Tuncer Köseoğlu

Fıtrat ve yemek…

Fabrikadaki patlamadan sonra gelişen olaylar zinciri içinde tek anlam veremediğim şey, bu fotoğrafın eleştiriler üzerine kaldırılması oldu. Sonuç olarak her şey yemek için değil mi?

İtiraf ediyorum:Bidon kafalıyım

Bir pandemi krizi nasıl kaosa sokulur, nasıl yönetilemez hale getirilir, bunu yaşadık dün gece… Burada bir soluklanıp durmak lazım suçlamadan önce. Devlet aklı diye bir şey var, onlardan iyi mi bilecek vatandaşlar. Kararlarının doğruluğundan şüphe edilmesi bile akıllara getirilemeyecek yöneticilerimiz, “İntihar edeceksek yaşayarak edelim” diyerek, virüs kapmamak için direnerek evde kalanları, sosyal mesafeyi koruyanları ani çıkarılan sokağa çıkma yasağıyla birlikte sokaklara döktü.

Begonvil…

Derdim, ‘Korona günlerinde aşkı’ yazmak değil elbette. Gabriel Garcia Marquez alasını yazmış zaten, böyle zamanlarda okumamış olanlar okusun. Bundan altı ay önce aldığımız iki begonvil fidanının sizin için belki de hiçbir anlamı olmayan hikayesini anlatacağım.

Bir doktoru özür dilemeye zorlamak…

Dün sosyal medyada bir video ışık hızıyla yayıldı. Bana da birçok kanaldan geldi. Videoyu izlediğimde aklıma ilk gelen “İnşallah bunları anlatan doktorun başına bir iş gelmez” demek oldu. Daha sonra bunu yakın arkadaş gruplarında sosyal medya üzerinde konuştuk. Onların da aklına ilk gelen benim düşündüklerim olmuş.

Öğretmen gibi oturmak…

Salonun büyüklüğü oranında katılmanın mecburi olduğu kutlamalarda atılan hamasi nutuklar sadece katılanların uykusunu getirmiyor, aynı zamanda devletin insanlar üzerindeki ‘mutlak’ gücünü de gösteriyor. Vali de kendini mutlak güç olarak gördüğü için, bu güce karşı olunacak her türlü hareketi saygısızlık olarak görüyor haliyle…

Kasaba…

Amerika’yı fetheden ‘dost’ gazeteciler görevlerini yapmanın huzuruyla memlekete geri dönüş yoluna girdikleri sırada, kasabanın savcısı, gazeteciler Tuğba Demir, Canan Coşkun ile belgeselci Kazım Kızıl ve baba Vatan Şaban tutuklanma talebiyle nöbetçi mahkemeye sevk etti. Dost gazeteciler memleketlerine dönüp, görevlerini başarıyla yapmanın huzuruyla yastıklarına başını koyduğu sırada kasabanın huzurunu bozan dört kişi ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı. Böylelikle kasabadaki huzur yeniden sağlanmış oldu!

Cinayet süsü!

Sesini duyuramayan insanların sesi olmuştu Taraf. Bu ülkede asla eşitlik istemeyen, her şeyi kendine hak gören bir kesim tarafından hala nefret edilmesinin en önemli nedeni de bu sanırım. Herkesin sesi olabilme iddiası.

Haydarpaşa ve Sirkeci’nin raconu!!!

Haydarpaşa ne kadar Anadolu’dan gelenlerin ilk durağı olsa da Sirkeci de Avrupa’ya giden umut yolculuğunun başladığı yerdir aynı zamanda. Bugün Avrupa’ya kök salan Türkiye’den gidenlerin ataları trenlere doluşarak başlamıştı o umut yolculuğuna.

Bir anlaşmadan geriye kalanlar…

Bu ülkede yaşamasak, yukardan baksak olan bitene gerçekten eğlenceli olurdu. Mesela ben o televizyona çıkan abi gibi kafaya sahip olsam. Bu operasyon sayesinde Amerika'nın ennnn üst düzey yetkilileri bizimle anlaşmaya geldi desem. Buna inansam ve karşımdakinin inanmasını beklesem…

Emanet!

Şanlıurfa’da yılın ilk altı ayında 21 çocuk gebelik yaşanmış! Bu sadece tespit edilenler. Ailelerin onayıyla erişkin olmadan evlendirilen, gebe kalan çocuklar Emine Bulut cinayeti kadar ürkütücü gelmiyorsa, hezeyan duymuyorsak toplumsal duyarlılık konusunda daha çok yol kat etmemiz gerekir.

Nankörler!

Bir iktidar için asıl tehlikeli olan, çöküşe giden süreç de bu değil mi? ‘Neden bu insanlar bize oy vermedi’ diye sorgulamak yerine; ‘’Aslında memleket dutluktu, sayemizde ileriye gitti, ama bu nankörler bize oy vermedi’’ demek ve kitleyi de buna inandırmak ilerisi için iktidara bir şey sağlamaz, sadece çöküşü hızlandırır. Yeni Türkiye iddiasıyla yola çıkan AKP, 17 yıl sonra kendini eski Türkiye’nin söylemlerini karşıtlarına söylediği noktada buldu…

Süre bitti!

