Yıldıray Oğur
Çözüm Süreci’nde top MİT’ten Meclis’e geçti
PKK militanları bazıları kilometrelerce uzunlukta olan bir kısmı hastane bazıları sosyal tesise dönüştürülmüş ve on yıllardır her türlü askeri operasyona rağmen ellerinde tuttukları mağaralardan ve üs bölgelerinden Irak’ın Türkiye sınırının daha iç kısımlarına doğru çekildiler. Bu adımla MİT, PKK’nın silah bıraktığını hem devlete hem de Meclis’e teyit etti.Bu teyit kritik, çünkü devlet ve Meclis adım atmak için bu teyitin gelmesini bekliyordu. Ve top artık siyasetin ayağında. MİT ayağa pası attı, kaleyi görüp topu ağlara bırakma sırası siyasette…”
Büyük ülkenin, küçük insanları…
Hizbullah Genel Sekreteri’nin Papa ziyaretiyle ilgili ADD Genel Başkanı’ndan daha ilerici ve laik olabildiği bir coğrafyada yaşamak kaderimiz olmamalıydı. Büyük Türkiye hayalleri kuranların çoğunun çok küçük bir dünyaları var. O dünyaya artık Türkiye sığmıyor. Maalesef küçük insanların da büyük bir ülkesi olamıyor.
Papa Anıtkabir defterinde neden Atatürk’ü anmadı?
Papa’nın ziyaretiyle yaratıcı işlere imza atıldı: Doğrudan tarih uyduruldu. İznik Konsülü’nün 1600’üncü yıldönümünde 1925’de meğer Atatürk Papa’nın Türkiye’ye gelmesine izin vermemiş. Ama haklı oldukları bir konu olabilir. Vatikan’ın Atatürk’le ilgili hatıraları iyi olmayabilir. Çünkü 1929’dan 1960’a kadar Türkiye İstanbul’da görev yapan müstakbel Papa Roncalli ise dini kıyafet yasağıyla sınanmıştı
Dağdan ‘kandırılarak’ indirilenler…
CHP’nin yaktığı yeşil ışıkla harekete geçen muhalif kanaat önderleri günlerdir terk edilmiş aşık gibi öfkeli bir dille DEM’i ve süreci linçliyorlar. Kulağa en kötü geleni DEM’in hapishanede siyasetçiler ve belediyelerde kayyımlar varken iktidarla süreç yürüttüğü için suçlanması oldu. Kürtler ve DEM’lilerin kendi çıkarlarını bile düşünmekten aciz olduklarını, iktidar tarafından kandırıldıklarını söylüyorlar. Yani bir zamanlar devlet Kürtlerin dağa çıkmasını kandırılmayla açıklıyordu şimdi de bazıları Kürtlerin dağdan inmesini kandırılmayla açıklıyor.
Örgütüne silah bıraktırırken Öcalan’ın “teröristbaşı” olduğunu hatırlayanlar…
CHP’nin kararı İmralı’ya görüşmeyi, PKK ile müzakere etmeyi kriminalize eden bir öfke patlamasını da tetikledi. Son iki günde son 10 yılda işitmediğimiz kadar PKK ve Öcalan laneti ve hakareti işittik. Üstelik bugün lanetledikleri PKK iki ay önce kendini fesh etmiş bir örgüt, Öcalan ise bu kararı aldırmış örgütün lideri. Seçimlerde ne olduğu herkesin malumu “Kürt siyasal hareketiyle” gizli ve açık ittifaklar kurmakta bir beis görmeyenler, örgütünü fesh etmiş Öcalan’la çözüm için bir saatlik teması bir anda suç ve ayıp ilan ettiler.
“Barış konusunu Meclis’te ihtiraslarına vasıta yapmak istiyorlardı”
Dün yaşananlar göstermiştir ki Türkiye’de bir iktidar değişiminde bir çözüm sürecinin yaşanma ihtimali çok düşüktür. Kürt meselesinin çözümü için gerçek imkan ve fırsat elimizdekinden ibarettir. Devletin ve Devlet Bahçeli’nin bu açılımından daha ilerisi ufukta görülmemektedir. Türkiye’de muhalefetin mevcut ideolojik formasyonundan daha iyisinin çıkması da zordur.
77 yaşındaki Bahçeli ne yapmak, nereye varmak istemektedir?
Bundan bir yıl önce henüz Bahçeli sadece DEM’e el uzatmış ama Öcalan çağrısını yapmamışken 12 Ekim 2024 günü “Bahçeli, yerli De Klerk olabilir mi?” başlıklı bir yazı yazmıştım. Evet, Bahçeli son bir yılda yaptıklarıyla bir yıl önceki biraz iddialı yazımı doğruladı ve bizim De Klerk’imiz oldu.
