Alper Görmüş

Müslüman aydınların Gezi davasına itirazlarının ilhamıyla: Eleştirinin ve hak savunusunun en kıymetli hali

Aşırı ölçülerde kutuplaşmış toplumların “hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” bireylerinden hiç değilse bir bölümü önceliği “eleştiri”de kendi dünyasına, “hak savunusu”nda ise başka dünyalara vermiyorsa, o toplum deli gömleği giymiş bir toplumdur. Toplumsal grupların kendi özgürlükleri hususunda hassas ve dirençli olmaları, o grupların özgürlüklerinin iktidarlar tarafından gasp edilememesinin başta gelen sigortalarından biridir. Fakat toplumsal grupların tamamının özgürleşmesinden, yani gerçekten özgür bir toplumdan söz edeceksek, bu türden “grup sigortaları” için en fazla “yetmez ama evet” denebilir.

Beddua

Artık karar verildi, öfkeden başka bir şey gelmiyor elimizden. Fakat benim bir de bedduam var: Dilerim o hâkimler, davaya şerh düşen arkadaşlarının sözleriyle, “her türlü kuşkudan uzak, somut, kesin ve inandırıcı” hiçbir delil olmaksızın 18 yıl hapis biçtikleri arkadaşım Yiğit Ekmekçi’yi bir gün derinlemesine tanıma bahtsızlığına uğrarlar ve nasıl bir insan olduğunu anlarlar. Düşünüyorum ki, yargı süreçleri hâkimlerin bile bile haksız-hukuksuz bir cezaya çarptırdıkları insanları derinlemesine tanıyabilecekleri bir biçimde cereyan etseydi, böyle kararlar vermeleri çok daha zor olurdu ya da en azından sonrasında o kadar rahat edemezlerdi.

ANALİZ | Kim Jong-un’un Türkçeye ‘kazandırılan’ hikmetli sözler kitabı ‘Aforizmalar’: Gülmeli mi ürkmeli mi?

Aforizmalar’ı okurken gülmeyle ürkme (korkma) arasında garip bir duyguya kapıldım. Özlü sözlerin hemen hepsi öylesine çocukça ve basitti ki, böyle bir şeyi dünya kamuoyuna övünçle sunmanın tuhaflığına, bu ölçüde bir naifliğe gülümsememek elimden gelmedi. Fakat öte yandan milyonlarca insanın bu aforizmalarda sınırları çizilen bir zihnî iklimi ‘normal’ kabul edip uyum gösteriyor oluşu da, bir ülkenin bu kıvama gelebilmiş olması da ürküttü beni.

Bir muhafazakâr eleştiri stili: Eleştirmek ama Erdoğan’ı esirgeyerek…

Yeni Şafak gazetesi yazarı İsmail Kılıçarslan geçtiğimiz günlerde “hayat pahalılığını bırak bekaya bak” diyenleri eleştiren bir yazı kaleme aldı. Kılıçarslan’a göre bu bakış açısı sorunluydu, çünkü bizatihi hayat pahalılığının kendisi bir beka sorunuydu ve bu yaklaşımın, “ekonomik daralma ve yaşadığımız ekonomik krizle mücadele eden Recep Tayyip Erdoğan’a da, AK Parti’ye de bir gram faydası yok”tu. Sorunun kaynağını eleştiri dışında tutarak eleştiri yapmak: Bir muhafazakâr eleştiri stili!

DEVA ve Gelecek alerjisi: Yeter ki bağcıyı dövelim, üzüm yemesek de olur!

Belki birkaç yüz bin oyla kazanılıp kaybedilecek kritik bir seçimin arifesinde ortaya çıkan ‘istemezükçü’ akımı akıl ölçüleriyle kavrayabilmek imkânsız. Bence bunu ortaya çıkaran şey bir duygu: ‘İslamcı’ olarak adlandırılan birilerinin kök partilerinden gerçekten de kopup demokrasi isteyenlerin safına geçme ihtimalinin yarattığı korku. Çünkü bu durumda özü gereği hiçbir koşulda değişmemesi, hep aynı kalması gereken bir varoluş biçimi değişmiş oluyor ve bu da kafamızda “kalûbelâdan” beri oluşturduğumuz çok temel bir siyasi-ideolojik kalıbın parçalanması anlamına geliyor.

ANALİZ | Gültekin Uysal sadece Gültekin Uysal mı?

