Oral Çalışlar

İttifaklar sahte midir geçici midir?

Muhafazakar dünyada yaşanan değişim ve kırılmanın hangi açılardan derin ve gerçek olduğunu zaman içinde daha net görebileceğimizi düşünüyorum. Küçük ayrılıklarla başlayan birçok ayrışma zaman içinde derinleşerek ilkesel boyut kazanabilir. Sonuç olarak bu ülkenin geleceğini, iki tarafın merkeze yakın olanları, uzlaşmaya yakın olanları çizecek. Farklılıkların birliği, farklılıkların uzlaşması, farklılıkların enerjisi zamanla daha da önem kazanacak.

CHP solculaşırken bazıları sağa kaydı sanıyor

Kılıçdaroğlu sağcıysa Deniz Baykal CHP’si bu durumda daha solcu mu sayılacak? Kürtçe TV’ye kim karşı çıktı? Dersim katliamını kim uygarlık eylemi olarak kabul etti? Azınlıkların mallarının iadesine kim en sert ırkçı tepkiyi gösterdi? Bunları söyleyen Baykalcıların hangisi daha solda? Kılıçdaroğlu elbette eleştirilsin ama eleştiriler daha sağlıklı bir zeminde gelişse keşke.

MİT görevlisi, “Sivas katliamında devlet neden geç kaldı” diye soran İnönü’ye ne cevap vermişti?

2 Temmuz 1993 Sivas katliamında suçlananlardan birisi Erdal İnönü’ydü. Yıllar sonra İnönü’yü Anadoluhisarı’ndaki evinde ziyaret ettim. Bu sohbetimiz sırasında kendisine “Sivas Katliamı”nı da sordum. Bu konuda kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyordu. Sivas’ta devletin seyirci kalmasına dair şunu söyledi: “Bir MİT yetkilisine ben de neden geç kalındı sorusunu sordum. Bana, ‘bazen bazı kuvvetlerin gazını almak için olayların gelişmesi kendi haline bırakılır’ şeklinde bir cevap vermişti.”

En tehlikeli şey kendi geçmişini düşman olarak görmek

2012 yılında yayınlanmış bir kitap... Başlığı “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” Kitabı karıştırdıkça, 2012 yılında neler neler konuşuyormuşuz, inanılmaz buluyorum. 2005-2013 aralığının, kendi geçmişimize yönelik cesur eleştiriler yapabildiğimiz, tabu sayılan konuları cesaretle tartışabildiğimiz bir dönem olduğu görülüyor.

Sağcıların milliyetçi olması tamam da… Solculara ne oluyor?

Karl Marks ve Friedrich Engels, Ocak 1848’de dünya komünistlerine yüz yıldan fazla bir süre yol gösterecek ünlü Komünist Manifesto’yu yayınladılar. Birçok ülkede ve Türkiye’de...

Diktatörlüklerde rejim çürüktür

Son ayaklanma gösterdi ki Putin dışarıda da içeride de ciddi bir tepkiyle karşı karşıya. Wagner olayı bitmişe benzemiyor. Ülkenin bazı bölgeleri egemenlikleri altında. Koca Rus imparatorluğu, çürük bir sandalyede oturuyor. Dünyanın huzurunu tehdit ederken kendisi büyük bir huzursuzluğun içine yuvarlanmış durumda.

“Ben solcuyum” demekle solcu olunmuyor…

Seçmen kitlesinin bir bölümünün CHP’ye güvenemediği için son dakikada dönüp karşı tarafa oy vermesi, solu şaşırtıyor. Tabii yalnızca CHP’nin değil sol hareketin geniş bir kesiminin toplumun büyük bir çoğunluğunu sürü olarak gördüğünü biliyoruz. İnsan hakları, azınlık hakları, kadın hakları, inanç özgürlüğü, farklılıklara ve farklı düşünce biçimlerine saygı gibi temel konularda bir rehabilitasyon süreci yaşamaları gerekiyor.

“O giderse değişim başlar” diyenler…

Mesele Kılıçdaroğlu’nun gitmesi mi yoksa getirdiği değişimin, yeni çizginin ortadan kaldırılması mı? Kılıçdaroğlu’nun başlattığı bu tarihi uzlaşma adımını CHP devam ettirebilecek mi? Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” çağrısını CHP içinde benimseyenler olduğu kadar benimsemeyenler de bulunuyor. Türkiye’nin geleceği açısından, CHP’nin nerede duracağı, hangi anlayışla yönetileceği, önem taşıyor.

