Rüştü Hacıoğlu

Damga: Kürt Olmak, İltisak ve Ahmet Özer

Türkiye siyasetinin öne çıkan kutuplaştırıcı yapısının en işlevsel aygıtı damgadır.HDP=PKK=CHP söylemi, bütün Kürtleri kapsayan damganın ve damganın uzandığı tüm sosyal ilişkilerin mahkûm edilebildiği en açık örnektir. İstanbul seçimlerinde Kürtlerin Cumhuriyet Halk Partisi’ne verdiği destekten yola çıkılarak üretilen CHP=HDP=PKK damgasının da siyaseti paralize edebildiği bir düzlemde, benzer damgaların sosyolojiyi hem normaller hem de damgalılar bağlamında nasıl zehirleyebileceği ve ne tür bir baskı üretebileceği özellikle dikkate değerdir.

İstinaf: Pandar’ın Adaleti

“Ahmak Davası” bundan böyle bir hukuk davası, kadı konusu olma niteliğini kaybedip, darbe dönemlerinde tanık olunan bir “siyaseten katl” hükmü kazanmıştır. Bu saatten sonra çıkacak hiçbir karar bunun önüne geçip “işte adalet!” diye haykıramayacaktır. Çünkü örüntü en başında yanlıştı. Hukukçuların mütalaaları elbette önemsiz değil ama bir hukuki şaibe ortaya çıktığında, bir kural yıpratıldığında ana yatağına döner, kendini siyasetin kucağında bulur.

Destanlar siyasete mani midir?

Etyen Mahçupyan’ın “Mustafa Kemal’in Büyümeyen Çocukları” yazısı üzerine düşünürken, ben olsam başlığı şöyle atardım dedim: ‘Mustafa Kemal’i anlayamadığı için sekülerleşemeyen CHP cemaati’. Burada sekülerleşme kavramını şimdiki zamanı anlayabilen ‘zamane’ anlamında kullanıyorum. Bu yazıya itiraz etmek zor çünkü hem felsefesi hem metaforları yerli yerinde. Bereket epeyden beri en azından 2019’dan beri değişmeye ve destanların ötesine geçmeye çalışan bir Cumhuriyet Halk Partisi var. İmamoğlu, destanlara teslim olmuyor ama destanlarla da kavga etmiyor. Seküler bir lider profili olarak kendi zamanının mücadelesini ortaya koyuyor. Hem partisi içindeki dar bir kesim hem de iktidar kanadı içinde huzursuzluk yaratmasının ve çokça tartışılmasının nedeni de zamanlaması ve iyi düşünülmüş siyasi hamlelerinin her iki statükoda yarattığı değişim kaygısı olabilir.

Muhafazakâr muhalefetin geleceği: İttihat mı Terakki mi?

Gelecek Partisi’ni büyük muhafazakâr aile içinde kabaca konumlandıracak olsak, gelenekçilik ile modernlik arasına sıkışmış ‘müslüman idealistlerin’ ne İsa’ya (modernistler) ne de Musa’ya (gelenekçiler) yaranamayan zümresi olarak tanımlamak mümkün. Namık Kemal bugün yaşıyor olsaydı muhtemelen Gelecek Partisi’nde siyaset yapmayı tercih ederdi. Muhtemelen bugünkü açmazda da ‘sultanın, hilafetin ve dolayısıyla devleti âli’nin bekâsı’ için muhafazakâr ittihadı önemserdi.