Alper Görmüş
Ardern ve Erdoğan: Âlicenaplığın dilinin gücün diline üstünlüğü
“Gücün yapamadığını âlicenaplık, tutarlılık ve cesur duruş yapar” demişti Aliya İzzetbegoviç... Yeni Zelanda’da 50 Müslümanın canını alan terör saldırısı karşısında Yeni Zelanda Başbakanı ile TC Cumhurbaşkanı’nın aldıkları tavır, bu bilgece sözü doğrulayan bir test işlevi gördü. Gücün dili âlicenaplığın dili karşısında o kadar etkisiz kaldı ki, dengesizlik, Erdoğan’ın Washington Post makalesine koyduğu son cümleyle giderilmeye çalışıldı.
Yeni Zelanda katliamı manifestosundaki ‘beka’ kaygısı…’
Sonuncusuna Yeni Zelanda’daki saldırıyla şahit olduğumuz sınırsız zalimlikteki eylemler, kıtalarını kaybetmekten korkan beyaz Avrupalıların “beka kaygısı”nı daha da güçlendirmeye matuf... O nedenle, bazılarının önerdiği gibi Avrupalılara “anladıkları dilden” cevap vermek, onların “beka” uyarılarına daha fazla kulak kabartmalarından, yani Brenton Tarrant ve benzerlerinin amaçladıkları şeye hizmet etmekten başka bir işe yaramaz.
IŞİD’li esir kadınların vicdan rahatlığını nasıl açıklayabiliriz?
Geçtiğimiz hafta sosyal medyada IŞİD’li esir kadınlarla yapılmış söyleşiler içeren çok sayıda video izledik. Bunların tamamına yakınında IŞİD’li kadınlar, kocalarının Yezidi erkeklerin kafalarını kesmesinden, ya da Yezidi kadınların ırzlarına geçmelerinden herhangi bir rahatsızlık duymuyorlardı. Kabulü de anlaması da imkânsız bir ruh hali; fakat açıklamak o kadar da zor değil.
Liderlerin ‘beka’ya gerçekte inanmadıklarının başlıca göstergeleri
Türkiye gerçek bir varoluş tehdidiyle karşı karşıya olsaydı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ortağı Devlet Bahçeli’nin ülkenin yarısını dışlayan, iten bir dil tutturmaları eşyanın tabiatına aykırı olurdu. Yalnız bu bile “beka” söyleminin politik hedeflerin aracı kılınmış bir retorikten ibaret olduğunu göstermeye yeter. Fakat başka göstergeler de var.
Gezi iddianamesi: İktidarın gezi anlatısını zora sokan bir belge
İktidar, kendi medyasının da yardımıyla toplumun bir kesimine benimsettiği “cinayi bir faaliyet olarak Gezi” tezinin bir hukuki metin (Osman Kavala ve Gezi iddianamesi) haline gelmesinden umduğu faydayı bulamayacak. İddianame o kadar zayıf ki, faydadan çok zarar getirecek: Erdoğan’ın benzersiz ustalığı sayesinde toplumun yarısına benimsetilen tez, dava sürecinde ağır yaralar alacak.
Açlık grevleri ve Türkiye’nin yarınki yüzü
O günler gelip de onlarca insanın açlık grevlerinde hayatlarını kaybettikleri haberleri dünya çapında yaygınlaştığında Türkiye’nin yüzü bundan ibaret olacak; başka hiçbir şey bu görüntünün önüne geçemeyecek. Fakat Kürt siyaseti açlık grevlerini bu noktaya kadar sürdürebilecek bir taban desteğine sahip olamayabilir.
Eski iktidar ortaklarının şimdi çok tuhaf görünen iki hamlesi
Mademki devleti sızma yöntemiyle ele geçirmesine ramak kalmıştı, Gülen Cemaati başarısızlık durumunda kadrolarının devletten kazınması anlamına gelecek darbe girişimine hangi akla hizmetle başvurmuştu? Ve: AK Parti, eski sistemle ülkeyi tek başına yönetmeye devam edebilecekken, neden ancak koalisyonla yönetebileceği bir hükümet modelini zorladı? Onlarınmış gibi görünseler de, bunlar başka bir oyun kurucunun hamleleri olabilir mi?
