Vahap Coşkun

Milliyetçi Siyonizm

Milliyetçi Siyonizm; kimseyi anlamak ve kimseyle uzlaşmak gibi bir dert taşımıyor, doğruluğundan zerre şüphe duymuyor ve düşman gördüğüne her kötülüğü yapma hakkını kendinde buluyor. İşte dünya tam bir aydır, bu milliyetçi Siyonizm’in ne kadar büyük bir felakete yol açtığını tecrübe ediyor.

Hukuk yoksa devlet de yok!

Mahkeme kararlarının etkili bir şekilde tatbiki, hukuk devletinin olmazsa olmazıdır. Anayasa hükümlerini yorumlayan AYM’nin kararlarının kale alınmadığı bir yerde Anayasadan da, hukuktan da, devletten de bahsedilemez. Zühtü Arslan, “Anayasa Mahkemesinin İhlal Kararlarının Etkileri” başlıklı bir konuşmasında, devleti devlet yapan unsurun hukuk olduğuna dikkat çekerken Platon ve Sokrates’e atıf yapar. Platon, iyi işleyen mahkemelere sahip olmayan bir devletin devlet olma vasfını kaybedeceğini söyler. Sokrates de, ölüm cezasına mahkûm edilmesinin ardından kendisini kaçmaya ikna etmek isteyen öğrencisi Kriton’a “mahkeme kararlarının hükümsüz olduğu, basit bireyler tarafından geçersiz kılınıp ayaklar altına alındığı bir devletin ayakta kalmayacağını” belirterek karşı çıkar.

“Hocaların Hocası”

Ergun Özbudun, Türkiye siyasetinde asker ve vesayet, güçlü devlet ve zayıf sivil toplum, siyasi partiler ve parti sistemi, anayasa yargısı ve demokratikleşme gibi kritik mevzuları, karşılaştırmalı bir yöntemle, analitik bir temelde ve güçlü bir teorik çerçeveyle inceleyen onlarca eser vermiştir. Onun bu eserlerine nüfuz etmeden, Türkiye’deki siyasetin dününü ve bugününü hakkıyla anlamak olası değildir.

Kürt Barometresi

Kürt Barometresi; sosyo-demografik bir dönüşümden geçen, anadil başta olmak üzere kimlik eksenli taleplerini öne çıkaran, popüler kültürle sahası genişleyen, siyasi tercihlerinde kısmen de olsa değişim işaretleri veren ve eskiye kıyasla daha az radikal ve daha ılımlı bir çizgiye çekilen bir sosyolojinin resmini çekiyor.

Erdoğan Hamas için neden böyle konuştu?

Erdoğan’ın HAMAS açıklaması, kızgınlıkla, duygusallıkla, kendiliğinden yapılmış bir açıklama değil; üzerinde düşünülmüş, yazıya dökülmüş, içeriye ve dışarıya dönük hedefleri olan siyasi bir atak bu. Fakat bu atağın içerde de dışarıda hedefi tutturması düşük ihtimal. Çünkü: İçeride, evet, Filistin toplumsal duyarlılığın yüksek olduğu bir mesele; ama bu duyarlılığının HAMAS’a toptan bir kefilliği içerdiği şüpheli. Filistin’in yanında durmak ve İsrail’in zulmünü kıyasıya eleştirmek ile HAMAS’a “mücahitler grubu” gibi dini bir güzellemede bulunmak, birbirinden farklı. İlki konusunda yaygın bir toplumsal mutabakat var ama ikincisi için aynı mutabakatın olduğu söylenemez.

Tarihin yanlış tarafı

Holokost, Batı’nın sadece geçmişini değil bugününü de ipotek altına alıyor. Batı, boynunda taşıdığı soykırımın asli ve ferî faili olmanın utancını, maalesef, başka bir soykırıma el vermekle gidermeye ya da telafi etmeye çalışıyor. Kendi günahının bedelini Filistinlilere ödetirken, yeni ve affedilmez başka bir günahın sahibi oluyor.