Demokrat Parti lideri ve Altılı Masa iştirakçisi Gültekin Uysal’ın masanın belden aşağısına indirdiği darbe, DEVA ve Gelecek partilerinin muhalefet ittifakını büyütmek bir yana ‘küçülttüğü’ne dair görüşleriyle öne çıkan İYİ Parti’nin sol-liberal tavsiyecilerini mutlu etmiş görünüyor. Gültekin Uysal’a gelince: Ahlaki olarak (da) sorunlu tavrını daha da sorunlu hale getiren tevil çabaları, onun bu ikiliyi Altılı Masa’nın ‘merkez sağ’ında istemediği gerçeğini perdeleyemiyor. Fakat asıl soru şu: Bunu istemeyen sadece o mu?

İki tarz-ı siyaset(sizlik): Mansur Yavaş ve Altılı Masa

Seçmenler açısından muhalefet partilerinin bir arada olması, bu yönde irade beyanında bulunmaları tabii ki önemli, fakat bu beyan ancak onların ortak siyasi irade beyanlarıyla birlikte anlamlı olabilir, ki bunu bir türlü göremiyoruz. Altılı Masadaki partilerin her birinin “partimiz iktidara geldiğinde” diye başlayan lafları onları destekleyen seçmenlerde sadece sinirlilik yaratıyor. Çünkü tek başlarına değil birlikte iktidar olacaklar ve seçmenler onların birlikte ne yapacaklarını görmek istiyor.

Milliyetçilikle kutuplaşmanın izdivacının çocuğu: Ahlaki boşvermişlik… Örnek olay: Kaşıkçı dosyasının iadesi

“Değer odaklı dış politika”nın zirveleri olarak sunulan dış politika hamlelerinden birer birer geri basılırken ortalığı kaplayan sessizliği nasıl açıklayabiliriz? İktidarın dış politikada ahlakı ve vicdanı öncelediği için ortaya çıktığı söylenen “değerli yalnızlık”a bir zamanlar televizyonlardan, gazetelerden övgü düzenler, hadi geçtik hepsini, cesedi bile bulunamamış Cemal Kaşıkçı’nın davasının Suudi Arabistan’a iadesi kararında nasıl bu kadar sessiz kalabiliyorlar?

‘Gerçek’in pabucunu dama atan gerçek: ‘Gönüllerin gerçeği’

Dün (30 Mart) sabah Çiğdem Toker’in yazısının başlığını okuyanlar (“’Beşli çete’ diyene hapis gelmiyor”) eminim benim gibi “nasıl ya” diye tepki vermişlerdir. Çünkü kaç gündür muhalif gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medya hesaplarında, torba kanundaki “Beşli çete diyene hapis cezası geliyor” kesin bilgisi üzerine yorumlar yapılmaktaydı. Neyse ki kariyeri boyunca ilgi alanının sadece olgusal gerçek olduğunu defalarca kanıtlamış olan bir gazeteci, Çiğdem Toker, birbirimizi daha fazla gaza getirmeden bizi ‘gönüllerin gerçeği’nden alıp ‘gerçek’e taşıdı.

Adana’daki şiddete laik kesimden gelen yaygın itiraz ilkesel ve çapaksız mıydı?

Laik kesimin, kendi gibi olmayanın üzerindeki zorbalığa bu netlikte, bu açıklıkta bir karşı çıkışına ilk kez şahit oluyoruz. Fakat acaba bu itiraz ne kadar ilkesel? Muhafazakârlar, hak ve özgürlük telakkilerinin sınırlı olduğunu gösterdiler 20 yıllık iktidarlarında. Laikler de geçmişte çakmıştı bu sınavdan. Peki o sınavlardan gerekli dersler çıkartıldı mı? Bundan sonrası farklı olabilir mi? Adana’daki şiddete gösterilen yaygın tepkiye bakarak ne kadar umutlanabiliriz?

Kemalist Avrasyacılığın doğuşu ve yükselişi

Avrasyacılar kendilerini sanki kapitalist emperyalizmin dışına çıkmış, sömürüsüz-adil bir dünya tasavvurunun bağlıları gibi sunsalar da bunun gerçekle bir ilgisi yok. Avrasyacılar Avrasyacı, çünkü arzu ettikleri disiplinli, dejenere olmamış, demokrasisiz rejimin yolunun buradan geçtiğine inanıyorlar. Bu ölçüyle baktığımızda, askerlerin Batıcılıktan Avrasyacılığa meyletmelerinin başlangıcını, Batıcılığın otoriterliğe cevaz verme esnekliğine sahip olmamaya başladığı 1990’ların başlarına kadar götürebiliriz. Avrasyacılığın yükselişi ise Gezi ve 17-25 Aralık’la başladı, 15 Temmuz’la zirveye çıktı.

