Ana SayfaAli Bayramoğlu'yla Bugünler“Muharrem İnce, sistemik bir memnuniyetsizliğin merkezi durumunda”

“Muharrem İnce, sistemik bir memnuniyetsizliğin merkezi durumunda”

“İnce'nin oy dokusuna baktığımız zaman, varsayıldığı gibi tümüyle CHP'den gelen seçmenlerin desteğini aldığını söyleyemeyiz. Kamuoyu araştırmalarına göre adeta eşit bir dağılım var. Üçte bir önceki seçimde AK Parti'ye, üçte bir CHP'ye oy vermiş kişiler ve üçte biri de ilk kez oy verecek seçmenler. Yani İnce'nin seçmeni sadece Kılıçdaroğlu'nun aday olmasına ya da İmamoğlu ve Yavaş'ın aday olmamasına itiraz edenlerden oluşmuyor. Demek ki sistemik bir memnuniyetsizliğin, bir rahatsızlığın merkezi durumunda İnce. Ortada bu sistemik memnuniyetsizliği temsil eden, özellikle genç kuşağın bir kısmını çeken bir siyasi parti varsa burada bir durup düşünmek gerekir.”

Tamamını izlemek için:

Muhalefet partilerinin milletvekili aday listelerini nasıl buldunuz? Bu listelere gelen tepkiler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Listeler hakkında söylenecek birkaç şey var.

Her seçim döneminde, her liste açıklamasından sonra bir dizi reaksiyon olur. Milletvekilliği, siyaset yapanlar için önemli bir mertebe. Onunla ilgili bir yarış ve rekabet var. Sonuç olarak kararı veren partinin genel merkezi ya da oradaki birkaç kişi. Böyle olunca, beklentilerle alınan sonuçlar arasında mesafeler arttıkça küskünlüklerin olması, tepkilerin olması normal. Bunların hepsini siyasi olarak anlamlandırmak doğru değil.

İkinci olarak şu var: İlk defa değişik bir ortak liste tarzıyla seçime gidiliyor. Böyle olduğu zaman bir dizi sorunun çıkması, bir dizi sürtüşmenin yaşanması da doğaldır. Örneğin altılı muhalefet dediğimiz yapı birbirinden farklı siyasi eğilimleri, hatta sosyolojik dokuları temsil ediyor. Liderler arasında uzlaşma olması önemli bir faktör. Ancak bu siyasi uzlaşma sosyolojik katmanlarda karşılık bulmayabilir. Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi listelerinden aday gösterilen Sadullah Ergin gibi kimi isimlere taban tepki gösterebilir. Ya da HDP’yle CHP’nin yakınlaşması kimi Cumhuriyet Halk Partili seçmeni rahatsız edebilir. 

Bir üçüncü husus listelerle ilgili. DEVA ve Gelecek Partisi’nin adayları arasında çok fazla eski AK Partili siyasi aktör var. Ağırlıklı olarak öyle bir tercihte bulunmuşlar. Yeni bir muhafazakârlık, yeni bir temsil arayışına bu çok uygun mudur? Daha farklı tercihler olabilir miydi? Bunlar sorulacak sorular. 

Diğer bir ittifak, Emek ve Özgürlük İttifakı’nda imaj ve söylemin önde olduğu  bir politikanın izlendiğini görüyoruz. HDP’de Hasan Cemal ve Cengiz Çandar buna örnek. Örneğin, Türkiye İşçi Partisi başarılı bir meclis performansı sergiledi geçtiğimiz dönemde. Ses getirdi, yüksek sesle konuştu, dört milletvekilinin dördü de kamuoyu tarafından bu çerçevede tanınır hale geldi. Bu istikameti sürdürüyorlar. TİP önümüzdeki seçimler için kamuoyunda kimi pozisyonlarıyla, kimi mesleki faaliyetleriyle sembol haline gelmiş isimleri tercih etti. Ahmet Kaya’yı savunan Mehmet Aslantuğ gibi oyuncuları, gazetecileri, sanatçıları listelerine koydu. Bu tercih; söylem ve imaj siyasetinin kuvvetli olacağını bize gösteriyor. Denebilir ki zaten Türkiye İşçi Partisi meclise girerse en büyük gücü söylemdir, söylem üstünden yol almaktır. Doğru tabii ama bu da bir tercih. Aynı parti başka türlü bir organizasyonla daha geleneksel, toplum-siyaset ilişkilerini daha dengeli kuracak, daha iç içe kuracak bir temsille yola çıkabilirdi. Bunu tercih etmediler.