Gerileme devri

7 Haziran 2015, HDP/HEDEP için bir yükselme devriydi. Akabinde, kötü tercihlerle bir duraklama dönemine girildi. Hâlihazırda ise HDP/HEDEP, bir gerileme devrinin içinde bulunuyor. Ve gelen sinyaller bu gerilemenin daha da derinleşme ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor.

Yeni Anayasa ve demokratikleşme potansiyeli

Türkiye’de hâlihazırda bir anayasa yapmak için gerekli koşulların var olmadığı, iktidarın mer’i anayasaya bile riayet etmediği ve muhaliflerin baskı altında tutulduğu söylenebilir. Doğrudur. Bu noktada mahir bir muhalefete düşen, iktidarın niyetlerinden bağımsız olarak, anaysa tartışmasını şikâyetçi olunan hususları değiştirmek için kullanabilmesidir.

Amedspor için ‘o sene acaba bu sene’ mi?

Amedspor hemen her maçını, çoğu Süper Lig takımına nasip olmayan kalabalık bir taraftar kitlesinin önünde oynuyor. Takımın iddiası arttıkça, taraftarın sayısı artıyor. Altı haftalık sürede oyun aklı ve performansıyla göz doldurdu. ‘Bu seneyi o sene’ yapmak adına şartlar müsait, seyirci zaten dünden hazır.

Yol ayrımı

PKK’nin şiddeti devam ettiği müddetçe HDP’nin Türkiye siyasetinde bir cazibe merkezi olmasının bir imkânı yoktur. PKK’nin Türkiye karşıtı sert tutumu sürdükçe, HDP’nin Türkiyelilik söyleminin ne bir inandırıcılığı kalır ne de bir alıcısı olur. PKK’nin her eyleminde, toplumun büyük bir çoğunluğu HDP’ye yönelir. Bütün bunlar HDP’nin bir yol ayrımında olduğunu anlatır. İstese de istemese de, kabul etse de etmese de artık şartlar HDP’ye bir yol ayrımını dayatıyor.

Günah keçisi ya da etkisiz eleman

Muhalefetin elindeki belediyelerin bir kısmı -özelikle Ankara ve İstanbul- iktidara geçerse, kuşkusuz hedef tahtasına herkesten önce Akşener konur ve bir “günah keçisi” haline getirilir. Eğer tersi olur ve İYİ Parti’nin kendi logosuyla girdiği bir seçimde muhalefet bir kayıp yaşamaz ise, partisi de Akşener de “etkisiz eleman” derekesine düşer.

Adalet nedir?

Mutlak bir adalet yoktur. Zira insan aklı yalnızca göreceli değerleri kavrayabilir ve bir şeyin adil olup olmadığını tayin ederken kendi değerlerine göre bir yargıda bulunur. Ama bu yargı, zıt bir değer yargısı olasılığını dışlayamaz. “Mutlak adalet, irrasyonel bir idealdir.”

Kadı kızının kusuru

Millet İttifakı’nın ikinci büyük partisi İYİP’in Genel Başkanı Meral Akşener de, seçmenlere açıklama yapma borcu olanlar arasında –Kılıçdaroğlu ile birlikte- ön sırada bulunuyordu. Ancak Akşener de uzun bir süre suskun kaldı ve parti adına görüşler onun kurmayları tarafından dile getirildi. Ama Akşener 26 Ağustos’ta ağzını bir açtı açtı. Artık Akşener’i durdurabilene aşk olsun! Akşener’in beyanlarıyla muhalefetin itibarı giderek daha çok aşınıyor ve bu da hem geçmişe hem de geleceğe taalluk ediyor.

