Vahap Coşkun
Dünyayı felç eden virüs (1) Küreselleşme ve otoriterleşme (*)
Küresel bir olağanüstü hal var. Sınırlar kapatılıyor, seyahatler yasaklanıyor, bütün bir toplum karantina altına alınıyor. Herkes, sürekli bir biçimde kayıt altına alınıyor. Kendilerine ait her verinin depolandığı bireyler, her yerde ve her an gözetleniyor. Mahremiyet ortadan kalkıyor, insanların bütün bilgileri devletin kullanımına açılıyor. İktidarlar, her önlemi tek başlarına ve herhangi bir muhalefetle karşılaşmadan alabiliyor.
Kürt gençlerini anlamak (2) Mitler ve gerçekler (*)
Kürt gençlerinde radikalleşme azalıyor. Onları Türkiye ortalamasından ayırdeden, gündemle daha yakından ilgili olmaları. Ama bu ilgilerini radikal tavırlar üzerinden kurmaktan uzaklaşıyorlar. Şiddetle aralarına koydukları mesafe artıyor. Radikalleşme azalıyor. Ilımlılık daha fazla benimseniyor; legal siyasetin yıldızı parlıyor, demokratik kanallara çok daha fazla değer veriliyor.
Kürt gençlerini anlamak (1) Müslüman, Kürt ve özgürlükçü (*)
Kürt gençleri arasında en sevilen siyasi figür Demirtaş; onu Erdoğan izliyor. İmamoğlu’nun yükselen bir çizgi izlemesi, araştırmanın dikkat çeken bulgularından biri. Kürt gençlerinin yüzde 16’sı Cumhurbaşkanlığı için İmamoğlu’nu tercih edeceğini belirtiyor. Hattâ Demirtaş’ın olmadığı bir denklemde, Cumhurbaşkanlığı için İmamoğlu’na oy vereceğini söylen Kürt gençlerinin oranı yüzde 38’i buluyor.
HDP’de yeni dönem (*)
“Şiddeti bitirmek için o şiddeti yaratan şartları mutlaka samimiyetle görmeli, onlarla yüzleşmeliyiz ve sonra şiddeti demokratik yollarla bitirecek, ülkeyi barışa ve özgürlüğe taşıyacak adımları hep birlikte atmalıyız. Biz, çözümün demokratik siyasette olduğundan en ufak bir şüphe duymuyoruz. Çözüm, siyasette, özgür ifadede, tartışmada, toplumsal müzakerededir.”
Kelepçe (*)
“İşkenceye sıfır tolerans” sözünün kararlılıkla arkasında duran bir iktidar, ne yazık ki türlü bahanelere sığınarak özgürlükleri sınırlandıran, hak ihlâllerini kabul etmeyen ya da önemsizleştirerek geçiştiren ve hattâ insan haklarını devleti zaafa uğratan bir söylem olarak görmeye başlayan bir iktidara dönüştü.
Suskunluk perdesi yırtılınca (*)
Türkmen’den, ailesinin tuttuğu avukatı kabul etmemesi istendi. Ona bir avukat gönderildi. Avukatı kimin görevlendirdiği açığa çıkmadı. Gazetecilerin bu konuya ilişkin sorularına avukat “Sizi ilgilendirmez” diyerek cevap verdi.
Türkiye kurulurken Kürtler (2) “Türk ve Kürt millî sınırlarıyla sınırlanan Türkiye” (*)
“Hâlbuki bağımsızlığımız saklı kalmak şartıyla bir barış imzalandıktan sonra yalnız dâhili hasımlarımızla karşı karşıya bulunacağız ki, bugünkü genel ve yaygın kuvvet ve nüfuzumuzu iyi muhafaza ettiğimiz takdirde, bu zavallılara layık oldukları muameleyi tatbikte hiçbir müşkülat tasavvur etmiyorum.”
Kadınların gözünden Türkiye (*)
Suriye politikasında kadınların yüzde 27.5’i hükümeti başarılı, yüzde 44.2’si başarısız buluyor. Yüzde 28.4’ü ise bu konuda kararsız. Kadınların yüzde 50.6’sı Suriyelilerin Türkiye’deki varlığından rahatsızlık duyuyor, yüzde 67.6’sı ise Suriyeli mültecilere vatandaşlık hakkının verilmesini istemiyor.
Kürt meselesi ve yeni oyun alanı (*)
Lakin iktidarın her yönüyle tartışmalı bu siyasetine karşın, muhalefet de -özellikle kendilerinden bu yönde beklentiler olan CHP ve HDP- etkili bir karşı tez üretemiyor. İçinde birtakım kıpırdanmalar olmasına karşın CHP, bu konuda bir siyasi ağırlık merkezine dönüşemiyor; toplumun önüne dikkat çekici ve gerçekçi bir perspektif koyamıyor. HDP ise bir sıkışmışlık yaşıyor; gerek arızi ve gerek yapısal nedenlerden kaynaklı açmazlarını aşamıyor ve yeni bir siyaset de geliştiremiyor.