ANALİZ | Liderliği olmadan başarının imkânsız olduğu cumhurbaşkanından, başarıya vesile olan cumhurbaşkanına…

Berat Albayrak’ın kitabında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a raferans veren tek bir cümlenin olduğunu biliyoruz: “Bahsi geçen bu zaman zarfında tüm bu hizmetleri hayata geçirmemize vesile olduğu için sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkürü bir borç biliyorum...” Şaka bir yana burası hakikaten çok önemli. Berat Albayrak böylece, onu seçerek ülkenin makus talihinin değişmesinde vesile olduğu için cumhurbaşkanını tebrik ediyor ve başarının kendisine ait olduğunu söylüyor.

ANALİZ | Erdoğan’dan “‘iç’ sana söylüyorum ‘dış’ (Batı) sen anla” mesajları

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın aynı güne sağdırdığı “mülteciler kalıcı” ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde değişiklik yapabiliriz” mesajları ‘iç’e yönelik gibi görünse de asıl hedef ‘dış’ (Batı) olabilir. Bunlar, Erdoğan’ın Batı’ya yaklaşma politikasının yeni adımlarını simgeliyor olabilir.

Reis’in medyasına yeni misyon: Reis’i Reis’ten koruma

İktidar medyalarının işi her dönemde zordur, fakat iktidarda Erdoğan gibi bir figür olduğunda iş daha da zorlaşır. Çünkü medya artık iktidarı gözü kapalı desteklemenin yetmediği bir vasatta iş yapmak zorundadır. Bu zorlukların sonuncusu 2022 ile başladı. Bu dönemde yandaş medyanın kendi kendine sorduğu soru şöyle: “Promptırsız Reis, peşpeşe kamuoyunda duyulmaması gereken sözler sarf ettiğinde biz Reisçi gazeteciler ne yapmalıyız?”

“Bir kere adını koyalım, bu bir işgaldir”den sonra gelenler…

‘Hak’tan ve ‘adalet’ten çok ‘güç’e inananların ya da ‘güçlü’nün karşısında ‘haklı’nın yanında durma cesaretine sahip olmayanların baş vurduğu dil hileleri var. Bunları kullanarak, hem berbat ahlaki pozisyonunuza dışarıdan gelebilecek eleştirileri seyrelttiğinizi düşünüyorsunuz hem de altlarda bir yerde işleyip sizi rahatsız eden vicdanınızın sesini kısmış oluyorsunuz: “Hayır, ben haklının hakkını, mağduriyetini teslim ediyorum, fakat bir de gerçeklik diye bir şey var; ahlaki pozisyon başka ‘objektif analiz’ başka!”

ANALİZ | Putin’in dün geceki ‘Büyük Birader’ konuşması: Savaş barıştır, özgürlük köleliktir

"Özgürlük politikamızın merkezindedir. Bu herkesin kendi geleceğini ve çocuklarının geleceğini bağımsız olarak belirleme özgürlüğüyle ilgilidir. Ve bu hakkın, seçme hakkının, günümüz Ukrayna topraklarında yaşayan tüm halklar tarafından kullanılabileceğini önemli görüyoruz."

ANALİZ | Anketler yanlış mı? Tercihler bu ölçüde ‘çarpıtılıyor’ olabilir mi?

Anketlerde oylarını Cumhur İttifakı’na vereceğini söyleyen deneklerin acaba ne kadarı aslında vermeyeceği halde sosyal çevresinden çekinerek böyle diyor, başka bir deyişle “tercihini çarpıtıyor?” Ali Babacan bu oranın çok yüksek olduğu kanaatinde… Haklı olabilir mi? Sandıklar açılıp da “sürpriz”in boyutları ortaya çıktığında anlayacağız.

“7 dakika 40 saniye insanı” olmak

Cumhurbaşkanı tarafından ayağa kaldırılan fakat o “oturun” demeyi unuttuğu için cumhurbaşkanını 7 dakika 40 saniye boyunca ayakta izleyen belediye başkanları hadisesinin yaşandığı bir ülkemiz var. Düşününce, benzerlerinin Sovyetler Birliği gibi ülkelerde yaşandığı başka örnekler de geliyor akla.