Sahada olan sahada kalmaz

Amed Spor, bu hafta sonu 68 Aksaray Belediyespor ile bir müsabakaya çıkacak. Maç öncesi, 68 Ergenekon adlı bir taraftar grubu, sosyal medya hesabından bir bildiri yayınladı. Bildiri “Şehr-i Müdafaa” başlığını taşıyor. Büyük laf! Bilmeyen de Amed Spor’u, Aksaray’a hepi topu üç puanlık bir maç için gelen bir futbol takımı değil de, savaşmak ve şehir istila etmek için gelen bir düşman ordusu sanır.

Diktatörlerin çocukları

Binlerce, milyonlarca insanın hayatını zehreden, gözünü kırpmadan katliamlar gerçekleştiren, en yakın dostlarını bile ölüme göndermekten çekinmeyen bir diktatör, akşam eve geldiğinde tonton bir ebeveyne dönüşebilir mi? Bir diktatörün kızı ve/veya oğlu dengesini koruyabilir, normal bir hayat sürdürebilir mi? Jean-Christophe Brisard ve Claude Quétel, ‘Diktatörlerin Çocukları’ adlı kitaplarında bu ve benzeri sorulara yanıt veriyor.

Kurbanlık koyun

On yıllar önce rahatlıkla konuşulan konular, bugün ya konuşulmaz oluyor ya da konuşanın başına olmadık işler geliyor. Tanrıkulu örneğinde olduğu gibi bir milletvekili dahi, hem de mahkeme kararlarına atıf yaptığı bir konuşmasından ötürü siyasi ve hukuki cendereye alınırsa, ne tarihten bir ders çıkarılır ne de müspet manada herhangi bir mesafe alınabilir. O vakit de geçmişin yükünden kurtulmak mümkün olmaz ve tarihin tekerrür etme ihtimali artar. Zira “geçmiş”, her zaman “geçmiş” olarak kalmaz.

Kerkük ateşi

KDP; Irak Meclisi’nde temsil edilen bir parti; Kerkük’te milletvekili, Irak hükümetinde bakanları var; dolayısıyla KDP’nin Kerkük’teki binasına dönmesi ve Aralık ayında yapılacak İl Meclis Seçimleri için faaliyetlerde bulunmasından daha doğal normal şey olmaz. Ancak bazı güçler¸ Kürtlerin Kerkük’teki nüfuzlarını artıracak bu gelişmeden rahatsızlık duyuyor ve KDP’nin Kerkük’te varlık göstermesine itiraz ediyorlar. Irak ve Kerkük üzerindeki kontrolünü korumak isteyen İran ve İran’a yakın Iraklı gruplar bunların başında geliyor. İran’a çok yakın olan Türkmen Erşat Salihi’nin ve Haşdi Şabi’nin Kerkük’teki hadiselerde başrolde olmaları, İran’ın durduğu yeri gösteriyor.

Ortaya karışık

Yeni bir yol bulmak ya da yeni bir yol açmak, öyle söylendiği kadar kolay olmuyor; risk almayı ve kararlı olmayı gerektiriyor. İYİ Parti’de ise o emareler yok; bu nedenle parti herhalde bir süre daha ortaya karışık bir şekilde devam edecek.

Akşener’in açmazı

Akşener, bir açmazda; ya seçimlere kendi başına girip mutlak bir başarısızlığa uğrayacak ya da içine pek de sindiremediği bir ittifakın içine girecek. Muhtemelen başarısızlığın yıkıcılığıyla uğraşmak yerine gerçekte kırgın olduğu ve kurtulmak istediği ittifakı ehveni şer görecek. Doğrusu başka da bir şansı yok! Bugünlerdeki yüksek sesi belki olası ittifak pazarlığında elini yüksek tutmak için olabilir ama muhataplar da o elin artık o kadar güçlü olmadığını biliyor.

Hayali Cemaatler

Benedict Anderson’un 1983 tarihinde yayınlanan ‘Hayali Cemaatler’ kitabındaki temel tezi, milliyetçilik kadar milletin de, 18’inci yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan özel kültürel yapımlar olduğudur. Elbette bu tez, hemen bir sorunun yanıtlanmasını gerektirir: Bu özel kültürel yapımların daha önce ya da daha sonra değil de bu tarihte ortaya çıkmasının hikmeti nedir?