Muhsin Batur’un gerisine düşmek…
Devletin Dersim özründen 13 yıl sonra bugün CHP’li bir Alevi milletvekilinin Dersim’i anması bile linç edilmesine yetebiliyor. Toplumlar her zaman ileri gitmiyor bazen geriye de gidebiliyor. 2011’de özür dileyen Erdoğan’ın hatta 1987’de genç bir asker olarak yaptıklarından en azından utanan Muhsin Batur’un bile gerisine düşenlere kısa bir hatırlatma…
AK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…
Tıpkı Kremlinologlar gibi Özgür Özel’e de AK Partiolog ve Erdoğanolog diyebiliriz. AK Parti’nin ve Erdoğan’ın sadece siyasi hamleleri konusunda değil aynı zamanda iktidar içi gruplar, aktörler, güç dengeleri konusunda da doktora düzeyine ulaşmış. AK Parti ve Erdoğan severlerle nasıl konuşulacağını iyi biliyor, hassasiyetlerin farkında. Özel, iktidarın hayallerindeki Cumhurbaşkanı adayı olmayabilir.
“Sosyal medya olsaydı Hayırlı Cumalar olmazdı”
2012 yılında Kraliçe Elizabeth’in, Belfast’ta katıldığı törende elini uzattığı siyasetçi eski bir IRA komutanıydı. 1979’da Kraliçe’nin kuzeni Lord Mountbatten ve torununun öldüğü bombalama olayının arkasındaki isimlerden biriydi. Ülke tarihinin kırılma noktalarından biri oldu bu tokalaşma... Hafta sonu bütün bu kırılma anlarına şahitlik etmiş BBC ve Guardian’dan iki tecrübeli gazeteciyi dinledik.
Lavaboda kalmış bir yığın bulaşık….
Her fikirden, sesten, ideolojiden gazeteciler bu ülkede her zaman siyasetin, entelektüel ve kültürel hayatın merkezinde yer aldılar.
Bu yüzden en fazla da onlar hırpalandı. Arada kaldılar, nefret çektiler.
Peki buna değer miydi?
Bir zamanlar değiyordu ama bugün?
“Münfesih terör örgütü”
Cumhurbaşkanı’nın hafta sonu konuşmasındaki esas manşet şuydu. Erdoğan, PKK için “münfesih terör örgütü” dedi. Buradan ne anlıyoruz? Devlet için PKK artık kendini feshetmiş bir örgüt. Çözüm sürecinde ırmağın yarısı geçildi. Artık geriye dönüş mümkün değil…
Mami, IKE ve Hüseyin-2
Hüseyin Gün’ün tuhaf ve karanlık bağlantıları olan biri olduğu açık. Ama casus mu? En azından bu soruşturma evraklarında kim adına ve nasıl casusluk yaptığı anlaşılmıyor. Mesela İBB’den bilgi ve belgeleri alıp hangi istihbarat örgütüne ya da hangi ülkeye vermiş? Bu sorunun cevabı soruşturma evraklarında yok.
Mami, IKE ve Hüseyin-1
Açık ki karşımızda bir James Bond casusluk hikayesi de bir Tuncay Güney kumpası da yok. Ama kesinlikle Hüseyin Gün, Netflix’te belgesel olmayı hak ediyor.
PKK neden Schrödinger’in kedisine benzedi?
PKK’nın durumu Kuantum fiziğinin meşhur Schrödinger'in kedisi deneyine benziyor. Kedi hem var hem de yok. PKK kendini feshetti, silahlara veda mesajı için tören yapıp yaktı ama PKK’lıların ne olacağıyla ilgili kararı Meclis verecek. Meclis’ten yasa çıkana kadar PKK’lılar adı PKK olmayan ve silah bırakmış bir örgütün silahlı militanları olarak kamplarda yaşayacaklar. Çünkü gidebilecekleri başka bir yer yok. Dağlarda silahlarını atarak yaşamayı da herhalde onlara kimse tavsiye etmiyordur. Bir geçiş sürecindeyiz.
Bir röportajın uzun tarihi…
Fatih Altaylı’nın Öcalan’la Lübnan Barelias kasabasında yaptığı röportaj ilk kez yayınlandı. Röportajın tam tarihi 19 Aralık 1996. Yani Susurluk Kazası’ndan sonra, 28 Şubat’tan önceki ara bir dönemde yapılmış. Bu röportajla ilk kez Öcalan’ın ağzından Başbakanlıkları sırasında Mesut Yılmaz ve Necmettin Erbakan’ın Öcalan ve PKK ile kurdukları temasları duyuyoruz. Ama bizzat bu röportajın kendisi de bir başka devlet-PKK diyaloğunun parçasıydı. O anlamda tarihi bir belge var karşımızda.
Açgözlü ve hırslı bir Fransız hayatımızı nasıl etkiledi?