ANALİZ | “FETÖ’cülük” suçlamasının fars hali: Nesip Yıldırım hadisesi

Geçtiğimiz Cuma bir şafak operasyonuyla gözaltına alınan insan hakları savunucusu avukat Nesip Yıldırım’a yöneltilen suçlama belli oldu: Bir baz istasyonu incelemesinde, bundan 7-8 yıl önce bir “FETÖ’cü”nün Yıldırım’ı iki kez aradığı (toplam 37 saniye) ortaya çıkmış. Hepsi bu. Ne konuştukları da belli değil, sadece konuşmuşlar. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yıl önce verdiği açık söze rağmen sabahın köründe gözaltına alınmayı gerektiren bir suçmuş! Şimdi hakikaten, nedir bu?

Demokrasi sınavında muhalefet bloku için samimiyet kriterleri

Muhalefet bloku, bir tür koalisyon protokolü gibi düşünülen yol haritasını açıklarken güzel fakat soyut vaatlerden kaçınmalı, diyeceklerini madde madde, net bir üslupla ifade etmeli. Bu ülke, “muhalefette doğru söyler iktidarda şaşar”ı ezber etti artık. Soyut vaatler, “fazla köşeli sözler vermeyelim, iktidarda bize de lazım olabilir, sonra sözümüzden cayamayız’ duygusu yaratır ve sözün inandırıcılığını zedeler.

ANALİZ | Tek adam sisteminin bir dezanvantajı: ‘Hatalara halk adına müdahale eden Cumhurbaşkanı’ algısından yararlanamamak

“Başkan” değil sadece cumhurbaşkanı olduğu eski sistemde Erdoğan’ın zaman zaman başvurduğu bir taktik vardı: Geniş kitleleri rahatsız eden gelişmeleri izliyor, sonra da onları ilk defa duymuş gibi ‘müdahale’ ediyordu. Fakat her şeyi denetlediği yeni sistemde bilmiyormuş gibi yapmak mümkün değil. Yine de can yakan elektrik faturalarıyla ilgili olarak geçtiğimiz hafta yapılan minik tarife makyajının nasıl sunulduğu hatırlanınca işin rengi değişiyor. Anlıyoruz ki, “haberim yoktu” denemese de kimsenin yapamayacağını yapıp “halkı rahatlatan” başkan imajı yine de parlatılmaya çalışılacak.

Türkiye’yi kim yönetiyor? Prof. İzzet Özgenç söyleyebileceğini söyleyip sustu, devamı için ‘siyaset’i işaret etti

Serbestiyet, bir televizyon programında “(…) Kontrol şu anda, açık söyleyeyim, bizim bilmediğimiz bir kişinin, kişilerin elinde…” diyen hukukçu profesör İzzet Özgenç’ten bu cümlesini açmasını istedi. Bir zamanlar, kendi deyişiyle “Tayyip Bey ile beraber” olan Özgenç, Serbestiyet’e verdiği cevapta bir akademisyen olarak bundan fazlasını söyleyemeyeceğini belirtti ve devamını tartışma görevinin ‘siyaset’te olduğunu ima etti… “Ben, bunları açık açık, ulaştırmam gereken insanlara iletiyorum, konuşuyorum. Kimse benim bu söylediklerime itiraz etmiyor” şeklindeki sözleri de ‘siyaset’ derken özellikle AK Partilileri kastettiğini akla getiriyor.

ANALİZ | Hakan Atilla’nın anlattıkları, Halkbank davasının Türkiye’de bir korku süreci olarak yaşandığını doğruluyor

Hakan Atilla, ABD’de yargılandığı iki yıl boyunca eşinin ve çocuğunun ABD’ye gitmesine Türkiye’den izin verilmediğini söylüyor. Neden acaba? Eşi ve çocuğu ABD’ye gitmiş bir Hakan Atilla ile Türkiye’de kalmış bir Hakan Atilla arasında fark olacağı mı düşünülmüş? Bu engelleme, eşi ve çocuğu yanına gelmiş ve “rahatlamış” Hakan Atilla’nın muhtemel tercihlerinden duyulan rahatsızlığın bir yansıması olabilir mi?

Mumcu’nun cenaze töreni, 28 Şubat ve CHP’deki değişim çabasının durdurulması

Uğur Mumcu’nun cenaze töreni, törene katılan kitlelerin ruh hali üzerinden yeni ve güçlü bir devlet siyasetinin inşa edilebileceği duygusunu yaratmıştı. Bu yoldan gidildi ve sonunda 28 Şubat’a varıldı. Bu, hikâyenin bilinen kısmı… Madalyonun öbür yüzünde, o cenaze töreninin, Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) Batı tipinde bir sosyal demokrat partiye dönüştürme uğraşlarını berhava etme doğrultusunda araçsallaştırılması var.

