gelenekten bahsediyoruz. Diğer taraftan aynı şeyi yapabilen bir HDP var. Tabii HDP çok daha ezici bir güç. Ama bununla birlikte HDP’nin Millet İttifakı saflarında, HÜDA PAR’ın Cumhur saflarında yer alıyor olması gerek Güneydoğu gerek Türkiye açısından karşımıza böyle bir resim çıkarıyor diye düşünüyorum.