Alper Görmüş

Adaletsizliği, fazla kötü hissetmeden onaylamada yardımcı gerekçeler

İnançlarının kendilerine buyurduğu “düşmanınıza karşı bile adil olun” akidesine sadık kalamayan dindar-muhafazakârların bu çelişki karşısında kendilerini kötü hissetmemek için ürettikleri gerekçeler, yine dindar-muhafazakâr kimlikli bir dergi olan Haksöz tarafından listelendi.

Dindar gençlerin seküler isyanının başlıca nedenleri

Ayşe Çavdar’ın iddia ettiği ölçüde kitleselleşir mi bilemem ama, genç dindarlar arasında sekülerleşip dinden uzaklaşma eğiliminin var olduğunu görmek ve bunun neden böyle olduğunu anlamak o kadar da zor değil.

“Müslüman 68’i”nin işaret fişeği mi?

28 Şubat döneminin mücadeleci kadınlarından (sonradan başörtüsünü çıkardı) akademisyen ve yazar Ayşe Çavdar’ın çok önemli ve çok ilginç bir tezi var. Çavdar’a göre, aileleriyle çatışarak tesettürden çıkan genç kadınlar, elli yıl önce “ailelerinin zenginliklerinden, aristokratik seçkinliklerinden etik sebeplerle vazgeçen” solcu gençlerin Müslüman versiyonları... “Şimdi Müslüman 68'i geliyor, gör bak sen, hem de koştura koştura geliyor” diyor Çavdar.

İnce’ye gösterilen anlayış, İmamoğlu’na neden gösterilmiyor?

Ekrem İmamoğlu’nun anlayıp uyguladığı, ona hücum edenlerin ise anlayamadığı şey şu: Seçim öfke saçarak değil, umut vererek kazanılır... Muharrem İnce bunu anlamış görünüyordu ve kampanyasının bir bölümünü öyle götürdü. Devamını getirememesinin nedeni, bu gerçeğin gerektirdiği tarzın ve üslubun ona “ait” olmamasıydı, “öğrenilmiş” olmasıydı. Ekrem İmamoğlu ise zaten kendinde mündemiç bir tarzı ve üslubu sergiliyor. O nedenle birincisi inandırıcı olamadı, ikincisi ise oluyor.

Altanlar-Ilıcak davasında hukukun ilk ışığı…

Ahmet Altan’ın kızı Sanem Altan, Yargıtay Başsavcısı’nın, babasının yargılandığı davaya ilişkin tebliğnamesini, “İki buçuk sene içinde ilk defa aklın sesi geliyor bu davadan” diye değerlendirdi. Katılıyorum ve ilave ediyorum: “’Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs’ suçu basit bir tokat ya da tehditle işlenmez” diyen tebliğname sadece bu dava için değil hukuk sistemimiz için de çok önemli bir gelişme...

Günümüzdeki inançsızlık eğilimi ve yakın tarihimizdeki benzer dönemler

Konda’nın “10 yılda ne değişti” başlıklı raporunun “dindarlık” bölümünde en çok, “ateist” ya da “inançsız” olduğunu söyleyenlerin oranındaki büyük yükseliş ilgi çekti. Bu bir inanç krizi mi? Yaşanan süreç, Osmanlı’nın son dönemiyle Tek Parti dönemindeki dinden uzaklaşma ve inançsızlık eğilimlerine benziyor mu?

Otoriter liderlere karşı mücadelede ‘daha az halk’ formülüne doğru mu?

Demokratlar, liberaller, demokratik solcular, popülist-otoriter liderlerin demokratik seçimleri kazanarak iktidara gelme sürecini durdurmak için, seçimlerin ve seçilmişlerin nispî önemini azaltacak “yarı bürokratik” formüllere gönül indirebilirler mi?

‘Soylu’ toplumsal talepler, onlara ilgisiz kitleler ve popülist liderler

Acaba diyorum liberallerin, demokratların, hatta her meseleye sınıfsal açıdan bakma alışkanlığındaki solcuların 1960’lardan itibaren öne çıkardığı taleplerde ve o talepleri savunurken baş vurdukları dilde bir sorun olabilir mi? Ve bu sorun, o taleplerin eğitimli taşıyıcılarının kullandığı imkânlardan mahrum kesimlerde, onları otoriter-popülist liderlere iten bir tepki birikimine yol açmış olabilir mi?

