Yıldıray Oğur

İktidarın bugün otoriterleşmeye ihtiyacı var mı?

Ankara’dan konuştuğum AK Partili ya da AK Parti’ye yakın isimler olan biteni anlamıyor ve tasvip etmiyor. AK Parti iktidarının bugün otoriterleşmede gaza basmasına gerek yok, zaten çok güçlü. Acil bir durum, gelen bir yakın tehdit ya da seçim baskısı da yok. Peki o halde bunlar neden oluyor?

Ayağındaki kelepçeyi çıkarıp başkasına takmaya çalışanlar…

Söylenmemiş cümleleri söylenmiş gibi anlatan, katılmamış insanları toplantıda gibi gösteren, anadilde eğitim ve anayasanın vatandaşlık tanımının değiştirilmesine bile tahammülsüz bu muhalefet anlayışının tek derdi sopayı ele geçirmek. Yoksa sopayla bir dertleri yok. Bu muhalefetten ümitvar olanlarınki ancak bir çaresizlik olabilir. Çünkü karşımızda ayağındaki kelepçeyi çıkarıp, başkasına takmak isteyenlerden fazlası yok.

“Coşkulu bir tedirginlik”

DEM Parti’nin ve PKK’nın kayyım ve diğer operasyonlardan artık o kadar da etkilenmediği anlaşılıyor. Bu oksimoron hal kabul edilmiş gözüküyor. Zaten bu süreç Demirtaş ve pek çok siyasetçi hapisteyken başladı, Ankara saldırısına rağmen sürdü, Ahmet Türk’e kayyıma rağmen ilerledi. Bu saatten sonra da bu gelişmeler onu durduramayacak gibi duruyor. Bu bataklıkta gül yetişmeyeceğini söyleyenler haklı ama herkes artık bataklıkta nilüfer çiçeklerinin çiçeklendiğini görüyor.

Hapisteki astrolog

Ortaçağ’daki Engizisyon mahkemelerinden beri kehanetleri yüzünden en ağır cezayı alan astrolog Hilal Saraç oldu. Siyasi temennilerini kehanet gibi anlatırken kendi akıbetini göremeyen başarısız astrologu yargı ciddiye almış gözüküyor.

Bir timsah tarafından yutulan adamın hikayesi

147’lilerin çoğu destekledikleri darbecilerin onları üniversiteden attırmasını unutturmaya çalıştılar, bir yanlış anlama, dönülmüş bir hataydı bu. 147’leri çeşitli iddialarla itham eden fişlemeleri yapıp MBK’ya veren hocalardan biri olduğu iddia edilen İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Profesörlerinden Cihat Abaoğlu 2 yıl sonra Talat Aydemir’in darbe girişimlerinde aktif rol oynadı. Haldun Taner’in Timsah oyununun o meşhur radyo kaydı da 147’lilerin hikâyesi gibi unutuldu. 50 yıl sonra eşi evde bir makara bulana kadar... Timsah tarafından yutulan son Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Ivan, Haldun Taner ve arkadaşları olmadı…

Ya ‘Erdoğan’ın askerleriyiz’ diye bağırsalardı?

Aslında başlıktaki sorunun basit bir cevabı var: Bir disiplin kurumu olan ordunun mensubu teğmenler slogan atamazlar. Bu sloganın Atatürk için ya da Erdoğan için atılması fark etmez. Slogan askere uymaz. Ama galiba bu cevabın çok çok uzağındayız.

Gerçekten ya hep beraber ya hiçbirimiz mi?

Büyük siyasetle gündemi belirleyen, muhalefeti ülkeyi yönetmeye hazırlıksız göstermeyi başaran iktidar, küçük siyasetle pozitif gündemi berhava etti, topu yine muhalefetin sahasına taşıdı. Peki muhalefet bu baskıyı karşılaşmakta başarılı mı?

Çözüm için gözler neden Türkiye’de değil, Suriye’de?