ANALİZ | Dil koparma bahsinde Erdoğan’a “sizi sansürledik” dendi mi, denmedi mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Sezen Aksu’yu hedef alan sözlerinin iktidar medyasında yer almamış olması bir dizi soruyu davet ediyor. Cumhurbaşkanı, sözlerinin kendisine yakın medyada yayımlanmamasının ‘sağlandığından’ haberdar mı? Haberdar değilse, bilgilendirilmediyse, başta İletişim Başkanı olmak üzere yakın kadrosu böyle bir şeye nasıl cesaret edebilmiştir? Haberdarsa, egosunun iriliği malum bir insan olarak cumhurbaşkanı buna nasıl bir tepki vermiştir?

1996: ‘Yeşil’ bir Kurban Bayramı’nda Güldal Mumcu’yu ziyaret ediyor

Uğur Mumcu cinayeti sonrasının en tuhaf gelişmelerinden biri de 1996’da yaşandı. O yılın Kurban Bayramı’nda ülkenin bildiği en acımasız Devlet tetikçilerinden biri, ellerinden tuttuğu biri kız biri erkek iki çocukla birlikte, biri kız biri erkek iki çocuğuyla birlikte yaşayan Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret etti. Bu olayın imâ ettiklerine, sembolizmine bakıp da Güldal Mumcu’yu, bildiklerini uzun yıllar boyunca kendine sakladığı için eleştirmek mümkün mü?

Halk TV izleyicileri için gerçek ânı: Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’ değil ‘Devlet’ öldürdü

Halk TV’nin çok izlenen programı “Görkemli Hatıralar”ın dünkü (23 Ocak) bölümü, 29 yıl önce suikast sonucu öldürülen gazeteci Uğur Mumcu’ya ayrılmıştı. Programda Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu salonu dolduran ve 29 yıldır Uğur Mumcu’yu ‘Ortaçağ karanlığı’nın öldürdüğüne inanan Halk TV izleyicilerinin gözünün içine bakarak onlara eşini ‘Devlet’in öldürdüğünü anlattı. Programın sunucusu Serhan Asker o konuşurken birkaç kez araya girip Halk TV izleyicilerinin “tarihi bir program” izlemekte olduğunu söyledi. Haklıydı…

2006’da bebek olan bugünün gençleri için bir hatırlatma: Hrant’ı ölmeden evvel öldüren dava

“Türk’ten boşalacak o zehirli kanın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan’la kuracağı asil damarda mevcuttur…“ Bu cümleyle Hrant Dink’i ‘Türklüğe hakaret’ten mahkûm etmek nasıl bir şeydi biliyor musunuz? Hani ‘Abdest almadan namaza durmayın’ diyen birini şeriat mahkemesinde ‘namaza durmayın’ dediği gerekçesiyle cezalandırmışlar ya, işte tam böyle bir şeydi.

Sezen Aksu: “Bir”leştirmeden birleştiren…

Toplumların esenliğinin göstergelerinden biri de ortaklaşa sevilen insanlar çokluğu… Böyle insanların sayısı ne kadar çoksa o toplum o kadar huzurludur. Kutuplaşmadan, ayrışmadan beslenenlerin onları hedef alması doğal… Bundan tam 15 yıl önce yazdığım (Ocak, 2007) portresinde Sezen Aksu’yu ve müziğini ‘ortak hayat’ımızdaki önemi açısından ele almıştım. 15 yıl sonra, onu nefretlerinin nesnesi haline getirmeye çalışanlara karşı o portreyi Serbestiyet okurlarıyla bir kez daha paylaşıyorum.

Benzerleri eskiden sadece bir mahalleye dert olurdu

Nihal Bengisu Karaca’nın Halk TV ekranında görülmesi, “oraya nasıl çıkarsın”cıların mahallesiyle “onu nasıl davet edersiniz”cilerin mahallesine dert olmuştu. Karaca’nın başına gelenlerin işaret ettiği Türkiye canlı, taptaze olarak önümüzde. Fakat biliyor musunuz, bu 30 yıl önce de böyleydi. Bugün, medyadaki “herkes kendi çöplüğünde” pratiğine kendi meslek hayatımda yaptığım itirazları hatırlatmak istiyorum; meslek hayatımın “iyi ki de yapmışım” dediğim fasıllarından birini…