İYİ Parti’nin mesela Adana’da Türkeş’in kızını birinci sıraya koyuyor olması, yine milliyetçiliğiyle bilinen futbolcu Ünal Karaman’ı kendi saflarına katıyor olması onların da daha çok milliyetçi karakterinin altını çizen yine simgesel hamleler. Yani seçim listeleriyle ilgili kanaatlerim temel olarak bunlardan oluşuyor. 

Seçimle ilgili en çok konuşulan isimlerden biri Muharrem İnce. Bazı yorumcular Muharrem İnce’nin seçimlerden sonra -belki de seçimlerden önce- etkisini yitireceğini söylüyor. Siz bu değerlendirmeye katılıyor musunuz?

Tabii bu konuda da kanaatler ve temenniler çok belirleyici oluyor açık söylemek gerekirse. Muharrem İnce’ye sosyolojik bir anlam; temsili, sınıfsal vs. anlam veremeyen pek çok analizci, seçimlerin iki büyük eksen arasında yoğunlaşarak yürüyeceğini düşünen birçok kişi, seçimlere doğru İnce’nin yavaş yavaş eriyeceği kanaatinde. Böyle düşünmeyenler de var. Köpüğün kısmen gidebileceğini ama tümüyle yok olmayacağını söylüyorlar. Ben de bunların arasında sayılırım. Bakalım yüzde kaça kadar inecek?

Bunun aslında analiz bakımından çok bir önemi yok, çünkü İnce’nin oy dokusuna baktığımız zaman varsayıldığı gibi tümüyle CHP’den gelen seçmenlerin desteğini aldığını söyleyemeyiz. Kamuoyu araştırmalarına göre adeta eşit bir dağılım var. Üçte bir önceki seçimde AK Parti’ye, üçte bir CHP’ye oy vermiş kişiler ve üçte biri de ilk kez oy verecek seçmenler. Yani İnce’nin seçmeni sadece Kılıçdaroğlu’nun aday olmasına ya da İmamoğlu ve Yavaş’ın aday olmamasına itiraz edenlerden oluşmuyor. Demek ki sistemik bir memnuniyetsizliğin, bir rahatsızlığın da merkezi durumunda İnce. O zaman ortada bu sistemik memnuniyetsizliği, özellikle genç kuşağın bir kısmını çeken bir siyasi parti varsa burada bir durup düşünmek gerekir. Şu anlamda; seçimlerde bunların hepsi vazgeçip Muharrem İnce’den diğer partilere dağılacak olsalar da bu demek ki mevcut siyasi dengeleri değiştirecek bir durum söz konusu olmayabilir. Bunların üçte biri CHP’ye üçte biri AK Parti’ye oy verseler, gençler de yarı yarıya bölünse demek ki her iki siyasi partinin beslenme oranı da aşağı yukarı aynı olacaktır. Hatta bu durum, kim öndeyse -kimi anketlere göre Kılıçdaroğlu, kimi anketlere göre Erdoğan- ona daha çok yarayıp seçimi kazandırabilir. Dolayısıyla İnce’yle ilgili yapılan CHP-İnce korelasyonunu bir düşünmek lazım.

İkincisi; yüzde 8-10 bir denek beyanı hafife alınamaz. Zira tepkisel bir durumu ifade eder ve Türkiye’yi anlamak için bu, dikkate alınmak zorundadır. Şu anda ülkedeki toplam seçmenlerin yüzde 47-48’i 40 yaş altı seçmen.. Bunun yüzde 22’si 18-24 yaş arası.

Bu durum bize şunu söyler: Bugün otuz yaşında olan bir seçmenin siyasi olgunluk yaşını ortalama 18 olarak kabul edecek olursak, bu, 2010-2011 gibi bir tarihe denk düşer. O yıllarda, o tarihlerde Türkiye’de neler oldu? Neler yaşandı? Dünyada neler yaşandı? Dünyadaki bu otoriter rüzgârlar siyasal değerleri ne kadar etkiledi? Buralara yakından bakmak gerekir. Bir yeni tür milliyetçilikten, harekete aidiyet üstünden değil de bir ulus fikri üstünden yeniden aktive olan bir milliyetçi duygu kabuğundan söz edilebilir mi? Bir adım daha ileri gidelim. Acaba tepki aynı zamanda demokratik değerler ve ilkeler karşısında bir depolitizasyonu da içerir mi? Bunun gibi pek çok soru masada duruyor.

Bizim yaptığımız belki en büyük hatalardan birisi Türkiye’nin sosyolojik dokusunu ve değer hiyerarşisini değişmez kabul etmemiz. Bu doğru değil. Bence İnce burada bize bir dizi ipucu veriyor ama bunları tabii seçimlerle birlikte çok daha iyi göreceğiz. 

- Advertisment -