Sürecin kaderi Türkiye’de olanlara değil, Suriye’de olanlara bağlı. Trump yönetiminden gelen Suriye’den asker çekme ve yeni Suriye yönetimine pozitif sinyaller, Şam-SDG görüşmeleri Öcalan’ın çağrısının içeriğini de, tonunu da belirleyecek, bu gelişmeler Kandil’in Suriye ve Türkiye’nin rağmına alternatif fırsatlar arayışını da bitirebilir.Devlet, Öcalan’dan tevil edilemeyecek net bir çağrı yapmasını bekliyor.

Serenay Sarıkaya ile Ahmed Eş-Şara nasıl aynı örgütün mensubu çıktı?

Adli makamlara göre Arap Baharı ile Gezi Olayları aynı mihrakların işi, patron aynı. Yani günün sonunda Ayşe Barım, Osman Kavala ile Ahmed Eş-Şara aynı uluslararası komplonun, aynı örgütsel ağın yöneticileri oluyor.

Bir otelde meydana gelen yangın…

Henüz ölü sayısı 10 iken ilk haberlerde otelin adı “Kartalkaya’da bir otel”de diye saklandı. Halbuki 1978’de açılan Kartal Otel, (sonra 1998’de Grand Kartal) Kartalkaya’nın ilk oteli. 2019’da ölen kurucusu Mazhar Murtezaoğlu olmasaydı Kartalkaya diye bir yer olmazdı. Bolu’nun üç ünlü turizm markası Varan Tesisi, Koru Otel ve Kartaltepe onun eseri. O yüzden bu büyük felaket, bu ülkedeki ahbap çavuş ilişkilerinin, onun sonucu olan denetimsizliğin masaya yatırıldığı bir hesaplaşmaya dönmeyecek.

“Yallah Arabistan”daki Oscar törenine…

İstanbul’a gelmelerinden rahatsız olunan, şikayet edilen, kaba, ilkel, geri bulunan, birkaç yerde dayak atılan, kazıklanan, arkalarından konuşulan o Arapların memleketi. Ama bütün bu kötü hislere rağmen, en büyük ödül törenlerinde baş köşede Hollywood yıldızlarıyla birlikte Türk aktörler ve aktrisler var.

“Vatan menfaatlerinde Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti”

Yeni açılım sürecinin siyasi sonuçlarından memnun olmayan muhalif kesimde bir Kürt sorunu inkarcılığı filizlenmeye başlandı. Halbuki Türkiye’de Kürt sorunu sürekli bir vesileyle nüksedebilen Cumhuriyet’in kalıtsal bir hastalığı. Bugün Suriye merkezli olarak nüksediyor, bundan 50 yıl önce ise Irak merkezli olarak nüksetmişti

Çözüm süreci neden Erdoğan için de bir fırsat penceresi?

Aslında bu süreç sadece 50 yıllık bir çatışmayı bitirmek için bir fırsat penceresi değil, Cumhurbaşkanı ve AK Parti için de bir fırsat penceresi. Bu süreçle Erdoğan ve Kürtler arasındaki grotesk hikayenin sonu değişebilir. Bu da denklemi bütünüyle değiştirir.

“Başbuğ”un açılımını hatırlamak…

1993’te Ermenistan’la temas kurabilecek son insan Türkeş’ti ama cesaret edip bu açılımı yapmıştı. Türkeş’in 1993’de Ermenistan ile barış için gösterdiği cesareti, bugün Bahçeli de çözüm sürecinde gösteriyor.

“İmralı’dan çıkmayabilirim, yeter ki mesele çözülsün”

Çıkan haberlerin tam aksine Öcalan’ın Sırrı Süreyya Önder ve Pervin Buldan ile görüşmesinde “Buradan çıkmayabilirim, bu tartışma konusu olmasın, yeter ki mesele çözülsün” dediği iddia ediliyor.

Kül yutmaz muhaliflerin ulvi davaları, kandırılan Kürtlerin süfli çıkarları

Son bir haftadır iktidar ve özellikle muhalif mecralarda yaşanan travmatik haller artık mizahın da bir konusu olabilir. Müthiş bir savrulma, ne diyeceğini bilememe, başı kesilmiş tavuk gibi ortalıkta dolaşma hali söz konusu.