Türkiye kurulurken Kürtler (1) “Kürtleri bize bağlayan ana kuvvet dindir” (*)
Birincisi, Kürt reislerinin birbirlerine güvenmediğidir. İkincisi, hepsinde “büyüklük hastalığı”nın olduğu, en küçüğünden en büyüğüne kadar hepsinin liderlik iddiası taşıdığı ve bu nedenle işbirliği yapamadıklardır. Üçüncüsü de, Osmanlı olmadan Ermenilerle ve yabancılarla başa çıkamayacaklarını düşündüklerinden, en milliyetçilerinin dahi eninde sonunda Osmanlı devleti lehine tavır göstereceğidir.
İdlib düğümü (*)
Türkiye İdlib’de Rusya’ya mutlak karşıt bir siyaset izlediği takdirde, kaçınılmaz bir şekilde, Türkiye’nin Suriye’de kontrol ettiği diğer bölgeler de gündeme gelir; buralardan çıkması yönündeki taleplerin yoğunlaşması Türkiye’yi siyasi olarak daha zor bir pozisyona sokabilir.
Siyaset yapma! (*)
Vatandaş verdiği verginin izini sürer. Denetimlerin ve kurtarma çalışmalarının etkinliğini sorgular. Sorumlulardan hesap sorulmasını talep eder. Demokrasinin olmazsa olmazlarıdır bunlar. Hiç kimse, hele kamu adına yetki kullanan siyasi aktörler, bunlardan gocunamaz.
“Oyun” üstüne oyun*
“İki fotoğraf da çok güzeldi. Kadınların birliğini, gücünü gösteren çok güzel fotoğraflardı.”
HDP’nin önündeki yol (*)
HDP, şimdiye kadar izlediği yolu takip edebilir. Ve diğer partilerin Kürt meselesine ilişki tavırlarının değişmediği bir vasatta, fahiş hatâ yapmadıkça da bugün aldığına benzer bir oyu alır, alabilir. Lâkin eğer HDP’nin hedefi siyaseten daha fazla büyümek ise o zaman kendisine yeni bir yol açması gerekir. Bu yol da “silâh” ve şiddet” ile serinkanlı ve derinlikli bir yüzleşmeden geçer.
Diyarbekir’de Kürt ulusçuluğu (*)
Mustafa Kemal yönetimi, kuvvetlenen Kürtçülüğün önünü kesmek için üç taktiğe başvurur. Birincisi, Ermeni korkusunun işlenmesidir. İkincisi, halifelik ve din vurgusudur. Üçüncüsü ise zoru göstermek, göz korkutmaktır.
İktidara can simidi (*)
Türkiye’de milliyetçilik, Kemal Can’ın yerinde tesbitiyle, “bir enerji içeceği” gibidir. Kısa vâdede kitleleri harekete geçirir; bir süre sonra kitlelerin harareti diner ama uzun vâdede yerini kalıcı hasarlara bırakır. Bu bağlamda, PKK şiddeti ile keskinleşecek bir milliyetçilik, Türkiye’de demokrasiyi havasız bırakmanın yanında, Kürt meselesine de iki taraflı tesir eder.
Yeni bir felâket dâvetiyesi (*)
Bu sosyoloji, HDP’nin siyasi mücadelesini destekliyor ve silâhı öne koyan bir yöntemle bir neticeye varılmayacağını düşünüyor. Zihninde silâhı bitirdiğinden, PKK’nin çatışma ve savaşa dayalı stratejilerine prim vermiyor. PKK bu sosyolojiyi ya görmüyor ya da görmek istemiyor. Bunun en bariz örneği, HDP’ye verilen oyları, kendi tercihlerinin ve tezlerinin bir doğrulanması olarak sunmaları.
Kendi tekerine çomak sokmak (*)
Lig başlarken 2020’nin İngiltere’de Liverpool, Türkiye’de de TS için “o sene” olmasını diledim.
Kürt meselesi ve Gelecek Partisi (*)
Gelecek Partisi, ülkedeki her kültürü, dili, inancı ve geleneği milletin ortak bir mirası olarak saygıdeğer kabul ediyor. Bütün kimliklerin kültürel miraslarını koruma ve kültürlerini geliştirmelerini bir insan hakkı olarak değerlendiriyor ve devlet tarafından desteklenmesini savunuyor.
İki Ziya (3) Dinmeyen yara: Kürtler (*)
“Yeni Türkiye artık Anadolu’da yeni hiçbir milliyetin muhaceret tarikiyle tesisine müsaade edemez. Yeni Türkiye’ye gelecek gayri Türkler ancak Türkleşmek ve Türklüğü temessül etmek arzusuyla gelebilirler.”