Bunu nasıl tartıştık: Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e soruşturma

Ünlü sanatçılar Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e bir TV programında sarf ettikleri cümleler nedeniyle soruşturma açılmasını izleyen söz dalaşı, kutuplaşmanın ve onun türevi mahalle baskısının gölgesinde hiçbir verimli tartışmanın yapılamayacağını bir kez daha gösterdi.

Demokratik ezberlerimizi gözden geçirmeye davet (2)

Anayasa hukukçusu Kemal Gözler’in tartışmaya açtığı başlıklar, niyeti üzüm yemek değil de bağcı dövmek olan “trol usûlü” bir itiraz için hayli kullanışlı görünüyor. Mesela, Gözler’in, “Açıkçası kamu görevlilerinin halka ve halkın temsilcilerine karşı sorumluluğu mitinin baştan sona sorgulanması lazım” cümlesi... Bunun altına girilecek, “Milli iradeye karşı yeniden bürokratik vesayet” tweet’ini “beğenecek” kimbilir ne kadar çok sosyal medya kullanıcısı çıkacaktır.

Sen de ABD’nin ağzının içine bakıyordun, yine bakacaksın, bari şimdi sus!

Bu ülkenin en tahammülfersâ siyasi ikiyüzlülüklerinden biri, ABD’nin Suriye’den çekilme kararından sonra yeniden hortladı: Kendi siyasi çıkarlarıyla uyum içinde olduğunda ABD ile birlikte davranmakta hiçbir beis görmeyen birilerinin, devran dönünce başka birilerini “Amerikan uşaklığı”yla suçlama ikiyüzlülüğü... Ve hiçbir siyasi akım bu ikiyüzlülükten münezzeh değil.

Demokratik ezberlerimizi gözden geçirmeye davet…

Türkiye’nin en yetkin anayasa hukukçularından Kemal Gözler, kendilerini kabaca “liberal demokrasi” savunucusu olarak görenlerin (ki kendisi de onlar arasında yer alıyor), “doğru” cevaplarını neredeyse ezber ettiği sorular soruyor; yani Kemal Gözler, liberalleri ve demokratları, demokratik ezberlerini gözden geçirmeye davet ediyor.

Yoksulluk o kadar da dert olmazdı, adaletsizlik olmasaydı…

Fransa’daki Sarı Yelekliler hareketini, hayat standartlarındaki gerilemeye isyan eden orta sınıfların eylemi olarak görenler, eylemi güdüleyen temeldeki sâiki ıskalıyorlar: Adaletsizlik... Yoksulluk tek başına, insanda öfke uyandıran yoksunluk duygusuna yol açmaz; yoksunluk duygusu, yoksulluğun adaletsizlik ve eşitsizlikle buluştuğu noktada ortaya çıkar.

Flynn’in Türkiye dosyası derinleşiyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Fırat’ın doğusu”na yönelik askeri harekâtın birkaç güne kadar başlayacağına dair açıklaması, ABD yargısının elindeki bir Türkiye dosyasının yeniden gündeme gelmesinin hemen ertesine rastladı. Böyle bir dönemde, ABD’nin bu dosyaya daha da sıkı sarılacağı muhakkak. Muhtemelen, Flynn’in Türk yetkililerle Fethullah Gülen’i ABD’den kaçırma planı yaptığı iddialarını da içeren “Flynn’in Türkiye dosyası”ndaki son gelişmelere yakından bakalım...

Muhafazakâr aydınlar artık insanların çığlık atma hakkını bile tanımıyor

Gezi direnişi, kendi ahlaki doğrusunu, toplumsal tahayyülünü ve gündelik yaşam tercihini başkalarına zorla benimsetmek istiyormuş algısını yaratacak kadar çok tekrarlayan ve bunu da son derece nobran, itici, dışlayıcı bir dille yapan Başbakan Erdoğan'a yönelik çok güçlü bir çığlıktı. İktidar ve iliştirilmiş aydınları bu tür hak, özgürlük, adalet ve haysiyet temelli çığlıklar bir daha atılamasın diye Gezi’ye bambaşka bir elbise giydirmeye giriştiler ve bunda da önemli ölçüde başarılı oldular.

Bir kutuplaşma yükselticisi olarak ‘gayri milli Gezi’ anlatısı

İktidar, Gezi’nin “küresel güçlerin bir komplosu” ve “gayri milli” bir hareket olduğuna dair anlatıyı sonradan geliştirdi. Bu bir kurguydu ve ısrarla dile getirilmesindeki amaç, toplumda zaten var olan kutuplaşmayı misliyle büyütmekti. Çünkü Erdoğan o tarihsel anda iktidarını devam ettirmenin en sağlam ve kestirme yolunun oradan geçtiğine inanmaya başlamıştı.