İki Ferdi Tayfur arasında…

İlk Ferdi Tayfur İstanbullu, Batılı, modern elitlerin bir parçasıydı, komedi filmlerine yaptığı sesiyle şöhreti yakalamıştı. İkinci Ferdi Tayfur, Adanalı ve yoksuldu. Şehre sonradan gelenlerin, kahırlı aşkların sesi olarak şöhreti yakalamıştı. İlk Ferdi Tayfur elit kültürünün, ikinci Ferdi Tayfur halk kültürünün yıldızı oldular. İkisi de kültürdü, sanattı ve değerliydi. Bu basit gerçeği kabul etmek yıllar aldı.

2025’e neler kaldı?

Türkiye’de 2024’de yılın olayı; tabii ki dünyadan 75 yılda bir geçen bir kuyrukluyıldız gibi olan Bahçeli’nin Öcalan çağrısı. Üstelik birkaç saniyelik bir seyirlik olarak da kalmadı. Yılın son günlerinde ivmesini artırdı ve kendini birinci gündem olarak 2025’e attı. Ama iki nedenle hak ettiği ilgiyi görmüyor.

Bir fotoğrafın anlattığı…

Öcalan, 2013’den beri PKK'nın silahı bırakıp siyasi alana geçmesi için net mesajlar veriyor. Ama örgütü onu 2015'de Suriye kazanımları yüzünden dinlemedi. Ama şimdi artık Suriye’de de silahın miadı doluyor. Silahlı örgütlere Suriye’de de yer yok. Şimdi Türkiye’de çoktan bitmiş bir meselenin Suriye’de de sonuna geldik. 50 yıllık bir silahlı isyanın son yılı 2025 olabilir.

Şakir Paşa Ailesi’nin televizyonlarda izlenemeyecek hikayesi

Bodrum bugünkü şöhretini Takrir- Sükun kanununa, İstiklal Mahkemeleri’ne, Türkiye’nin düşünen insanlarına ettiği geleneksel zulümlere borçlu. Şakir Paşa Ailesi dizisinin finaline de bir Mavi Yolculuk yakışır. Ama yine de her şeyi televizyonlarda anlatıp insanların tadını kaçırmanın kime ne faydası var!

Bu terörist kime benziyor?

Taleb Abdulmohsen, terör uzmanlarını bile şok eden bir terörist profili.Kimse Almanya’ya fazlasıyla entegre olmuş, ateist, Batılılar gibi olmuş bir psikiyatrın katliam yapabileceğini herhalde düşünmezdi. Halbuki nefretin tek bir biçimi yok. Her türlü derin nefret şiddeti doğurur. Kendisinden, kendi kimliğinden nefret de tehlikeli ve yıkıcı bir duygu.Bu self-nefret münferit değil. Avrupa siyasetinde bile pek çok örneği var artık. Türkiye’nin radikal modernleşme ve Batılılaşma deneyimi de bu profilden çok fazla insan yetiştirdi.

Coğrafi konumundan memnun olmayanlar…

Muhalefet 13 yıldır Suriye’yi AK Parti iktidarının karıştırdığını, silahlı gruplara, ‘çetelere’, ‘teröristlere’ destek verdiğini, savunuyordu. Ama şimdi aynı muhalifler Esad’ı devirince Türkiye’nin ne alakası var, bunu İsrail ile ABD yaptı diyorlar. Trump bile tersini söylerken. Bu sadece muhaliflikten kaynaklı göze inen bir perde değil, Türkiye’nin coğrafi konumuyla ilgili bir mutsuzluk da.

Suriye’de düşen, Suriye’de kalkabilir mi?

Türkiye eğer Suriye’deki gücünü hevesli bir yayılmacılıkla değil de, emperyal bir soğukkanlıkla kullanırsa, Kuzey Suriye ve bölünmeye değil, Şam’a ve büyümeye yoğunlaşırsa bir taşla iki kuş vurabilir. En azından bu şartlar PKK’nın Türkiye’ye karşı bir silah bırakma kararı almasını sağlayabilir.

Ya beklenmedik olan olduysa?