Fransa eski Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 2007’deki seçim kampanyasında Kaddafi’den yasa dışı bağış aldığı suçlamasıyla verilen 5 yıllık hapis cezası için Paris’teki La Santé Cezaevi’ne girdi.
Sarkozy’nin Türkiye’de yaşayan milyonlarca insanın hayatına doğrudan etkisini pek az kişi hatırlıyor
Neşe’nin kapsayıcılık sorunu…
Muhafazakarları, mesela Numan Kurtulmuş’u Kürt meselesinde daha kapsayıcı ve açılımcı yapan nedir? 2009’da Kürtçe televizyonu neden muhafazakarlar açabildi? Sert bir güvenlikçi 10 yıldan sonra yolları nasıl yeniden çözüm sürecine çıkabiliyor? Neden bu kapsayıcılık bir Kürtçe tweetten bile rahatsızlık duyan laik- ulusalcı muhalif kesimlerde yok? Bu sorulardan kaçmanın kimseye bir faydası yok. Açık ki Kemalist Türkiye hayaline Türkiye’nin nüfusunun çok önemli bir kısmı giremiyor. İmamoğlu zorlasa bile o kapılar da açılmıyor, nöbetçiler kimseyi yaklaştırmıyor. Muhafazakar iktidar TRT Kürdi açmışken, TBMM hesabındaki birkaç Kürtçe cümleye takılan muhalifler bu yüzden bir alternatif olamıyorlar
Neyse ki Meclis zabıtları asla kaybolmuyor
Süreci eleştirenleri “Ortadan kaldırmak” la tehdit ettiği iddia edilen Pervin Buldan, Türkiye’de devlet tarafından resmen kabul edilmiş bir faili meçhul cinayetinin mağduruydu. Henüz çok genç bir kadınken eşi, lafın gelişi değil gerçekten de ortadan kaldırılmıştı. Susurluk Raporu ve Susurluk Komisyonu zabıtlarında bu net biçimde anlatılıyor. Kocaeli Çetesi lideri Hadi Özcan’ın o komisyon verdiği ifadede bugün Meclis’teki partilerden birinin lideri ile ilgili iddiaları da 28 yıldır zabıtlarda bekliyor
Öcalan o kanalları ilk kez izledi ve…
Ankara’daki kaynaklardan öğrendiğime göre, Buldan’ın medyayla ilgili sözlerinin arkaplanı şöyle: Öcalan bir süredir Sözcü TV ve TELE 1 tv de izlemeye başlamış. Televizyonunda diğer bazı iktidar yanlısı ve muhalif kanalları zaten izliyordu. Ama son izlediği iki kanalda çözüm sürecine karşı hararetli itirazları izlemiş ve bunun şaşkınlığını yaşamış.
Hatay’ı haritasına ilk kim koymuştu?
Bütün Suriye iç savaşı boyunca Esad’ı desteklemiş olanlar, hatta Esad devrilirken bile onla acil temas kurulması gerektiğini savunmuş olanların resmi Suriye haritasında Hatay’ın ne işi olduğunu sorguladığına şahit olmadık.
Ama geçen hafta bu kesimler birden bire Suriye haritasında Hatay’ı keşfettiler.
Üstelik de bir haritada bile değil, bir logoda…
Çözüm sürecinde tümseklere rağmen tekerlek dönüyor
Çözüm sürecinde iklim saati saatine değişiyor. Halep'te çıkan bir silahlı çatışmadan, Meclis’te atılan Apo sloganlarına, Strasbourg’da AİHM’e yapılan bir itirazdan, Şam’daki bir toplantıya kadar herşey sürecin akışını etkiliyor.
Sumud tecrübesi bize neler söylüyor?
2010’da Mavi Marmara için Başbakan Erdoğan “Giderken bana mı sordunuz” çıkışını yapmıştı. Bu söz eleştirildi ama tam da olması gereken buydu. Tıpkı bugün İspanyollar, İtalyanlar, Yunanlılar, İsveçliler giderken, Gazze’ye gemi kaldırırken kendi başbakanlarına sormadıkları gibi. Eğer bir ülkede sivil toplumun devletten izin almadan eylem yapması mümkünse, o eylemlerin sorumluluğu da devletlerine kalmaz. Yani Türkiye’nin limanlarından kalkıp Gazze’ye gitmeye çalışan bir geminin hesabı o zaman Ankara’ya sorulmaz. Ama maalesef Türkiye 2010’dan 2025’e buradan çok uzaklaştı. Sivil toplum, giderken Başbakan’a dahi sorulmayan ülkeden, giderlerse devletten bilirlere geriledi. O yüzden de tekneler 15 yıl sonra Türkiye’den kalkamadı.