Büyükada’nın Taş Mektep’i artık bizimle…

Taş Mektep, 19. yüzyılın ikinci yarısında, Rum Ortodoks Patriği Sofronios tarafından yazlık konut olarak inşa ettirilmiş. 1922'de İstanbul Belediyesi tarafından satın alınan bina, önce Köprülü Mehmed Paşa Numune Mektebi olarak kullanılmış. 1924-25 yıllarının ardından Büyükada İlkokulu’na dönüşmüş.

Kılıçdaroğlu zor olanı, kökleriyle hesaplaşmayı denedi…

14 Mayıs seçimlerinde partiler üç ittifak etrafında toplandı. Bu üç ittifak içinde en ilginç ve karmaşık olanı Millet İttifakı’dır. Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP, devletin uzun yıllar “irtica” ve “bölücülük” tehlikesi olarak tanımladığı bazı siyasi topluluklarla kader ortaklığı yaptı. Birlikte bir cephe kurdu. Kalıpları kıran bir adım atıldı. Muhafazakar kesimden siyasi partiler CHP ile ortak bir siyasi hedef etrafında birleşti.

Ecevit örneğinden bugünleri anlayabilir miyiz?

Darbeden 1 yıl kadar sonra, CHP içindeki yarışta 88 yaşındaki İsmet İnönü kurucusu bulunduğu CHP’den istifa etti. 14 Mayıs 1972 tarihinde özel bir “Başkanlık seçimi kurultayı”yla, Ecevit CHP’nin lideri oldu. Bugün de CHP’de başkanlık hesapları yapılıyor. Bülent Ecevit örneğine bakarak bugünleri anlayabilir miyiz?

Muhalif medya helalleşebildi mi?

Kılıçdaroğlu’nun, kampanyanın başında belirttiği “helalleşme”yi muhalif medyanın çoğunluğu hiçbir zaman benimsemedi. Yorumlarda, analizlerde “helalleşme” neredeyse hiç gündeme getirilmedi. Kampanya ilerledikçe, seçim yaklaştıkça anketlerde de Kılıçdaroğlu’nun önde gittiği görününce muhalif medyanın havası değişti. Desteklerini artırdılar… Ta ki 28 Mayıs’a kadar. Şimdi hesap soruyorlar.

Kılıçdaroğlu mu, İmamoğlu mu?

Şöyle veya böyle, CHP içinde bir hesaplaşma yaşanacak. Bu hesaplaşmanın bir demokrasi ve özgürlük yarışı olarak gerçekleşmesi, ülkemizin geleceği bakımından gerekli. CHP’ye değişimden yana, çözümden yana bir anlayışın önderlik etmesi, ülkedeki dengeleri olumlu yönde etkiler. Helalleşme, “CHP fabrika ayarlarına dönmelidir” diyen statükocu anlayışa karşı bir zihniyet değişimini ifade ediyor. Umarız fabrika ayarlarına değil, modern dünyayla bütünleşen bir yola dönülür.

Yeni hükümet… Yeni dönem mi?

Son bakanlar kurulu listesinin, yeni bir siyasi yönelim içerip içermediği konusunda sorular soruluyor. Maliye, İçişleri ve Dışişleri gibi üç kritik bakanlıktaki yeni isimlerin bir değişime işaret ettiği söyleniyor. Mehmet Şimşek, daha önceki hükümetlerde savunduğu ekonomik çizgi nedeniyle anlaşmazlığa düşmüş ve bakanlıktan ayrılmıştı. Şimdi nasıl bir yol izleyecek?

Mehmet Barlas, Zafer Toprak, Deniz Kavukçuoğlu

Önce Deniz’i, Mehmet’i ve ardından Zafer’i kaybettik. Hepsinin bu toplumda ayrı ayrı değerleri ve ayrı ayrı ağırlıkları bulunuyordu.

Şerif Mardin’i SBF’den istifa ettiren sınav boykotu

1969 yılı. Siyasal Bilgiler’de sene sonu sınavları yapılıyor. Şerif Mardin’in “Siyaset Bilimine Giriş” dersinin sınavındayız. Şerif Mardin sınavda yok. Soruları bırakıp Amerika’ya gitmiş. İki sorusunu cevaplayalım istiyor. “Joseph Schumpeter’e göre Karl Marks’ın kehanetini eleştiriniz.” Ben o zamanın ateşli Marksisti olarak ayağa kalkıp sınıfa seslendim: “Hoca, bize Marks’ın görüşlerinin bir kehanet olduğunu empoze ediyor. Bunu bir dayatma olarak görüyorum ve bu sınavı kabul etmiyorum. Sınavı terk ediyorum.” Okulun Fikir Kulübü başkanıyım, bütün sınıf benim arkamdan salonu terk etti. Uzun hikaye, sınavın tekrarına karar verildi. Şerif Mardin bu protestoyu içine sindiremedi ve SBF öğretim üyeliğinden ayrıldı.

