Kemal Sayar
Hınç ve affediş
Nasıl affedeceğiz? Ahlaki onarımı nasıl yapacak ve yüreği yanmışların yüreğine nasıl su serpeceğiz? İçimizden yürüyen bir kezzap gibi bizi dağlayan, bazen bizi hayatta tutan, bazen de bugünle barışmamızı engelleyen o hınç duygusunu nasıl iyileştireceğiz? İşkence, sürgün ve köleleştirmeyle sessizleştirilen, boyun eğdirilen insanları nasıl yeniden tarihin tanık sandalyesine oturtabilecek ve onlara nasıl olup da konuşabilmeleri için bir ümit veya bir ses verebileceğiz? Keşke bir cevabım olsaydı.
Misafirperverlik hakkı
Avrupa’da dışarıdan gelenlere yönelik öfke ve nefretin tanımlayıcı özelliği yerliciliktir. ‘Önce Avusturya! Önce Almanya! Önce Fransa!’ Yerlici hareketlerin istediği şey Avrupa’nın bütün yabancı etkilerden arındırılması, özellikle de ‘yabancı’ İslam dininden kurtarılmasıdır. İşin kötü tarafı bu tür ahlaksız taleplerin aşırı sağın tekelinden çıkarak, giderek resmi politikalara dönüşmesidir.
Evin ruhu
Her büyük hayal, bir ruh halini açığa vurur. Ev içselliği dile getirir. Ev bir ruh halidir. Bir çocuktan ev çizmesini istemek, mutluluğunu barındırmak istediği en derin düşünü ortaya koymasını istemek demektir.
Merhamet, daha fazla merhamet!
Dünyamız merhamet eksikliğinden can çekişirken, ‘merhamet, daha fazla merhamet !’ diye sayıklıyor incinen ruhlar. Yaşayanlar. Yaşadıkları için acıyı hâlâ hissedebilenler.
Can sıkıntısı
Can sıkıntısı, modern insanın anlam buhranının en önemli belirtisi. Ruhlarımıza yön tayin eden kutup yıldızını yitirmiş gibi, anlamın olmadığı bir dünyada kaybolmuş ve şaşkın bir haldeyiz.
Safları sıklaştıralım
Yalnızlık, modern dünyanın bir salgını. Yalnızlık ve sosyal yabancılaşma insan için ağır bir yük. Başka insanlarla anlamlı bir bağ kuramadığımızda hem beden hem de ruh olarak ölüyoruz. Başka insanlarla bağ kurabilmek, hem bizi kendi bencil heveslerimizin ve süfli arzularımızın ötesine taşıyor hem de daha geniş toplumun menfaatlerini görmeye/gözetmeye başlıyoruz.
Nereye bakıyorsun?
‘Neyi arıyorsan sen osun’ demişti Mevlana. Bir ilave yapmama izin verilsin. Nereye bakıyorsan sen osun. Nasıl bakıyorsan sen osun.
Dini şiddet efsanesi
Kuşkusuz her dinin müntesipleri arasında şiddete meyyal insanlar olabilir ancak dinin, seküler adı verilen kurum ve ideolojilerden daha fazla şiddete meyyal olduğunu söylemek, bir efsaneye gönül vermektir.
Kalbin zamanı
Yersiz yurtsuzluğumuzun en önemli alametlerinden biri, medeniyetimize mahsus zaman telakkisini yitirmemiz. O halde mesele hatıraların o kutsi saatini, kalbimizin kendine mahsus zamanını hayatlarımıza geri getirebilmektir.
Yalnızız
Siber âlem, meçhule attığımız kement. Onu avucumuzun içine alacağımızı sandığımız anda onun tarafından yutuluyoruz. Makine uygarlığında merhamet yoktur.
Fıtrat
Mutluluk halinin peşinde değiliz artık, mutluluk arayışındayız. Asla olmamış olanı ele geçirme ve onunla tatmin olma arzusundayız. Negatif mutluluk, kendini kandırmanın mutluluğu...
