Etyen Mahçupyan
‘Dip dalga’ var mı?
Şunu da unutmamak gerek ki, her seçimde kendisini alternatifsiz hisseden seçmen de birbirinden farklı olabilir. Ancak eğer geçmişte sandığa gitmeyen seçmenleri apayrı bir kategori olarak telakki etmeyeceksek, örneğin Kasım 2015 seçimlerinde oy vermediği halde şimdi vermeyi düşünenlerin siyaseten nasıl dağıldığı, muhtemel ‘dip dalga’ açısından bize anlamlı bir ipucu verebilir.
AK Partililerin draması
Bugün de AK Partililerin samimi arzusunu sorsak, muhtemelen Erdoğan lider olarak kalsın ama ‘doğru’ davransın diyeceklerdir. Ne var ki siyasette ihtiraslar çarpışıyor ve daha keskin ve sebatkar olan kazanıyor. AK Parti içinde de Erdoğan ‘bu yolu yürüdüğü’ kendi arkadaşlarını siyasetin kenarına iterek tek başına yönetmek istediğinde karşısına direnç çıkmadı. Ve AK Parti kısa sürede bütün iç kurumsallaşmasını işlevsiz hale getirecek bir tek adam idaresine kaydı.
Sarmalın son halkası
Ekonomide doğrular yapılabilseydi, belki Türkiye halkı adalet ve özgürlük eksikliğine razı gelebilir, ülkenin birçok alanda gerilemesi ve yalnızlaşmasını ‘dış güçlerin fıtratına’ havale ederek iktidara ihtiyaç duyduğu desteği verebilirdi. Ama hükümet inanılmaz bir biçimde kendi ayağına sıktı… En teknik alanda ısrarlı ve istikrarlı biçimde yanlış tutumu sürdürmekle kalmadı, bunu açıkça seslendirdi…
Erken seçim istemeyip ne yapsaydı?
Büyümeyen bir ekonomide sürekli artan işgücünün istihdamı, hele seçim derdiniz varsa palyatif tedbirler ve uygulamaları ima eder. Bugünkü iktidar da aynı mantıkla davranmaya devam ediyor ve sonuçta enflasyonun, faizin ve dövizin artmasının nedeni de bu. Özel sektör üzerinden gerçek bir kalkınma modelinin koşullarını yaratamaz, buna karşılık ekonomiyi yapay bir büyüme haddine zorlarsanız, kamu eliyle dengeleri bozma noktasına sürüklenebilirsiniz.
Suriye’de niçin seyirciyiz?
Sünni muhalefetin etkisiz kaldığı, hiçbir yarar sağlayamadığı, aksine gelecekte daha zayıflamasına neden olacak bir sürecin içindeyiz. Türkiye’nin bir an önce bu anlaşmanın daha geniş bir zemine oturtulması ve güçler arasındaki dengeleri muhalefet aleyhine bozmayacak şekilde kotarılması için ağırlığını koyması lazım. Bu ise şu anki konjonktürde ABD’yi ikna ederek birlikte davranmayı gerektiriyor. Ama aynı ABD PYD’yi desteklediğine göre, bu tür bir hamle genişlemesi yapıldığında PYD’nin de meşrulaşmasını istemesi şaşırtıcı olmayacaktır.
Kürt meselesi nasıl çözülmeli?
Kürt meselesinin çözümü, değişen koşullardan bağımsız olarak, birlikte yaşama isteğinin varlığına muhtaçtır. Eğer bu istek iki tarafta da mevcutsa, birbirini anlama ve ortak bir bakış üretme uğruna iletişim kurmak, karşı tarafın değer ve normlarını rencide etmemek üzere sorumluluk almak ve çözümü bu çerçevede aramak zorundayız.
Dindarlar nasıl kaybetti?
Bugün söz konusu yoldan sapılırken fazlasıyla ironik bir durumla karşı karşıyayız. AK Parti artık kendi cemaatinin çıkarlarını koruyacak bir yola da giremiyor. Ne demokratik düzeni inşa etme, ne de cemaatçi siyaseti pekiştirme imkanı yok. Diğer deyişle iktidarı kazanmasına karşın, siyaseti kaybediyor… Çünkü salt iktidarı sürdürme uğruna devletle koalisyon yapmanın maliyeti var.