Makule dönmek

Toplumun bir kesimini çaresizlik içine sokmak iyi bir sonuç vermez. 25.5 milyon insanı sürekli hırpalamak, öncelikle ülkenin neşesini, eğlencesini, dinamizmini tahrip eder. Gençlerin bu ülkeden umudunu kesebilecek yaklaşımlardan kaçınmak gerekiyor. Yeni bir dönem başladı. Bu dönemi, eskiyi tekrar ederek, şiddet dilini sürdürerek yaşamayı isteyenlerin çoğunlukta olduğunu sanmıyorum. Oy verenlere soruyorum, bu tablodan memnun musunuz, ülkemizin geleceği açısından yerinde buluyor musunuz? Kimisi gülerek geçiştiriyor…

‘Önümüzdeki maçlara bakalım’

Üçü de bir anlamda Milli Nizam geleneğinden gelen partilere şu soruyu sorabiliriz. Acaba tek partide birleşseler ve kendi listeleriyle seçime girseler daha etkili olmazlar mıydı? Son yıllarda siyaseten en büyük değişimi CHP yaşadı. Cumhur İttifakı’nın ve özellikle AK Partililerin “Nerede Atatürkçü CHP?” diyerek partinin Jakobenlikten uzaklaşmasını eleştirmeleri bu partilerin kendi siyasi pozisyonlarına ters düşmüyor mu? Kılıçdaroğlu üzerine çok şey yazdım. Onun siyasi olgunluğuyla partisinin çok üzerinde bir performans gösterdiğini söyleyebilirim.

Şakir Paşa Ailesi Büyükada’ya nasıl geldi?

Cevat Paşa, II. Abdülhamid’in Sadrazamıydı. Sözünü esirgemeyen, kimlikli bir devlet adamıydı. Sultan Abdülhamid, kuşkucu bir padişah olarak, sonunda Cevat Paşa’dan da şüphelenir. Kendisine bir komplo hazırladığını düşündüğü Paşa’yı azleder. Şakir Paşa, Cevat Paşa’nın kardeşidir. Abdülhamid’e kızar ve onun verdiği konakta oturmayı reddeder, Büyükada’daki köşküne çekilir. Böylece ünlü ailenin adadaki yaşamı başlar. Ancak onlar Büyükada’ya sığmayan renkli, hareketli, yetenekli kişiler olarak dünyanın dört bir yanına dağılırlar.

Mümtaz Turhan soruyor: Batılılaşmanın neresindeyiz?

Günümüzde; Batı düşmanlığı, milliyetçi akımların, ülkücülerin bir kısmının temel siyasi yaklaşımları arasında. Aslında geçmişte, uygarlık, bilgi, ilim gibi konularda daha çok okuyan ve ilgilenen değişik milliyetçi akımlar bulunuyordu. Şimdi ise her ne kadar “yeni ülkücülük” bu konulara yönelik araştırma ve tartışmalar yapmaya çalışıyor olsa da siyasi alandaki ana akım milliyetçilik, çok değişik bir mecraya yöneliyor. Geçenlerde İYİ Parti Başkanı Meral Akşener, milliyetçi bilim insanlarından söz ederken Mümtaz Turhan’ı da sayınca, o dönemin etkili isimlerinden Mümtaz Turhan’ın bu kitabını merakla okudum.

‘Sessiz Gemi’de siyaset…

İnsan hırsının en yükseğe tırmandığı ve tavan yaptığı konu siyasettir. Orada iktidar vardır, hükmetmek vardır, maddi gücü elinde tutmak vardır. Orada kendini yenilmez saymak da vardır. Ama tehlikelidir de. Büyük kayıplara uğrayabilir, ağır bedeller ödeyebilirsiniz.

Hatem Ete: Neredeyse kararsız saydığımız herkes sandık başında Erdoğan’a gitmiş

Panaroma-TR Direktörü Hatem Ete, seçim sonuçlarını ve anket şirketlerinin neden yanıldığını Oral Çalışlar’a anlattı: “Asıl çoğumuzun yakalayamadığı şey Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sinan Oğan’ı neredeyse yüzde 100'e yakın tutturduk. Sinan Oğan’la Muharrem İnce’yi virgülüne kadar doğru tutturmuşuz. Muharrem İnce ayrıldıktan sonra onun oylarının dağılımını da doğru tutturmuşuz. Hesaba katamadığımız Erdoğan ve Kılıçdaroğlu’nun sandık başı psikolojisi olmuş. Neredeyse kararsız saydığımız herkes Erdoğan’a gitmiş.”