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan israfları anlatmak isteyen İmamoğlu’na Ahmet Hakan, ‘’Süre bitti’’ diye cevap verip programı şak diye kapattı. Böylece gazeteciliğin evrensel değerlerini değil de, yıllar içinde oluşturulan ve AKP seçmeninin bile yayınlarına inanmadığı ‘Yerli ve Milli Medya’ ilkelerinin gereğini yerine getirmiş oldu.

Çürüme…

YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal kararı verdiği saatler, Ramazan’ın ilk iftarına denk geldi. Karardan memnun olanlar ‘kul hakkı yenip yenmediğine’ aldırmadan huşu içinde iftarı açtı. Ülke YSK’nın kararıyla alt üst olurken küçük bir grup Beyoğlu Galatasaray Meydanı’nda ‘yeryüzü sofrası’ kurup iftar açmaya hazırlanıyordu.

Seçimler ve rutinlerimiz…

Bugün bu ateşi yakıp, sürekli ortamı harlı tutmaya çalışanlar şunu unutmasın; işin içinde başka bir ülkenin kaldırımında ‘eşit’ bireyler olarak yaşamak da var.

Beyoğlu’nun en güzel abisi

Gençlik yıllarından beri bitip tükenmeyen enerjisiyle, sakin duruşuyla, olaylara bakışıyla doğal bir lider, ağabeydi. ‘’En güzel ağabey’’ sözünü hak eden biridir Alper Taş. Şimdi düşüncelerini hayata geçirebileceği Beyoğlu için mücadele veriyor. Kazanır mı kazanamaz mı kestirmek zor. Ama kazanırsa Türk siyasetine uzun zamandır kaybettiğimiz kaliteyi getireceği kesin.

Baba’nın ardından…

Sıradan bir yaşam süren Mustafa’nın hayatı da ölümü de elbette kimseyi ilgilendirmezdi. İlgilenenler onun ardından bir şeyler yazmak istediler. Yazmak istediler çünkü bir gecede çocukluktan çıkıp büyüdüklerini fark ettiler. Oysa hep babalarının küçük çocuklarıydı onlar…

Hepimiz Mehmediz!

15 Temmuz darbe girişimi başta insanlarımızın ölmesi olmak üzere pek çok tahribata ve kötülüğe neden oldu. Bu tahribatlar zaman içinde tam olarak ortadan kaldırılmasa da giderilebilir. Ama sonrasında oluşan bir şey var ki, bunun toplumsal tarihin hangi döneminde giderileceğini kestirmek güç ve bence darbe girişiminin memleket topraklarında yaptığı en büyük kötülük bu.

Beni siz var ettiniz!

Masumiyetini doğup büyüdüğü Bayrampaşa sokaklarına bırakan bu öfkeli adamı ‘onu var eden büyük kalabalıklar’ çoktan terk etti. Terk etti çünkü; çocukların kahramanı olan bir yetenekli gençten o büyük kalabalıklardan biri olmaya evrildi. Kalabalıklara benzedi her davranışıyla. Kalabalıklar kendisine benzeyeni sevmez, işte bunu anlamadı Arda.

Türkiye’nin ‘’Mesut’’ halleri…

Biz Mesut’un çıkışını ‘ırkçılığa’ karşı olduğumuz için değil, işimize geldiği için ve kullanışlı bulduğumuz için sevdik. ‘’Komşu’’daki yangının ardından görünen o ki, bir süre daha üzerinde tepinip, Avrupa’ya ve başka ırklara nefretimizi çoğaltarak yaşamaya devam edeceğiz…

Paramparça…

Her seçimden sonra, “ Bu ülkede yaşanmaz” diyenlere duyurulur. Dünyanın diğer taraflarında, çiçek, böcek, sevgi kelebekleri uçuşmuyor. Giderek kötüleşen, ‘’öteki’’ olan için zorlaşan bir dünyada yaşıyoruz. Demokrasilerine, hukuk sistemlerine ve insan haklarına övgüler dizilen Avrupa’nın mültecilere karşı tavrı ortada…

Dünya Kupası üzerine bir çeşitleme

Rusya’da ezber bozan sadece Almanların elenmesi olmadı, futbola getirilen ve bu kupada ilk kez uygulamaya konulan Video Yardımcı Hakem Sistemi (VAR), futbol adına bütün ezberleri bozacak gibi görünüyor. Birkaç dünya kupası sonrasında hakemsiz bir futbol izleyebiliriz, bu da futbolun sonu demek olur. Oysa futbolu özel kılan, kıymetli kılan onun bilinmezliğidir. Her an her şeyin değişebileceği, umutların söndüğü anda bir anda başka bir şeye dönüştüğü için seviyoruz futbolu.