İktidarı kutuplaşmada gördüler ve ülkenin canına okudular: Baykal 1993, Erdoğan 2013

Belli bir tarihsel anda iktidar imkânını toplumun ayrışmasında gördükleri için siyasetlerini bu doğrultuda kuran ve böylece Türkiye’nin son çeyrek yüzyılının canına okuyan iki siyasetçiden söz edeceğim... İki büyük bilinçli-kasdî kutuplaştırma hamlesinden daha yeni olanının altında Recep Tayyip Erdoğan imzası var (Gezi, 2013). Daha eski olanının sahibi ise Deniz Baykal (Uğur Mumcu’nun katledilmesi, 1993).

‘Kürdün kalbi hizmetle kazanılabilir mi’ sorusunun yeni sahnesi: Yerel seçimler

Erdoğan, AK Parti’nin Diyarbakır belediye başkanlığı adaylığına neden beklendiği gibi Mehdi Eker ya da Galip Ensarioğlu’nu değil de ‘kayyım’ Cumali Atilla’yı gösterdi? Bana sorarsanız, Erdoğan bu tercihiyle, Kürtlerin kalbini ve oyunu kazanabilmek için ‘hizmet ve yatırım’ın yeteceğine; kâfi miktarda hizmet ve yatırımın Kürtlerin kimlik duygularını seyrelteceğine dair inancını bu seçimlerde bir kez daha test etmek istiyor.

Gülen’in yanıbaşındaki “İ. K.” ‘büyük cezaevi isyanı’ için plan yaptı mı?

Halen İsveç’te yaşayan eski Zaman gazetesi muhabiri Ahmet Dönmez, kendi internet sitesinde çok çarpıcı bir habere yer verdi: Pensilvanya’daki kampta yaşayan ve Gülen’e en yakın halkada yer alan İ. K. adlı bir ‘abi’, 24 Haziran seçim gecesinde yürürlüğe konmak üzere cezaevlerinde büyük bir isyan planladı. Plan, İ. K.’nın ikna etmeye çalıştığı kişilerden birinin, durumu Gülen’e ulaşarak ihbar etmesi sayesinde önlenebildi.

Yeni Şafak Kürşat Bumin’e neden tahammül edemedi?

2013’e gelindiğinde, Yeni Şafak’çılar Kronik Medya dönemindeki “bizimki dahil kimsenin hakları ve özgürlükleri çiğnenmesin” çizgisinden, “bizimki hariç herkesin hakları ve özgürlükleri çiğnenebilir” noktasına rücû etmişlerdi. Eh, bu durumda, haksızlığa karşı çıkmanın ‘bölünemezliğini’, ‘göreliliği kaldıramazlığını’ hayata bakışının temel düsturu haline getirmiş bir adama tahammül edemezlerdi, etmediler de.

Bunu nasıl tartıştık: Akademisyenlere gözaltı…

Zaytung, hükümetin yurtdışından akademisyen ithali atağı ile akademisyen gözaltılarının üstü üste gelmesini şöyle haberleştirdi: ''’Silivri soğuk’ Eleştirilerini Dikkate Alan Hükümet, Yurt Dışından Gelecek Akademisyenler İçin Antalya'da 5 Yıldızlı Cezaevi İnşa Edecek...” Liberal yazar Atilla Yayla ise şaşırtıcı bir Facebook mesajıyla katıldı tartışmaya.

‘Tek at tek mızrak’ bir adam ve Medyakronik kolektifi

Kürşat Bumin, ‘kolektif’in parçası olmaktan hiç hazzetmeyen ‘tek at tek mızrak’ bir adamdı. Onun bu en karakteristik yanını Medyakronik’teki (2000-2002) ortak çalışma odamızda keşfetmeye başladığımda, hatırlıyorum, oradaki yazıların ‘kolektif imza’ ile çıkmasına razı oluşundan kendime büyük bir övünme payı çıkarmıştım.

Kürşat Bumin

Kürşat Bumin’in hak savunuculuğunu özel kılan, çok daha değerli yapan şey, onun, haksızlığa karşı çıkmanın ‘bölünemezliğine’, ‘göreliliği kaldıramazlığına’ ilişkin vurgusuydu. ‘Mutlak’ fikrine hayatı boyunca karşı çıkmıştı, fakat iş ahlak alanına, hele hele haksızlığa karşı çıkma ahlakına geldiğinde durum değişiyordu. Kürşat Bumin ‘mutlak’a herhalde en fazla bu alanda yaklaşmıştı.