Sivil toplumun ‘gerçek’ işlevi
Siyaseti her ne pahasına olursa olsun iktidara sahip olma ve bu iktidarı kalıcı kılma çabası olarak gelenekselleştirmiş ülkelerde, STK’ların kendi normlarından ve doğrularından ziyade, siyasetin gereklerini referans alması ve mümkünse siyasetin yakın çevresinde konumlanması şaşırtıcı değil.
‘Yeni’ AK Parti’de gerçeklik sorunu
Karşımızda laik kesimden bazılarının sandığı üzere, gizli ajandalı bir iktidar yok… Aksine bütün yanlışlarını samimiyetle anlatan ve onlara sahip çıkan şeffaf bir iktidar var. Tek sorun kendi algılarındaki gerçekliğin gerçek olmaması…
Deizm niçin yaygınlaşacak?
Bu açıdan bakıldığında dinlerin esas rakibinin deizm olduğu söylenebilir. Ateizm ise Allah’ın varlığını inkar ederken, aynen onun niteliklerini bildiğini varsayan dinler kadar iddialıdır ve dolayısıyla bir tür din olarak işlevselleşir. Bu nedenle de ateizm ilahi dinler için hiçbir zaman bir alternatif, rakip ya da tehdit oluşturmaz. Deizm ise insanı kendi zihninin sınırlılığını kabullenmeye davet eder... İlahi dinlerden farklı olarak insanın bilebileceği ile yetinir ve gerçekliğin açıklanamayan kısmı karşısında tevazu gösterir.
STK’lar ‘yandaşlaşma’ sürecinde
Bugün siyasi anlam ve işlevi olan sivil toplum faaliyetleri için gerçek bir hareket alanı kalmamış gözüküyor. STK’lar siyasi iktidarın hoşlanmadığı işleri yapmama baskısı altındalar. Bir alternatif seslerini kısmaları, sütre gerisine çekilmeleri, suya sabuna dokunmayan işlerle bu dönemin geçmesini beklemeleri… İktidarca desteklenen diğer alternatif ise ‘yandaş’ STK’lara dönüşerek, yönetimin ihtiyaç duyduğu alanlarda yine yönetimin hoşlanacağı çözümlemeler yapıp öneriler sunmaları.
Ekonomide seçim ‘istikrarı’
Türkiye son dönemde gayet istikrarlı bir çizgi tutturmuş durumda. Ne yazık ki bu ‘istikrar’ olumlu bir anlama sahip değil… ‘Olumsuz’ yöne, tıkanmaya doğru istikrarlı şekilde ilerliyoruz. Ekonominin dengelerini bozma pahasına büyüme peşinde koştuğunuzda elinizde ‘şişirilmiş’, ileride patlayacağı kesin, ama o noktaya kadar ‘istikrarlı’ bir kontrolsüzlük kalıyor.
Doğru davranışın zamanı?
Konuya ilişkin ilk yazıda söylediğim üzere, kuruluşundan gelen sorunları hala taşımakta olan ülkeler bu hasleti sergilemekte zorlanabiliyorlar. Kendisini ‘Türk’ olarak görenlerin de bugün İsrail’in ardına saklanmaması beklenir. ‘Doğru’ davranış budur… ‘Doğru’ zamanlama da budur… Bugün bir başkasının yaptığı yanlış, bize geçmişteki kendi yanlışımızı ister istemez hatırlatır. Soru olayın üstünü örtmeyi mi, yoksa bu fırsatı kullanıp yüzeye çıkarmayı mı tercih ettiğimizdir.
Seçimlerde ne olacak?
Siyasi nedenlerden biri belki de ilk kez herkesin oy verebileceği bir cumhurbaşkanı adayının ve siyasi partinin seçimlere giriyor olması. AK Parti, CHP, HDP, İyi Parti, MHP, SP, BP ve VP… Tüm siyasi yelpazeyi kuşattığı gibi, her siyasi eğilim de şu an için sahip olduğu en güçlü adayla sahnede. Dolayısıyla kutuplaşmayı da dikkate alırsak protesto oylarının çok düşük, katılımın ise her zamankinden yüksek olması beklenebilir. Bu durumda karşımıza ilginç bir soru çıkıyor: Acaba geçmiş seçimlerde oy vermemiş ve bu seçimde oy verecek olanlar kim? Hangi eğilimdeler?