Yükselen milliyetçilik!

Yüzde 20 civarlarında dolaşan bir milliyetçi seçmen tabanı var. Yeni bir durum değil bu; 1999’dan beri bu seçmen her seçimde farklı parti amblemleri altında buluşsa da kendisini belli ediyor. Mayıs 2023’e bu arka plandan bakıldığında görülen şu: 2018’de MHP ve İYİP’in toplam oyları % 21’e tekabül ediyordu. 2023’de MHP, İYİP ve ZP’nin, yani üç milliyetçi partiyi tercih eden seçmenlerin oranı % 22 oldu. Dolayısıyla iki seçim arasında bir puanlık bir fark var. Yani seçimlerde milliyetçiliğin –üzerinde fırtına kopartılacak düzeyde- bir yükselişi yok! Milliyetçiliğin sayısal bir artış göstermese de, psikolojik etkisinin arttığı iddia edilebilir. Burada da ihtiyatlı olmak gerekir. Nihayetinde seçimleri yine de mültecilere/sığınmacılara karşı en mutedil dili kullanan, en az milliyetçilik yapan Erdoğan kazandı. O nedenle muhalefetin seçim sonuçlarını milliyetçiliğe bağlaması ve iktidarın seçim zaferini daha fazla milliyetçi olmasıyla açıklaması, gerçeği anlamaya değil, ancak kendisini kandırmasına hizmet edebilir.

Demirel (II): “Ben Devlet Fikrinin Adamıyım”

Uzun siyasi hayatı, Demirel’in kimlikler arası geçişlerinin bir resmi gibidir. 1965-1971 arasında liberalimsi, 1971-1980 arasında cepheci ve milliyetçi, 1980-1991 arasında kuvvetli bir demokrat, 1991-2000 arasında da giderek artan tonda devletçi Demirel portresi beliriyor karşımızda. Fakat Demirel siyasetinde süreklilik gösteren iki hat vardır. Demirel hangi siyasi siyasi elbiseyi üstüne geçirirse geçirsin, bu hatlardan ayrılmaz…

Bir ömür “Her şey çok güzel olacak” ile geçmez!

CHP’de genel başkanlık düğümünün, Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı son açıklamayla çözüldüğünü söylemek mümkün. İmamoğlu, eğer 2024’te İBB Başkanı sıfatını muhafaza ederse, muhalefetin kanadın en kuvvetli ismi haline gelir. İmamoğlu’nun hedef çıtasını artık daha yüksek bir noktaya koyduğu, CHP Genel Başkanlığına değil Cumhurbaşkanlığına, söylenebilir. Peki, İmamoğlu’nun diğerlerinden ayırt eden bir fikri var mı? Hayır, yok. Onu gördüğünde seçmenin kafasında beliren bir düşünceden söz edilebilir mi? Hayır, edilemez. İmamoğlu, her toplantıda halkın üzerine onların hoşuna gideceğini tahmin ettiği mesajları boca ediyor. Fakat toplantı bitiğinde insanların aklında nerdeyse tek bir söz kalmıyor.

Demirel (I): Ben sizin ıstırabınızın çocuğuyum

Tanıl Bora, yaklaşık 600 sayfalık Demirel adlı eserinde; bir yandan Demirel’in 1924’te başlayıp 2015’te sona eren serüvenini gözler önüne sererken, diğer yandan da bize Türkiye’nin bir asırlık hikâyesini, bu hikâyede rol alan belli başlı aktörleri, siyasetteki değişim ve süreklilik noktalarını sunuyor.