Peki, HTŞ sahiden Şam’a kadar gidip Esad’ı devireceğini planlayarak mı bu işe girmişti? Operasyonun adı hiç de öyle demiyor: Saldırganlığı Önleme Operasyonu. Kaplanın kağıttan olduğunu gördükçe ilerlemeye devam ettiler.ABD’nin ve İsrail o sırada ne yaptı peki? Muhalifler henüz Halep’e girmişken bölgede İsrail’in en yakın müttefiki BAE’nin emir seviyesinde Esad’a destek verdi ve ABD-BAE Esad’a ambargoyu kaldırmaya çalıştı

Eş-şaab yurid ıskat’en-nizam!

Adnan Kassar, ailesi Şam'ın tek binicilik kulübü olan Al-Dimas'ı kurmuş, milli bir biniciydi.1993’de Basil Esad’la Suriye’yi temsil ettiği Akdeniz Oyunları’nda tek suçu Basil’den daha iyi bir binici olmaktı. Bir anda kendini bir suikast soruşturmasıyla hapiste buldu. 21 yıl sonra çıkabildi. Raghid Ahmed Al- Tatari Suriye Hava Kuvvetleri’nde jet pilotuydu. 1982 Hama Katliamı’nda şehri bombalama emrine uymayınca hapse atıldı. 40 yıl sonra çıkabildi. Şimdi bu Suriyelilere siz alternatifi daha kötü diyorsunuz. 61 yılın, son 13 yılın ne kadar berbat olduğu malum. Alternatifin ne olacağı ise belirsiz. Bu bile iyimserlik için yeterli bir neden.

Mezhepçiliğin kısa bir tarihi…

İktidar Suriye ve Esad politikasını bir mezhep taassubu ile belirlemedi. Öyle olsaydı, sünni diktatörler Bin Ali, Kaddafi ya da Mübarek’e de destek çıkması beklenirdi. Ana ortada mezhebi ya da ideolojik bir taassupla 50 yıllık bir aile diktatörlüğünü, kendi şehirlerini bombalayan eli kanlı diktatörü destekleyen muhalifler olduğu açık. Üstelik Nusayrilere karşı mezhepçiliğin Cumhuriyet tarihindeki izleri hala arşivlerde dururken.

Nereden çıktı bu Esadçılık?

Tek istedikleri 40 yıllık bir diktatörlüğün bitmesiydi. Dünyada bunun için bu kadar ağır bir bedel ödeyen çok az millet oldu. Her sokağını uçaklarla bombaladığı Halep’te babası Hafız Esad’ın büstleriyle top oynanıyor, Beşar Esad’ın posterleri parçalanıyor. Biraz adalet duygusu olanlar, mezhebi, ideolojik bağnazlığı olmayanlar için bu ancak mutlu olunacak bir haberdir.

İrticai anaokullarından CHP’li kreşlere…

Türkiye’de ideolojik bağnazlığın nasıl günün sonunda ayağa dolandığının ve dün karşı çıktığını bugün kendine cephane yapmanın bir örneği olarak bu tartışma ibretlik bir örnek olarak kayıtlara geçmiş olmalı.

Üsküp’ten kalkan bir tren…

Üsküp, İstanbul’dan 61 yıl önce bir Osmanlı şehri oldu. 1912-13 Balkan harbine kadar da öyle kaldı. Doğal olarak resmi dil ve çarşı dili Türkçe’ydi, elitleri...

Peki, Turan İtil ABD’den neden Türkiye’ye dönmüştü?

Muazzez İlmiye Çığ’ın ağabeyi Turan İtil, CIA’in 1953’den beri yürüttüğü MK-ULTRA adlı zihin kontrol projesi kapsamındaki deneyler için 1963 yılında Missouri Psikiyatri Enstitüsü'nde çalışmaya başladı. Enstitüde akıl hastaları, evsiz ve yalnız insanlar üzerinde LSD kullanılan izinsiz deneyler yaptıkları ortaya çıkınca 1973’de istifa etmek zorunda kaldı. Turan İtil, adı ABD’de deşifre olduğu ve kullandığı ilaçlar ve yöntemler yasaklandığı için yapamadığı deneyleri, 12 Eylül’den sonra gelip Türkiye’de yaptı.