Tarihe nesnel bakmak zor değil
Eğer serinkanlı bir duruşunuz varsa tarih son derece öğretici ve keyifli bir alan. Hiçbir ırk, millet veya toplumun kategorik olarak iyi ya da kötü olmadığını, hiçbir tarihsel olgunun basite indirgenemeyeceğini, bu karmaşıklığın bize insanı anlattığı ölçüde değerli olduğunu hatırlatıyor.
Milli tarihte nesnellik sorunu
1915 diye sembolize edilen tarihsel olgu, son derece karmaşık ve çok yönlü bir siyasi/toplumsal mesele. Ama daha önemlisi insani ve ahlaki bir mesele… ‘Soykırım mı değil mi’ söyleminin ötesine geçememek, bu endişe ile tarihi eğip bükmek Türkiye’yi bir zihinsel bataklığa doğru çekiyor. İşin garibi bu tezi savunanlar öylesine ideolojik ve bilimsel açıdan yetersiz ki, o yönde ortaya konan her gayret aksi tezi güçlendiriyor.
Medeniyet halleri
Bizler için söylemesi kolay olmayabilir ama bütün dinler barış dini olmakla birlikte, her din gibi İslam da savaş için araçsallaştırılabilir özelliklere sahip. Mesele dine hangi zihniyetin içinden baktığımız… Öte yandan her dinin mensupları arasında inancı kötüye kullanmak isteyenler olacaktır. Mesele dindarlığı kuşatan bir demokratik kültüre sahip olup olmadığımız…
İktidarın dili
İktidarın kendi ittifakına güzellemeler yapıp, oyunun kuralına uyarak bir araya gelen muhalefet ittifakına bu tavır ve kelimelerle saldırması, herhalde “Türkiye’nin ihtiyacı” olduğu söylenen sağlıklı siyasi ortamın oluşmasına hizmet etmiyor… Belki iktidar ortakları seçimi kazanmak açısından muhalefeti gayrı meşru ilan etmenin yararlı olduğunu düşünüyorlar ama siyasi tarihimiz bunun çoğu zaman ters teptiğini söylüyor.
Muhalefetin şansı
Son 16 yılda hiçbir seçimde muhalefet bu kadar ‘şanslı’ olmamıştı… Yapılacak şey kısa vadede ekonomiyi ‘normalleştirecek’ ve uzun vadede kapasitesini geliştirecek bir orta vadeli akılcı strateji önermekten ibaret. Muhalefetin en büyük avantajı basit ve sıradan bir programla bile vatandaşa güven verebilecek olması.
Devletin seçilme manifestosu
Böylece iktidar üretebildiği ve büyütebildiği bir beka meselesinin karşısına, ‘kişilikli’ bir Türkiye koymaya ve seçmeni bunun cazibesine inandırmaya çalışıyor. Tabii ki seçmenin hem tehdidin varlığına ve büyüklüğüne hem de iktidarın ülke sorunlarını çözmede becerikliliğine inanması gerekiyor.
Bir sonraki erken seçime doğru
Çok geç olmadan cumhurbaşkanlığı çevresinin ekonomi yönetimi ile her türlü ilişkisinin kesilmesi ve hükümetin ekonomiden anlayan, küresel piyasaları bilen, yatırımcı zihniyetini tanıyan insanlarının bir koordinasyon içinde yetkilerini serbestçe kullanmalarının sağlanması lazım. Yoksa önümüzdeki seçimden sonra iki yıla kalmadan bir erken seçimin daha eşiğine gelinir ve o ortamı ‘diriliş’ muhabbeti de kesmez.
İktidarın üst aklı konuştu
Nurlu ufuklar tablosu çizerek seçimi kazanmayı hedefleyen AK Parti’nin, bu nurlu ufka bir adım daha yaklaştığını sandığı her momentte, Bahçeli’nin çok yönlü tahakkümü artıyor ve daha da işlevsel hale geliyor. Öyle ki sanki AK Parti son hedefine ulaştığında Bahçeli’nin iktidar üzerindeki tahakkümü de en tepeye, azamisine çıkmış olacak.
