Gürbüz Özaltınlı

Sistem ve zihniyet üzerine

Bir kere daha gördük ki “güç” ile “iyi yönetim” aynı şey değil. Ne kadar gücü elinizde toplarsanız o kadar çözüm üretirsiniz diye bir ilke yok. Evet ortada bir güç var ama ülkenin hiçbir temel sorununa çözüm üretemiyor. Bu güç, elinde tuttuğu baskı aygıtlarıyla kendisini korumaya çalışıyor.

Taşralaşmayı aşmak

Yarım yüz yıldır sıçramalarla kentlileşen; renklenen, renklendikçe bununla nasıl baş edeceğini bilemeyen, eski düzene asla sığmayan ama yeni gelenin de kuşatamadığı, bocaladığı ve taşraya savrulduğu bir memleket oldu burası.

Perde aralanınca gördüklerimiz

Bu çok parçalı yapının en kırılmaz diye düşünülecek merkezinde yaşandı ilk kopuş; Berat Albayrak istifa etti. Fakat en az o kadar önemlisi, MHP- Erdoğan ilişkisindeki kırılganlığın fark edilir oluşudur. İktidar ısrarla muhalif bloku parçalama manevraları yaparken ve kamuoyu çoğunluğu Millet İttifakı’nın dayanıklılığından kuşku duyarken, Cumhur İttifakı’ndan geldi çatırtılar. Üzerine düşünmeyi çok hak eden bir durum bu.

Can havli

Oturdukları yerden Erdoğan’la milliyetçilik yarıştırarak ve kimlik politikalarından uzaklaşıp gönüllerini muhafazakarlara açmakla yetinerek iktidarı kucağında bulmayı umut edenlerin hevesini kırmak istemem ama Türkiye daha belirsiz bir süre bu yasakçı, keyfi otoriter yönetime katlanmak zorunda kalabilir.

“Sağcılaşma” meselesi

CHP, belirgin özelliği İslamofobik katı laikçilik olan; bütün demodeliğine karşı eşsiz bir ironiyle kendisini “çağdaş” olarak tanımlayan bu ideolojik versiyonun prangalarından kurtuldukça, demokratik bir muhalefet aktörü olma yoluna girdi. Bu durum doğal olarak, kendi katı ideolojik önyargılarını mutlak siyasi doğrular olarak gören çevrede benlik kaybı duygusunu tetikledi. Kemalist saflığın deforme edildiği, İslamcılığın arkasına takılındığı söylemi tedavüle sokulmaya çalışıldı.

CHP, laik aydınlar ve gündem

Ayasofya kararı, iktidarın kan kaybını durdurmak için seçtiği politik yönelime kuşku yok ki tam oturan bir hamle oldu. Hizmet ayağının çökmesiyle birlikte kimlik siyasetlerine...

Kimlik çatışması nasıl aşılabilir

Kimilerinin “siyasetsiz siyaset” diye kavramsallaştırdığı, sokak aktivizminden uzak duran, kimlik merkezli gündem üzerinden çatışmaktan kaçınan yeni çizgiyi ben son derece akılcı, doğru bulanlardanım. Bu da Türkiye için yeni bir gerçek ve buradaki siyasal ezberlerimizle de yüzleşmemizde fayda var.

Arındıkça “güçlenmek”

Otoriter zihniyetin, üst iradenin kayıtsız koşulsuz egemenliğini meşrulaştırırken ürettiği söylem içinde “arınmak” önemli bir yer tutar. Otoritenin kendi tekliğine, sınırsızlığına tehdit olarak gördüğü kişi,...

Otoritarizm, adil tartışma ve içler acısı medya düzeni

Biliyorsunuz, HDP’ye uygulanan koyu ambargo vesilesiyle Türkiye’deki medya düzeninin acıklı halini hatırladığımız bir tartışma yaşandı geçtiğimiz günlerde. Kimi olsa utandıracak bir adaletsizlik yüzlerine vurulunca,...

Sol-Sağ ayrımı sorunları anlamaya elverişli mi?

Kendisini “sol” olarak niteleyen siyasi kimliğin kavramlar dünyasında, “sol-sağ” ayrımının varoluşsal bir değer taşıdığını söyleyebiliriz. Sol aidiyetin çok baş vurduğu bu ayrışma, aktüel siyaset...

Failden önce mağdura odaklanmak

Çok sonraları kendi benzer davranışlarımı da fark ettikçe anlamlandırabildiğim; yaşadığımdaysa içimde şiddetli haksızlık duygusu yaratmış bir çocukluk anım vardır. Mahalle aralarında futbol oynandığı yıllardı. Sanırım...