Kağıt üzerinde akılcılık

Plan şöyle; İmamoğlu 2024 seçimlerine girer ve bir zafer daha kazanırsa, muazzam bir avantaj sağlar. Eğer senaryo bu şekilde akarsa, 2028 yılına İmamoğlu, muhalefetin doğal cumhurbaşkanı adayı haline getirir ve onun adaylığının önünde durmak zorlaşır. Plan, güzel! Peki, hesaplı ve akılcı olduğu izlenimi uyandıran bu güzel plan tutar mı? Plandaki akılcılığın, kâğıt üzerindeki bir akılcılık olduğunu düşünüyorum. Kâğıt üzerinde dört başı mamur bir planın ise, gerçek hayatta ne oranda tatbik edilebileceği belirsizdir. İmamoğlu bakımından cevabını arayan iki temel soru var.

İmamoğlu’nun demokratik cesareti!

İmamoğlu, ancak toplumsal kabul oranını artırdığı ölçüde, partisinin mensuplarının tercihini kendi yönüne çevirebilir. Halkta ne kadar destek görür ve siyasetini ne kadar halka mal ederse, tabanı da o kadar kendi yanına çekebilir. Ama İmamoğlu’nun bu vaziyetin gereğini yerine getiren bir siyaset izlediği söylenemez. En azından bugüne kadar!

Demirel’in Ecevit ve Çiller’le Türkiyelilik kavgası

Tanıl Bora’nın “Demirel” adlı son kitabını okurken, Demirel’in 1970’lerde Ecevit’le ve 1990’larda da Çiller ile tutuştuğu Türkiyelik kavgalarına rastladım. Demirel’in sözcüsü olduğu devlet aklı, resmi millet ve milliyetçilik anlayışındaki etnik özü esnetmeyi amaçlayan her arayışa şüpheyle bakar ve karşısında durur. “Türk”ü zayıflatacağını düşündüğü her kavram gibi “Türkiyelilik” kavramına karşı da teyakkuzu elden bırakmaz. Oysa sorun tam da bu özün kendisindedir. Dolayısıyla sorun yaratan bu öz değişmedikçe, bu arayışların önü alınamaz; isimler değişir ama tartışma baki kalır.

Arkadaşlıktaki saadete dair

Bir müşkülat çıktığında arkadaşlarımızı yardıma çağırabiliriz, bir hüzne düştüğümüzde arkadaşlarımıza sığınabiliriz. Salt mutluluklarımızı değil mutsuzluklarımızı da arkadaşlarımızla paylaşırız. Bir felakete duçar olduğumuzda, başımız dara düştüğünde arkadaşlarımıza müracaat ederiz. Bittabi bunların hepsi kıymetlidir, ancak bunlardan öte bir arkadaş, sırf varlığı ile mutluluk sebebidir.

Asıl ihtiyaç: Türklerin Türkiyelileşmesi

Türk Dil Kurumu, Türkiyeli kelimesini sözlüğe ekledi ve bu da küçük bir depreme sebebiyet verdi. Türkiyeli kelimesi için TDK, “Türkiye’de yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan kimse” tanımını yaptı. Nihayetinde TDK, Türkiyeli’yi sözlükten çıkardı. Peki, ne oldu? Türkiyeli kelimesi berhava mı oldu? Anlamını mı kaybetti? Sözlükten çıkarıldı diye hükmünü mü yitirdi? Hayır, öyle olmadı. Kelime hayatiyetini koruyor, mühim tartışmalarda başköşede oturmaya devam ediyor. Ama bu olan bitenden çıkarabileceğimiz bir sonuç var: Hep Kürtlerin Türkiyelileşmesinden söz ediliyordu ya, bu tartışma bir kez daha ortaya koydu ki galiba asıl ihtiyaç, Türklerin Türkiyelileşmesi!

İçerikten yoksun bir değişim

CHP’de içerikten yoksun bir değişim tartışması yapılıyor. “Değişim” kavramının cazibesinden ötürü herkes, hatta fiili olarak değişime karşı duranlar bile, değişimden yana olduğunu belirtiyor ama bu değişimin yöntemi ve muhtevası hakkında kallavi tek bir laf etmiyor.