Geçmiş ve “Gelecek” (*)
Diğeri ve daha önemlisi, Davutoğlu’nun bir buzu kırmasıdır. O, devâsâ olanakları elinin altında tutan bir iktidar partisinden koptu. Yokluklara ve tahrip gücü yüksek bir iktidara karşı Davutoğlu, en yalın anlamıyla siyaset yaptı. Yani konuştu. Bir koçbaşı işlevi gördü. Dokunulamaz sanılana dokundu, “yapamazlar, cesaret edemezler” denileni yaptı. Dindar-muhafazakâr camia üzerindeki AK Parti tekelini kırdı.
İki Ziya (2) “Mehmet Ziya” ve “Ziya Gökalp” (*)
Başlangıçta derdi Osmanlı’nın birliği olan ve Osmanlıcı bir perspektife sahip olan Gökalp, giderek coşkulu bir Turan savunucusuna dönüşür. Artık onun için “Düşmanın ülkesi viran olacak, Türkiye büyüyüp Turan olacak”tır.
Davutoğlu’nun “hodri meydan”ı (*)
Yolsuzluk, AK Parti’nin en zayıf halkası. Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklarla mücadeleyi şiar edinerek yola çıkan bir parti, bugün -- her üç Y’de de, ama -- özellikle yolsuzlukta sınıfta kalmış durumda. Eski yol arkadaşlarını rakip oldular diye yolsuzluk üzerinden vurmaya çalışmak, en büyük zararı AK Parti’ye verecektir.
Kürtler ve yeni partiler (*)
HDP, 2015’de yükseldiği çizgiyi genel itibariyle korusa da, siyaset üretmekte çok ciddi bir sıkıntı yaşıyor. 2015’te edindiği kimlik örseleniyor; bir umut hareketinden bir inat hareketine dönüşüyor. AK Parti açısından da durum parlak görünmüyor. AK Parti’nin Kürt meselesini haklar ve demokrasi ekseninde çözebileceğine olan inanç tükeniyor. Otoriterleşme hız kazanıyor.
İki Ziya (1) “Başı kurşunsuz Ziya” ve “başı kurşunlu Ziya” (*)
Rıza Nur: “Kürtler meselesi beni üzüyor. Bir şey yok ama bir gün milli dâvâya kalkacaklar. Bunları temsil (asimile) etmek lâzım. Tetkikata başladım.”
Yeni partiler için siyaset zemini (*)
Türkiye giderek normal olandan uzaklaşıyor ve normalleşmeden kaçınıyor. Bunun nedeni, AK Parti-MHP ittifakının normal şartlarda iktidarlarını koruyamayacaklarını düşünmeleri. Tersinden söylemek gerekirse, Cumhur İttifakı iktidarını olağanüstülüğün devamına bağlamış durumda. Bunun için iktidar medyasında, olağanüstü koşulların sürdüğünün propagandası yapılıyor. Olağan dışılığı olağan kılan bir iktidar dili kullanılıyor ve toplum hep bir teyakkuz durumunda tutulmaya çalışılıyor.
Bir iç güvenlik tehdidi (*)
Maalesef İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ne böyle bir hassasiyeti var, ne de böyle bir sorumluluk bilinci. Tersine, oturduğu koltuğun kendisine şahsi bir güç verdiği zannıyla bağırıp çağırmayı, muhataplarına parmak sallamayı ve kabul edilemez bir dille onlara saldırmayı marifet biliyor.
Sine-i Millet (*)
Bu gibi radikal kararları halka benimsetmek zordur. Siyasi tansiyon yükseldiğinde akla hemen bu öneri gelir. Ama gerek netice üretmeleri ve gerek halk nezdinden kabul edilmeleri bakımından değerlendirildiğinde, böylesine keskin hamleler büyük oranda risk içerir.
Elde var “zaman” (*)
Evvelâ Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin istemlerinin hiçbiri karşılık bulmadı. ABD’nin bütün karar vericileri SDG ile çalışmaya devam edeceklerinin altını çizdiler. Trump, bir kez daha Mazlum Abdi ile çalışmaktan duyduğu memnuniyeti kameralar önünde ifade etti. Güvenli bölge konusunda da ABD mevcut pozisyonunu korudu; Türkiye’nin arzusu dâhilinde bir değişikliğe yeşil ışık yakmadı.
Kemalizm yeniden şahlanırken (*)
AK Parti demokraside geri vitese taktı, hukuku etkisizleştirdi ve iktidarı kişiselleştirdi. Yeni Türkiye iddiasından vazgeçince, geçmişte radikal bir şekilde karşı çıktığı davranışları sergilemeye başladı ve en güvenilir liman olarak gidip Kemalizme demir attı. Artık CHP’den bile daha Atatürkçü olduğunu savunan bir AK Parti var.