Kötülüğü iyilikle sav
Stalin veya Pol Pot’un cinayetlerini anlamak için Das Kapital’e bakmadığınız gibi, İsrail devlet terörünü anlamak için Tevrat’a müracaat etmediğiniz gibi, Karadziç’in cinayetlerinin İncil’de bir dayanağı olmadığı gibi, Daiş vahşetini anlamak için de mukaddes Kuran’a bakamazsınız.
Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez
Niçin yazıyorum bunları? Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda en önemli meselelerinden birisinin, bir konuşma ahlakını tahkim etmek olduğunu düşündüğüm için.
Memleket meselesi
Türkiye’de beş ay içinde seçmen davranışında görülen bu büyük değişiklik, insanların ülkenin içinde bulunduğu durumu bir varlık ve yokluk meselesi olarak algılamasıyla alakalı olabilir.
Aşk ve nefret
Yeni bir seçimin arifesinde, kelimeler yine mızraklar halinde başka saydıklarımızın sinesine saplanıyor. Hiç de uzun uzadıya düşünmeden korkunç sözler dökülüyor dudaklarımızdan. Nefret yüklü sözler.
Uyaran ve tepki
Bize hasım saydıklarımızı işitmemek ve görmemekle o örgütlü şiddetin dünyasına gireriz, onların acısını acı bilmemekle.
Yasımızı birlikte tutacağız*
Terör geçmişi karanlıklaştırdığı gibi geleceği belirsizleştirmek istiyor. Yaşadığımız hayata tanıklık etmeye devam etmeliyiz, yasımızı sadece kaybettiklerimizi tekrarlamakla değil, neyi elimizde tuttuğumuzu birbirimize hatırlatmakla da yaşayacağız.
Modern tıp ve ölümün sekülarizasyonu
Artık ölüm başka bir varoluşa açılan kapı değil, def edilmesi gereken bir beladır. Bir insanlık durumu değil, tıbbi bir sorundur. Pek azımız sevdiklerimizin ölümüne tanık oluyoruz artık, ölüm anı itina ile gözlerden uzak tutuluyor.
Güzel ölme sanatı
Güzellik, gençlik, zenginlik ve tüketiciliği kutsuyoruz. Hayatlarımızı uzatacak ve ölümü geciktirecek ne varsa rağbet gösteriyoruz. Gençliğin ve cinsel cazibenin bilgelik ve olgunluğa galip gelmesi, yaşlılarımızın giderek daha fazla bakım evlerine terk edilmesine yol açıyor.
Konuşma zamanı
Düşmanlık paradigmasının sonuna geldik. Ötekinin yaralarına işaret etmek benim sızılarımı hafifletmiyor. Konuşma zamanındayız artık. ‘Ne bu, ne öteki’ tarzı bir düşünceden, ‘hem o hem öteki’ diyebileceğimiz düşünceye geçmemiz, bir zihinsel sıçrama gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Haysiyet
Tarihin görünmez gölgesiyim ben, öldüğümde gazetelere haber olmam. Geniş kitlenin meçhulüyüm belki ama haysiyetimle ‘varlığın kökleri’ne değerim. Benim haysiyetimi yok sayan her kimse, onunla bir meselem var. Ve benim biricikliğimi teslim eden her kimse ona verecek bir armağanım var.
İnsandan insana bir yol var
Ötekiyle doğru bir iletişime girme arzumuz onunla hemhal olabilmekle mümkündür ancak, onun var olma biçimine, dünya görüşüne nüfuz edebilmem ve onunla ortak bir anlam oluşturabilmem için onun dilini bilmeli, o dilden konuşabilmeliyim.
Unutuş ve hatırlayış
Türkiye’nin yeni paradigması inkâr ve red politikaları üzerine değil merhamet üzerine şekillenmeli. Bu toprakların üzerinde geçmişte sesi kısılmış, dilsizleştirilmiş olan kim varsa onu anlamaya çalışarak.