Duygusal yatırımlarımız ve patika bağımlılığı

Serbestiyet’te Halil Berktay “ben de bir troldüm” başlığıyla bir yazı yazdı. Başlığının vadettiği konuyu bu kadar ince işleyen, bu kadar az sözle bu kadar...

Darbe karşıtlığı üzerine

Demokratik zihniyetin ilk koşulu “öteki” nin de kendisi gibi bir hak süjesi olduğunu kabul etmektir. Anlaşmak veya uzlaşmak gerekmez ama eşitlik duygusunu sindirmişlik belirleyicidir. Uzlaşmaz bir mücadele yürütebilirsin fakat karşındaki senden değersiz, senin kullandığın hakları kullanmasına izin verilemeyecek bir düşman değil, senin eşitin bir varlıktır.

Almadovar’dan Demirkubuz’a evlerimiz

Günlük siyasetin dışından düşüncelere dalmış, üstelik de tam evlerimize kapanmışken, üç yıl önce yazdığım bu yazı geldi aklıma. Ev hayatlarımız, yaşam tarzlarımız üzerine… Okumamış olanlar için…

Bir korona hikayesi: Biraz hayal, biraz hakikat

Siyasetsiz, altı sayfalık bir öykü. Size sıkıcı gelmeyecekse okuyun. Ama, kurgu zannettiğiniz yerlerin gerçek; gerçek zannettiklerinizin ise hayal ürünü olabileceğini aklınızdan çıkartmayın…

Sorun dindarlıkta mı?

Salgın sürecinin hiçbir aşamada iyi yönetilemediğini düşünenlerdenim ben de. İki temel etken var, alınan (ya da alınmayan) kararlarda. Birincisi, konunun yeni olması ve tüm dünyayı çok hazırlıksız yakalaması. İkincisi ontolojik endişe. Siyasi iktidarın kendi varlığını koruma altına alma güdüsü.

Hayır kriz iyi yönetilemedi

 Açık söylemeliyim; son 8-10 güne kadar ben de Türkiye’nin (Diyanetin ve Futbol Federasyonu’nun örneklerinde olduğu gibi) bazı sorumsuz ve oportünist tutumlara rağmen Corona riskini...

Bu günlere nereden geldik

 Türkiye, 2011 başlarında Esad kendi halkının kanını dökmeye başladığında görüşmelerle onu bu yoldan döndürmeye çalıştı. Olmayınca geri çekildi ve ABD’nin kendisine uyguladığı askeri müdahale...

Plan mı, sürükleniş mi?

Ortada bilmediğimiz bir plan mı var? Rusya’ya karşı sıcak savaşta, NATO ve Batı dünyası Türkiye lehine askeri ağırlık koyacak beklentisi mi söz konusu? “Dostum Putin, Eyy Merkel, Eyy Batı” çizgisinden; “dost Batı” sularına dönüş mü yaptık?

Bu mu “iyi yönetim”?

Her aktörün haklı olduğu, bu hakların birbirine uyum gösterdiği, bütün güçleri bağlayan etkin bir ahlâkın işlediği bir dünyada yaşıyor olsaydık, belki siyaset sektörüne de gerek kalmazdı. Ama siyaset, işte bu karmaşa içinde zararlardan, yıkımlardan kaçınma, yarar elde etmenin yollarını bulma faaliyetidir. Siyasetçiyi papazdan veya imamdan ayıran budur. O, ahlâkî vaazlar için değil, sorumluluğunu yüklendiği toplumun berbat bir dünyada hasar görmeden yol alabilmesine rehberlik etmek için vardır.

Bırakın bu (siyasi) ayakları

Hukuk tanımaz vesayet rejiminin, kendisi de hukuk tanımaz ucu karanlık kirli bir istihbarat örgütü eliyle tasfiyesi, bu ülkenin gerçekten kahredici kaderiymiş. O günlerdeki heyecanımı hatırlıyorum. Demokratikleşme fırsatını yakaladığımızı düşünürken, dönüp dolaşıp 15 Temmuz’a toslamak; eski rejimi aratacak kadar otoriterleşmeye, yargısı/medyası/üniversitesi ile bütün kurumların tek bir kişinin iradesi arkasında hizaya girdiği keyfi bir yönetime maruz kalmak… Bu, az buz bir hayal kırıklığı değildir…

Alkışlamadan önce düşünmek

Hukuk ve yasa eşit değildir. Bu kuşkusuz doğru. Ama açılması gereken katları var bu önermenin. Hukuktan anladığımız nedir? Birinci soru bu. Hukukun hepimizce kabul gören bir ölçütü var mı? Biz bir kararın kanuna aykırı bile olsa hukuka uygun olduğunu nasıl ayırt edeceğiz; neye göre meşru bulacağız?