“Eskiden adalet sevgisi sandığımız şey meğer iktidardan uzaklığımızmış”
Ulvi Alacakaptan, muhafazakâr kamuoyunun dünya nimetlerine iktidar sonrası düşkünlüğünü anlatmak için, “Eskiden ihlas sandığımız şey meğer parasızlıkmış” demişti. AK Parti, bu söze nazireyle adalet karşısındaki bugünkü tutumunun dürüst bir muhasebesini yapsa şöyle demesi gerekirdi: “Eskiden adalet sevgisi sandığımız şey meğer iktidardan uzaklığımızmış...”
Son polis tacizinin aynasında AK Parti iktidarı ve AK Parti kamuoyu…
Otoriter yönetimler, demokratik yönetimlerin tersine, suç şüphelisi devlet görevlilerine karşı koruyucu-kollayıcı bir tutum alırlar. Sırf bu ölçüyle bile AK Parti iktidarının otoriter döneminin hangi yıllarda başladığını saptayabiliriz. Son polis tacizi olayı, AK Parti’nin dümeni otoriterliğe kırmadığı eski yıllarında yaşansaydı, AK Parti’nin ve AK Partililerin tepkileri çok farklı olurdu.
Muhafazakâr gençlikte yeni seküler gedik: K-Pop
Deizme kayanlar, başörtüsünü çıkartanlar derken İslâmî kesimin başı şimdi de çoğunlukla imam hatipli kız öğrencilerin “deli gibi” sevdikleri Kore popu (K-pop) ve onun en ünlü temsilcisi BTS grubu ile dertte... K-pop’un ve özellikle BTS’nin Müslüman gençleri dejenere etmek için geliştirilmiş bir proje olduğuna inanılıyor.
Parodi tadındaki gerçeklerin ülkesinde ‘Türkiye’ kelimesini nasıl bölmeli?
Sekiz yaşındaki Hiranur İrgören, heceleme ödevinde listedeki “Türkiye” kelimesini hecelere ayırmamış. Nedenini soran öğretmenine de "Türkiye bölünmez. Türkiye tek hecedir. Bu nedenle Türkiye kelimesini hecelere ayırmadım” cevabını vermiş. Fakat iş burada kalmamış ve medya-Milli Eğitim eliyle “parodi tadında gerçekler” stoğumuza bir yenisi daha eklenmiş.
Bayrak istismarının kısa tarihi: Dün sopaydı, bugün perde…
Bayrak, 28 Şubat’tan sonra laik bir müdahaleyle birleştirici sembol olmaktan çıktı ve “onu sevmeye hakkı olmayan” muhafazakârlara beslenen bölücü öfkenin ifadesi oldu (sopa). Şimdi, muhafazakâr iktidarın yeni döneminde ise kâh “domates-biber-patlıcan”ın yarattığı rahatsızlığı, kâh çöken bir binada can verenler adına sorulacak soruları görünmez kılmak için kullanılıyor (perde).
30 yıllık bir çullanma hikâyesi: Cem Karaca ve sol…
Ülkemizin sevilen sporu “çullanma” üzerine kaleme aldığım yazı, tam da Cem Karaca’nın ölüm yıldönümü olan 8 Şubat’ta (dün) yayımlandı. Böyle bir tesadüfün, zihnimi 30 yıl öncesine, sol’un Cem Karaca’ya kan kusturan çullanmasına kaydırmaması mümkün değildi... Aklıma, Cem Karaca’yı bu bakışla ele alan iki yazı geldi; bunlardan biri bana, öbürü gazeteci Necdet Şen’e aitti.
HDP, medya, siyaset ve çullanma kültürünün en utanç verici hali
Kalabalığın tek bir insan üzerine, çoğunluğun azınlığın üzerine fiziki-manevi çullanması, artık kültürümüzün belirgin bir parçası haline geldi. Çullananların kullandığı araçlar, hiç değilse kendisini savunması için çullanılandan esirgeniyorsa, çullanmanın en utanç verici haliyle karşı karşıyayız demektir. Şimdilerde HDP ve HDP’liler üzerine düzenlenen seferberlikte olduğu gibi...
24 sansasyonel ‘Suriyeliler’ haberinden sadece ikisi doğru çıktı
Uğraş alanlarıyla ilgili malzeme bulma konusunda hiçbir sıkıntıları olmayan, fakat o malzemeleri olgusal hakikatin tartısına vurduklarında, inanç konforları bozulan birilerinin lanetini üzerlerine çeken bir grup insan ya da teyit.org... Sansasyonel “Suriyeliler” haberleriyle ilgili uzun bir döneme yayılan incelemelerinin toplu sunumunun ürkütücü sonuçları...