Muhalefet daha organize ve daha güçlü

"HDP’nin gerilemesi, ayrıca analize muhtaç. TİP’in 4 milletvekilliğini kazanması, bir sol damarın toplum içinde varlığını sürdürdüğünü hatırlatıyor. Bütün bunların ötesinde, meseleye olumlu tarafından bakarsak, seçimlerin barışçı bir ortam içinde yapılması, seçmenlerin sandığa giderken oylarıyla iktidarı değiştirebileceklerine inanmaları, Türkiye’nin demokrasi karnesine yazılmalı."

Her seçim yeni bir umuttur…

Gelecek tartışmalarının ötesinde bir rejim tartışmasıyla yüz yüzeyiz. İktidar, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adını verdiği sistemin başarılı olduğunu ve kalıcı olması gerektiğini söylüyor. Muhalefet ise 70 yıla yakın süredir zaman zaman kesintilere uğramış olsa da Türkiye halkının alışkın olduğu Parlamenter Sistemi savunuyor; tek adam yönetiminin, demokratikleşmeye zarar verdiğini düşünüyor.

Liberaller ya da “liboşlar…”

Yani liberal olmak sol siyasette çok kötü bir şey olmaktır. Bir kesim köşe yazarı, demokrat aydınları aşağılamak amacıyla onlara “liboş” demeyi sever. Her liberalin büyük sermaye yanlısı olduğu yönünde de yanlış bir klişe yaygın olarak dolaşımdadır. Sözlüğe baktığımız zaman liberalizmin bireysel özgürlük üzerine kurulan bir siyasi felsefe ve dünya görüşü diye tarif edildiğini görürüz.

Sakin olan kazanır

İki gün öncesine kadar her şey sakin giderken ne oldu da birden akıldışılık öne çıktı? Umuyor ve bekliyorum ki kargaşalıktan medet umanlar toplumun tepkisini görür, toplumun çatışmaya rağbet etmediğini anlar ve normale dönerler. Kim haklı, kim haksız, kim ortalığı bulandırmak istiyor?

Bağımsızlık diyor özgürlüğü es geçiyor…

Türkiye’de askeri vesayetin sonunu getiren hamlelere de en büyük destek Avrupa’dan geldi. Ülkenin geleceğine ilişkin projelerin çoğu Batı’yı örnek alır. Maddi manevi desteğini Batı’ya dönerek sağlamaya çalışır. Batı’nın bencilliğini, konfora düşkünlüğünü, yoksul ülkelere yukarıdan bakan kibrini biliyoruz. Ama Batı yalnızca bundan ibaret değildir.

Seçmen dayatmalara hep direndi

Seçmenin davranış şeklinin tek bir formülle açıklanması mümkün değil. Buna rağmen, 1946’dan bu yana yapılan çok partili seçimlerin büyük kısmında seçmen çoğunluğunun eğiliminin aşağı yukarı benzer şekilde geliştiğini görmek mümkün: Seçmen, yeniliğin, değişimin yanında durmaya, güç merkezlerinin dayatmalarına karşı direnmeye ve mazlum olarak gördüğü tarafı korumaya yatkın.

Kürt olmak Alevi olmak Ermeni olmak

Rana Cabbar, ülkemizin tanınmış bir sinema ve tiyatro oyuncusuydu. Arkadaşımdı. Son iki yıldır üzerinde çalıştığımız ortak bir projemiz vardı. Kaldığı öğretmenevinin kirası iki katına...

Türkiye’de seçimle iktidara gelinir

Gücün merkezileşmesini mi ortak aklın öne çıkmasını mı tercih edeceğiz? Türkiye askeri darbelerle sürekli yaralanan bir demokrasiye sahip olsa da umutsuzluğa neden olacak bir açmazın içine kolay kolay düşmeyen bir ülke. Düştüğü yerden kalkabiliyor. Üstünü silkeliyor, moralini toparlıyor ve darbecinin önüne çıkabiliyor. Tabii böyle düşünmeyenler de her zaman oluyor. Örneğin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçiminde “İstanbul’u vermezler” diyorlardı. Kendilerine göre gerekçelerini sıralıyorlardı.