Bu değişimi aslında değişmemiş olmamıza mı borçluyuz?

Batı medeniyetiyle ortaklık yolunda yüründüğü günlerin yerini, hak ve özgürlüklerin baskı altına alınıp hukukun çiğnendiği, iktidarın ileri düzeyde tek bir iradeye tabi hale getirildiği; bütün bunların “yerli ve milli” çıkarlar üzerinden meşrulaştırıldığı günler aldı şimdi. Meşruiyet zemininin; evrensellikten milliliğe, demokrasiden otoriterliğe bu hızlı yolculuğu, az buz bir dönüşüm değildir. Bundan neredeyse 20 yıl önce söylediklerinizle kazandığınız desteğin, bugün tam tersini söyleyerek ve uygulayarak devamını sağlayabiliyorsunuz.

Savaş çözüm mü (*)

Türkiye de büyük sıçrayışlarını, AKP’nin milliyetçiliğin yerine dostluk, karşılıklı yarar ve dayanışma siyasetlerini uyguladığı yıllarda yaşadı. Ortadoğu’da Kürt nüfusun Türkiye’ye karşı husumet beslemesi, Türkiye’nin büyük güçler karşısında da derin bir zaafı olmaya devam edecektir. Böylesi bir yumuşak karınla büyük güçlerle büyük pazarlıklar yapamazsınız

Kötü haber

Ama zaten kötü haber de bu; en nitelikli gözükenlerin de trollerle aynı hizadan konuşur duruma gelmiş olmaları. Sana “evine dört maaş giriyor bunu açıkla” diyen muhalefete “popülizm yapma” diyememek; ya da üzerinde bile durmadan geçiştirmeyi başaramamak ve onu vatan haini, kendini dava adamı ilan etmek; tehditler savurmak…

Kutupları terk etmek

Türkiye’de kimliksel ayrışmanın ateşi düşürülmeden; sosyolojik kesimler arasında; birbirine saygı duygusu, haklarını tanıma bilinci, birlikte yaşama isteği oluşturulmadan kimse huzurlu hayat düşleri kurmasın.

“Vermezler/gitmezler”ci apolitizm

İmamoğlu, siyasal çizgi ve söylemini “vermezler/gitmezler” temeline oturtsaydı; Erdoğan’ın diktatör, AKP’nin siyasal İslamcı olduğunu bağırsaydı kürsülerden ve bu üslupla destek isteseydi seçmenden seçim kazanabilir miydi? İmamoğlu’nun başarısı da aslında bir şey ifade etmez diyenler varsa; onlara da “hoş geldiniz anakronikler; sizi ‘tek yol devrim’cilikten gözümüz ısırıyor, şöyle müzeye buyrun lütfen” demek uygun düşer.

Irkçılık ve aynaya bakma cesareti

Anadolu’nun üst üste binmiş, yüzyıllara yayılmış etnik ve kültürel zenginliğini görünmez kılmayı uluslaşmanın gereği sayan; zorlama bir Türk kimliği üretirken, (tehcirle, mübadelelerle, inkârcı asimilasyon siyasetleriyle) fiilen de bu kimliği tek hâkim kılmaya çalışan bir iradenin eli değdi bu topluma.

Bu bir aşk değil gasp hikayesi

Bu sıradan bir olay değildir; yargı kurumlarının, hukukun işlerliğinin ne durumda olduğunu da gösterir niteliktedir. Bizim gibilerin bütün uyarılarına rağmen,” vesayet sistemini aşıyoruz” diye alkış toplamaya çalışılan yeni rejimin, tek adam anayasasının, ülkeyi taşıdığı noktaya da işaret etmektedir. Her şeyden önemlisi de, “halk devrimi yapıyoruz; milli iradeyi egemen kılıyoruz” seslerinin, o yücelttikleri irade farklı tecelli ettiğinde nasıl bir kimlik sergilediklerini ortaya çıkartan bir örnek oluşturmaktadır.

Tartışmayan toplum olmanın bedeli

Bu gürültülü, gerilimli, puslu sahnenin en büyük bedeli, Kürt sorununun Türkiye için sorunların anası olduğunun yeterince fark edilememesidir. Özellikle son yıllarda sadece “beka” ve “terör” bağlamında sunulan ve düşünülen bir meseleye dönüşmüş olan bu sorun, Türkiye siyasetinin bütün parametreleri üzerinde birinci derecede etkili olmayı sürdürmektedir.