Adaletsizliği, fazla kötü hissetmeden onaylamada yardımcı gerekçeler
İnançlarının kendilerine buyurduğu “düşmanınıza karşı bile adil olun” akidesine sadık kalamayan dindar-muhafazakârların bu çelişki karşısında kendilerini kötü hissetmemek için ürettikleri gerekçeler, yine dindar-muhafazakâr kimlikli bir dergi olan Haksöz tarafından listelendi.
Dindar gençlerin seküler isyanının başlıca nedenleri
Ayşe Çavdar’ın iddia ettiği ölçüde kitleselleşir mi bilemem ama, genç dindarlar arasında sekülerleşip dinden uzaklaşma eğiliminin var olduğunu görmek ve bunun neden böyle olduğunu anlamak o kadar da zor değil.
“Müslüman 68’i”nin işaret fişeği mi?
28 Şubat döneminin mücadeleci kadınlarından (sonradan başörtüsünü çıkardı) akademisyen ve yazar Ayşe Çavdar’ın çok önemli ve çok ilginç bir tezi var. Çavdar’a göre, aileleriyle çatışarak tesettürden çıkan genç kadınlar, elli yıl önce “ailelerinin zenginliklerinden, aristokratik seçkinliklerinden etik sebeplerle vazgeçen” solcu gençlerin Müslüman versiyonları... “Şimdi Müslüman 68'i geliyor, gör bak sen, hem de koştura koştura geliyor” diyor Çavdar.
İnce’ye gösterilen anlayış, İmamoğlu’na neden gösterilmiyor?
Ekrem İmamoğlu’nun anlayıp uyguladığı, ona hücum edenlerin ise anlayamadığı şey şu: Seçim öfke saçarak değil, umut vererek kazanılır... Muharrem İnce bunu anlamış görünüyordu ve kampanyasının bir bölümünü öyle götürdü. Devamını getirememesinin nedeni, bu gerçeğin gerektirdiği tarzın ve üslubun ona “ait” olmamasıydı, “öğrenilmiş” olmasıydı. Ekrem İmamoğlu ise zaten kendinde mündemiç bir tarzı ve üslubu sergiliyor. O nedenle birincisi inandırıcı olamadı, ikincisi ise oluyor.
Altanlar-Ilıcak davasında hukukun ilk ışığı…
Ahmet Altan’ın kızı Sanem Altan, Yargıtay Başsavcısı’nın, babasının yargılandığı davaya ilişkin tebliğnamesini, “İki buçuk sene içinde ilk defa aklın sesi geliyor bu davadan” diye değerlendirdi. Katılıyorum ve ilave ediyorum: “’Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs’ suçu basit bir tokat ya da tehditle işlenmez” diyen tebliğname sadece bu dava için değil hukuk sistemimiz için de çok önemli bir gelişme...
Günümüzdeki inançsızlık eğilimi ve yakın tarihimizdeki benzer dönemler
Konda’nın “10 yılda ne değişti” başlıklı raporunun “dindarlık” bölümünde en çok, “ateist” ya da “inançsız” olduğunu söyleyenlerin oranındaki büyük yükseliş ilgi çekti. Bu bir inanç krizi mi? Yaşanan süreç, Osmanlı’nın son dönemiyle Tek Parti dönemindeki dinden uzaklaşma ve inançsızlık eğilimlerine benziyor mu?
Otoriter liderlere karşı mücadelede ‘daha az halk’ formülüne doğru mu?
Demokratlar, liberaller, demokratik solcular, popülist-otoriter liderlerin demokratik seçimleri kazanarak iktidara gelme sürecini durdurmak için, seçimlerin ve seçilmişlerin nispî önemini azaltacak “yarı bürokratik” formüllere gönül indirebilirler mi?
‘Soylu’ toplumsal talepler, onlara ilgisiz kitleler ve popülist liderler
Acaba diyorum liberallerin, demokratların, hatta her meseleye sınıfsal açıdan bakma alışkanlığındaki solcuların 1960’lardan itibaren öne çıkardığı taleplerde ve o talepleri savunurken baş vurdukları dilde bir sorun olabilir mi? Ve bu sorun, o taleplerin eğitimli taşıyıcılarının kullandığı imkânlardan mahrum kesimlerde, onları otoriter-popülist liderlere iten bir tepki birikimine yol açmış olabilir mi?