Nisan’a veda ederken…

İnsan olarak kendimizi gereğinden fazla önemsiyoruz. Her şeyden önce dünyanın bizim için var olduğuna inanıyoruz. O yüzdendir bu nobranlığımız. Kendi cinsimize olduğu kadar yaşadığımız çevreyle de savaşıyoruz. Oysa biraz dursak, nefes alsak ve yaşadığımız dünyayı gözlemlesek çok daha güzel bir dünyada yaşıyor olurduk.

Yaşamına virgül koyup gitti,

Son zamanlarda yüksek perdeden söylenen, her söylendiğinde giderek anlamını yitirip karşıdakine bir tür ‘nefret’ söylemine dönüşen gerçek ‘yerli ve milliydi’ Ülkü Tamer. Bunu bağırarak söyleme gereği bile duymayan… Aynı zamanda evrenseldi de “Çamaşırlarımızı aynı güneşte kurutuyoruz, hepimiz dünyalıyız…” felsefesiyle dünyayı anlamaya çalışmıştı.

Denizler Altında 20 Bin Fersahtan Milli ve Yerliliğe

Üniversitelerden FETÖ ilgisi olsun olmasın binlerce akademisyen atıldı. Aralarında kendi alanlarında yaptıkları çalışmalarla üniversitelere ve bilme önemli katkılar sunmuş değerli bilim insanları var. Türkiye’deki üniversitelerde eğitim ve çalışma yapamadıkları için birçoğu yurt dışındaki üniversitelerde ders veriyor. Bizlere de kala kala insan zekasıyla alay etmesi yetmezmiş gibi bunu bir de Kur’ana dayandıran milli ve yerli bilim insanları kalıyor!

Sahne kötülerin

Daha az demokrasi, daha az özgürlük, daha fazla güvenlik… Böyle bir dünyada yaşıyoruz artık. Başka insanların acılarını, açlıklarını dert etmeyen sadece var olanı korumak için dünyayı yönetenlerin uyguladığı şiddete ses çıkarmayan bir dünya ne kadar mutlu ve huzurlu olur?

Oynatmayan adamlar…

Futbolu yönetenler ne hikmetse bir marka değerinden dem vurup duruyorlar. Türk futbolunun iki büyük devinin dün geceki futboluna bakıp, o sürekli söylenen marka değeri hakkında bir fikir sahibi olabiliriz. Belki ben ters yoldayımdır, oynatmamak da bir marka değeri olabilir. Bu ‘oynatmama’ futbolunu dünyaya satabiliriz. Ama yine de siz dikkat edin, dünya bizim kadar önüne konanla yetinen insanlardan oluşmuyor.

Bir oyunun bize anlattıkları…

Her şeyi hamasetle açıkladığımız için, Ampute Milli Takımımızın bu başarısını yüreğe ve ruha bağladık haliyle. Hayatı olayları oradan okumak işimize geliyor belki de… Yenilerek ikinci olan İngiltere, yüreksiz olduğu için değil, biz daha iyi olduğumuz ve 40 binin üzerinde seyirci desteğini arkamıza aldığımız için şampiyon olduk. Şampiyon olduktan sonra hedefimizde Dünya Kupası elemelerinde başarısız olan ve İzlanda’ya 3-0 yenilen oyuncularımız vardı. Bir zamanlar göklere çıkardığımız oyuncuları bu kez çim sahanın içine gömdük.

‘’Sil baştan başlamak gerek bazen…’’

Dün akşamki maç aslında aklımızı başımıza almamız için tarihi bir fırsat. Futbolumuz bundan daha fazla, bütün kurumlarıyla dibe oturmaz. Bunu değerlendirdik, değerlendirdik. Değerlendirmedik aynı kısır döngü içinde kendi kendimizle oynar dururuz… Milli Takım bir üst yapı olayıysa eğer, alttan değil üsten başlamalı. Futbolu yönetenler, yönettiğini sananlar gitmeli ki, yeni bir anlayışla sahalara dönelim.

‘Bağzıları’ daha bir eşit…

Herkesten biraz daha eşit konumda bulunduğunuzda, altta gördüklerinizin başını okşar onları seversiniz de. Cumbulgiller, o daha bir eşit olma hallerini kaybettikçe saldırganlaşıyor, ani reflekslerle kendisini var eden mahallesine selam gönderiyorlar. Safları sıklaştırma adına. Açıklamasında bahsettiği o eşitlik sözü ise ‘Biz zaten üstte eşit bir şekilde yaşıyorduk. Siz niye geldiniz’ öfkesinden ibaret…

Truman Show’dan Emrah Serbes’e…

Emrah Serbes'i bu olayda bir kitabında, “Sanıldığı kadar kötü biri değilim. Ama sanıldığı kadar iyi biri de olmayabilirim” diye yazdığı kurgu roman kahramanına dönüştüğünü görüyoruz. 'Neyin gerçek, gerçek, neyin kurgu' olduğunu bir kez daha sorgulatıyor biz sessizce izleyenlere…