Toplumsal kutuplaşma CHP’nin de büyük konforu

Toplumsal kutuplaşma sadece AK Parti’nin tabanını konsolide ederek onun iktidarda kalmasını garantilemiyor. Aynı kutuplaşma ana muhalefet partisi CHP’nin tabanını konsolide etmek suretiyle onun ikinciliğini de garantiliyor.

Bunu nasıl tartıştık: Sıla-Ahmet Kural-şiddet

Twitter’da konuya dair görüşlerini dile getiren kullanıcıların çok büyük bir bölümü, herhangi bir “ama” içermeyen net bir tavır sergilediler: “Asla kabul edilemez, nokta.” Bunun tam karşısında, Sıla’nın özel hayatını yaşayış biçimini ya da politik tercihlerini öne çıkarıp, bir anlamda onun yaşadığı şiddeti “hak ettiğini” söyleyen ya da ima eden bir başka kesim vardı.

İktidarın büyük konforu: Sıfır siyasi riskle hak çiğneme özgürlüğü

Normal bir ülkede, tümüyle hukuksuz ve hatta düpedüz zorbaca hak ihlallerine başvuran bir iktidar, bunu ancak seçmen desteğinin hiç değilse bir bölümünü kaybetmeyi göze alarak yapabilir. AK Parti ise bu türden hak ihlallerine zerrece aldırış etmeyen tabanı sayesinde büyük bir konfor kullanıyor. Bu halin son örneği ‘Sağlıkta Şiddet Yasa Tasarısı’ vesilesiyle yaşanıyor.

Muhterem Nur’a ve biraz da Müslüm Gürses’e dair bir yazı

“Agâh Özgüç, Muhterem Nur için şöyle diyor: ‘Tipik Türk kadını. Boynu eğik, baş kaldıramayan; filmlerinde aslında kendi hayatını oynadı...’ Ben olsam ‘baş kaldıramayan’ değil, ‘baş kaldırmayan’ derdim, çünkü isyankâr olmayışı ‘eğik boyunlu’ olmasından, zayıflığından kaynaklanmıyordu...” Yıllar önce yazdığım portresinde Muhterem Nur için böyle demiştim, “Müslüm” filminde bunu daha iyi anladım.

‘Kendi duvarını örmeye’ meyleden Kürdün başına gelenler…

Çözüm Süreci, Kürtlerin en temel, en öncelikli, en zaruri ihtiyaçlarıyla bağlantılıydı ve dolayısıyla onu koruyup esirgemeye çalışmalarından daha doğal bir şey olamazdı. Fakat Çözüm Süreci yıllarına denk gelen üç büyük olayda Kürtler ‘sol’un evrenselci kurtuluş ideolojisinin talepleri yerine kendi temel ihtiyaçlarını öne çıkarınca bakın nasıl ayıplandılar...

Kürtlerin ‘bencillik’ hakkı, sol ve liberaller

Kürtlerin kendi geleceklerini ‘sol’un evrensel kurtuluş ideolojisinden ya da liberallerin kapsamlı demokratik ideallerinden bağımsız olarak düşünme hakkı yok mu? Görünüşe ve tecrübelere bakılırsa yok: Kürtlerin kahir ekseriyeti böyle fikirlerden utanıyor ve gönüllü olarak uzak duruyor. Kazara böyle fikirlere kapıldıklarında ise öyle bir ayıplanıyorlar ki, bir daha ‘bencilce’ davranmayacaklarına yemin ediyorlar.

Çözüm, çalışmadan kazananların horlanmayacağı yeni bir kültürde mi?

Fukuyama bile Marks’ın “kapitalizmin aşırı üretim krizleri” teorisinin doğru olduğunu kabul etti. Belki de bu saatten sonra tek çare, istihdam edilemeyenlere de çalışanlar kadar maaş vermek ve onları aşırı üretimi emecek tüketiciler haline getirmek... Akla hemen, bu insanların toplum içinde horlanacakları gelecektir... Doğru, fakat kapitalist sistemin krizlerden kurtuluşunun ekonomik yolu sadece buradan geçiyorsa, kapitalizm onun kültürünü yerleştirmeyi de becerecektir.