Bunu nasıl tartıştık: Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e soruşturma
Ünlü sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e bir TV programında sarf ettikleri cümleler nedeniyle soruşturma açılmasını izleyen söz dalaşı, kutuplaşmanın ve onun türevi mahalle baskısının gölgesinde hiçbir verimli tartışmanın yapılamayacağını bir kez daha gösterdi.
Demokratik ezberlerimizi gözden geçirmeye davet (2)
Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in tartışmaya açtığı başlıklar, niyeti üzüm yemek değil de bağcı dövmek olan “trol usûlü” bir itiraz için hayli kullanışlı görünüyor. Mesela, Gözler’in, “Açıkçası kamu görevlilerinin halka ve halkın temsilcilerine karşı sorumluluğu mitinin baştan sona sorgulanması lazım” cümlesi... Bunun altına girilecek, “Milli iradeye karşı yeniden bürokratik vesayet” tweet’ini “beğenecek” kimbilir ne kadar çok sosyal medya kullanıcısı çıkacaktır.
Sen de ABD’nin ağzının içine bakıyordun, yine bakacaksın, bari şimdi sus!
Bu ülkenin en tahammülfersâ siyasi ikiyüzlülüklerinden biri, ABD’nin Suriye’den çekilme kararından sonra yeniden hortladı: Kendi siyasi çıkarlarıyla uyum içinde olduğunda ABD ile birlikte davranmakta hiçbir beis görmeyen birilerinin, devran dönünce başka birilerini “Amerikan uşaklığı”yla suçlama ikiyüzlülüğü... Ve hiçbir siyasi akım bu ikiyüzlülükten münezzeh değil.
Demokratik ezberlerimizi gözden geçirmeye davet…
Türkiye’nin en yetkin anayasa hukukçularından Kemal Gözler, kendilerini kabaca “liberal demokrasi” savunucusu olarak görenlerin (ki kendisi de onlar arasında yer alıyor), “doğru” cevaplarını neredeyse ezber ettiği sorular soruyor; yani Kemal Gözler, liberalleri ve demokratları, demokratik ezberlerini gözden geçirmeye davet ediyor.
Yoksulluk o kadar da dert olmazdı, adaletsizlik olmasaydı…
Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketini, hayat standartlarındaki gerilemeye isyan eden orta sınıfların eylemi olarak görenler, eylemi güdüleyen temeldeki sâiki ıskalıyorlar: Adaletsizlik... Yoksulluk tek başına, insanda öfke uyandıran yoksunluk duygusuna yol açmaz; yoksunluk duygusu, yoksulluğun adaletsizlik ve eşitsizlikle buluştuğu noktada ortaya çıkar.
Flynn’in Türkiye dosyası derinleşiyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Fırat’ın doğusu”na yönelik askeri harekâtın birkaç güne kadar başlayacağına dair açıklaması, ABD yargısının elindeki bir Türkiye dosyasının yeniden gündeme gelmesinin hemen ertesine rastladı. Böyle bir dönemde, ABD’nin bu dosyaya daha da sıkı sarılacağı muhakkak. Muhtemelen, Flynn’in Türk yetkililerle Fethullah Gülen’i ABD’den kaçırma planı yaptığı iddialarını da içeren “Flynn’in Türkiye dosyası”ndaki son gelişmelere yakından bakalım...
Muhafazakâr aydınlar artık insanların çığlık atma hakkını bile tanımıyor
Gezi direnişi, kendi ahlaki doğrusunu, toplumsal tahayyülünü ve gündelik yaşam tercihini başkalarına zorla benimsetmek istiyormuş algısını yaratacak kadar çok tekrarlayan ve bunu da son derece nobran, itici, dışlayıcı bir dille yapan Başbakan Erdoğan'a yönelik çok güçlü bir çığlıktı. İktidar ve iliştirilmiş aydınları bu tür hak, özgürlük, adalet ve haysiyet temelli çığlıklar bir daha atılamasın diye Gezi’ye bambaşka bir elbise giydirmeye giriştiler ve bunda da önemli ölçüde başarılı oldular.