Kendi düşen ağlamaz
Mesele şu ki, eğer diğer cenahın tüm insanlarını aynı kaba koyarak mahkum etme eğiliminiz varsa, emin olun karşı taraf da sizle ilgili aynı kanaati taşıyacak ve bu nedenle iki taraf birbirine blok olarak yaklaşacaktır. Böylece çoğunluk olan muhafazakar cenahta laiklere en karşı duran, kendi kimliğini en abartan, en kavgacı, ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı kişiler siyasetin liderliğine yükselecektir. Kısacası çoğunluk oldukları için iktidara gelecek muhafazakarlar, laik kesimin yaşam alanını daraltmaktan çekinmeyecek, hatta bunu demokrasiye dayandırarak meşru bile kılacaklardır.
Rüzgar gülü müjdesi
Siyasi açıdan ise soru şu: Seçimlerde ciddi rakibinin kalmadığını ve zaten büyük oranda muhalefetin önünde gittiğini düşünen bir iktidar, acaba son anda böylesine ‘kör gözüm parmağına’ popülizme niçin ihtiyaç duyar? Üstelik kendi ekonomiden sorumlu bakanı enflasyon ve öngörülemezlikle ilgili uyarıda bulunmuşken…
Abdullah Gül ne dedi?
Gül’ün geniş mutabakat isteğinin altında muhtemelen siyaset üstü konumda kalma, AK Parti içi bir siyasetin parçası haline gelmeme isteği vardı. Nitekim iktidarda bugün AK Parti değil, onun MHP ile bütünleşmiş ve böylece kuruluş ilkelerinin uzağına düşmüş bir versiyonu var. Buna karşılık eksik bir mutabakata dayanıldığında, kendisini özne kılan, kariyerist bir tavır sergilemiş olacağını öngörmüş olabilir…
Ayıp ve ötesi…
Gül aday olmasın diye defalarca heyet gönderen iktidar sahiplerinin, kamuoyu önünde FETÖ/PKK çeşitlemeleri eşliğinde tavsiye kılığında tehditler savurması, izana ve saygıya sığmayan bel altı hamleleri yapması halk vicdanında kaçınılmaz olarak yer edecek… Bu noktadan sonra kazansanız ne olacak? İktidarı can simidi olarak gören bir bağımlılık düşkünlüğünden bu ülkeye ne hayır gelebilir?
Zihin açıcı beyanlar
Ülkenin basit gerçeğini görmek bu kişilere zor geliyor… İktidara öylesine vasat bir yönetim aklı ve özgürlük alanlarını daraltan bir ideoloji hakim olmuş durumda ki, muhalefette farklı insanları buluşturmak için ilave bir çabaya ihtiyaç yok. İktidar muhalefet bloğunu bizzat kendi tutumu, söylemi ve uygulamaları ile yaratıyor, derinleştiriyor ve tahkim ediyor.
İktidarın haklı endişesi
Bahçeli’nin ‘ikbal arayışı’, ‘hülle ve hile’ lafları, AK Parti sözcülerinin ‘onursuzluk’ ve ‘ahlaksızlık’ ithamları, maalesef bizzat kendilerinin de katkıda bulunduğu siyasi ortam nedeniyle fazlasıyla abartılı kaçıyor. Hele muhalefetin adımını ‘FETÖ siyasi mühendisliğine’ veya ‘PKK terörünü perdeleyen siyasi uzantılara’ yormak, toplumun aklını küçümsemeye, veya toplumun aklını kullanmayan kısmına hitap etmeye çalışıldığına delalet ediyor…
Herkesin bildiği sır
Muhalefetin ortak adayda anlaşması halinde, bu seçimlerin ‘keyfi otoriterleşme’ ile ‘kurumsal demokratikleşme’ arasındaki tercihi ifade edeceğini söyleyebiliriz. Böyle bir durumda AK Parti’nin ‘reisçi kültüre’ mesafeli kesiminin sağduyulu davranması kimseye şaşırtıcı gelmeyecektir
Meğer asıl iktidar kimmiş!
Bahçeli’nin ve cumhurbaşkanlığı sistemini kotarıp Erdoğan’a sunanların istediği oldu… AK Parti koalisyonun küçük ortağı olarak onların isteğine uydu ve alınmış kararı bir miktar kendi ihtiyacına uydurdu. Proaktif olan, hedeflerini hayata geçiren, ortağını uyum göstermek zorunda bırakan Bahçeli idi… Bu da gerçek iktidarın kim olduğunu ortaya koyarken, bu denge ve ilişki biçiminin seçimden sonra da devamı halinde Türkiye’nin kimin iktidarında olacağını gözler önüne serdi.