Çözüm sürecinin bir yılı: Uzanan bir elden, resepsiyona…
Bir yıl önce Bahçeli’nin uzattığı el, bir yıl sonra bir resepsiyona dönüştü. Elimizde sürecin son durumuyla ilgili en somut istihbarat raporu, kulis bilgisi bu resepsiyon görüntüleri. Emin olun eğer süreçle ilgili Erdoğan’a istihbarat raporları olumsuz gelseydi, PKK silah bırakmamakta direniyor, SDG ipleri koparacak gibi bir bilgi olsaydı, Erdoğan hiçbir partiye göstermediği bu ilgiyi DEM’e göstermezdi.
Trump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne?
Normal ve adil bir dünyada bu soykırımın finali Tel Aviv’deki askeri ve siyasi hedeflerin bombalanması, BM Barış Gücü’nün Gazze’ye müdahalesi ve Netanyahu’nun divanda yargılanması olurdu.Ama böyle bir dünya yok. İsrail’i durdurabilecek tek ülke ABD. Ortaya çıkan İsrail’i durdurma seçeneği de bu plan olabildi. Esas soru şu; Peki bu anlaşmanın alternatifi ne? Anlaşmanın alternatifi şu anda olanların devam etmesi. Planın Filistinliler için en büyük kazancı; ABD ve Arap ve Müslüman ülkelerin 1948’den sonra ilk kez İsrail ile Filistinlilerin arasına girecek olması. Tampon olacaklar. Üçüncü göz olarak meseleye dahil olacaklar. İsrail’in zayıf Filistinlilerle başbaşa hali bitecek. Unutmayalım; 48 öncesi İngiliz kolonyalizmi Filistinliler için bugünden iyiydi.
Komisyon’da bir gün: Komisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı….
Çözüm Süreci’nde son durumu kabaca böyle özetleyebiliriz. Çarşamba günü uzun adı Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi olan komisyonun önemli bir toplantısını gün boyu Meclis’te izledim.Konuştuğum iktidar partilerinden milletvekilleri komisyonun uzayan dinleme seanslarını, Suriye’deki çözümün beklenmesiyle açıklıyorlar.
Millet can, Trump mal derdindeyken…
Trump belki Nobel Barış ödülünü alamaz ama Türkiye’deki çözüm sürecine istemeden büyük bir katkısı oluyor. Trump’la görüşmenin bu anlamda kazasız belasız bitmesi bile başarı sayılabilir. Erdoğan’dan bir kaç saat sonra Beyaz Saray’a gelen Pakistan Başbakanı gibi madenlerimizi vermeden, Güney Kore gibi ülkeyi ekonomik krize sokacak yatırım vaadleriyle zorbalanmadan biraz gaz alarak eve geri dönülüyor.
Şara, SDG’yi Türkiye ile tehdit etti mi?
Suriye Cumhurbaşkanı Şara’nın bir grup uzmanla görüşmesinde, “SDG, Aralık ayına kadar Suriye’ye entegrasyon konusunda ayak sürümeye devam ederse, bölgede Türkiye’nin askerî operasyonu gündeme gelebilir” dediği iddia edilmişti. Görüşmede bulunan Uluslararası Kriz Grubu kıdemli uzmanı Dareen Khalifa’ya Şara’nın böyle bir cümle kurup kurmadığını sordum: “Kesinlikle yıl bitmeden bir anlaşmaya varılamazsa Türkiye askeri operasyon yapacak demedi. Ama şunu ima etti: Türkiye’nin askeri harekatı tamamen olasılık dışı değil. Ama genel havası oldukça pozitifti.”
İsrail’in yükünü Kürtlerin sırtına yüklemek…
Diasporadaki maceracı Kürt milliyetçileri, soykırımla suçlanan İsrail ile bölgede Kürtlerin haklarının savunulabileceğini hatta bu fırsattan istifade Suriye’de bir devlet kurulabileceğini düşünüyor. Bölgenin en mağdur halkını, en çok katliama uğramış toplumunu katliamcılığı BM tarafından tescilli bir devletin ortağı yapmayı, ortalığı karıştırmak için kullanacağı bir sopaya çevirmeyi Kürtlerin çıkarlarını savunmak zannediyorlar.
AK Parti CHP’siz yapabilir mi?
Bugün tehlike arz eden bir CHP’ye en çok muhtaç olan AK Parti’dir. Zayıflamış, bölünmüş, örselenmiş, mağdur bir CHP en az AK Parti’nin işine yarar. Siyaset üretemeyen, kadro yetiştiremeyen, medyasıyla kamuoyu oluşturamayan yorgun bir iktidar elindeki en büyük siyasi malzemeyi de kendi eliyle yok ediyor. Tek parti rejimi zulmü hikayesi el değiştiriyor. AK Parti, CHP’ye yıllarca anlatılacak bir hikaye verirken kendi hikayesini ise kaybediyor.

