Yıldıray Oğur
Bir seçim uğruna Ya Rab…
Yasal bir yerel seçimde, mecliste grubu bulunan bir partinin, iki diğer legal partinin tümüyle yasal ittifakının meşru adayına destek vermesine “vahim sapma, rezil destek” deyip, silahlı illegal terör örgütün liderinin buna karşı çağrısına “istismara müdahale etmek, önüne geçmek” diyen kişi de aylardır herkese terörist diyen, herşeyi beka olarak gören milliyetçi partinin lideri. Machievelli’nin dün mezarında ters dönüp dönmediği bir kere daha kontrol edilmeli.
Adaylardan biri sıkılıp saatine baktığında…
Bu yazı yazılırken Ekrem İmamoğlu- Binali Yıldırım arasındaki televizyon tartışması sürüyordu. İlk izlenim, uzun bir süre sonra televizyonda karşı görüşten bir politikacıyla tartışmanın amatörlüğü ve...
Demokratik tövbeler bozuldu mu?
Karşıt fikirlileri, sizden farklı dini ya da siyasi görüşleri olanları; kendilerinden doğru sözün bile sakınılacağı “düşmanlar”, “kötü niyetli kimseler” olarak görünce de zaten ortada konuşmanın, birlikte yaşamanın, siyasetin ve demokrasinin asgari koşulları da kalmıyor.
Haydi televizyonda tartışalım çünkü çaldılar…
Sandıkta oylarınızı çalmış bir partinin adayıyla tvde ne tartışabilirsiniz? Çıkıp meydanlarda oylarınızın çalındığını bağırmanız gerekirken, oyları çaldığını iddia ettiğiniz adayla televizyonda su fiyatlarını konuşmak tuhaf olmayacak mı? Ayrıca eğer oylar sandıkta çalındığı için AK Parti seçimi kaybettiyse, neden hırsızlık olmazsa başarılı olan 31 Mart seçim stratejisi, söylemi bu kadar değiştiriliyor?
Bana arkadaşını söyle sana suçlu olup olmadığını söyleyeyim!
Devlet, kendisine laf atan 55 yaşındaki Trabzonlu vatandaşı arşiv düğmesine basıp, “karanlık ilişkilerin”i gazetelere deşifre ettirerek cezalandırmış oldu. Ama o irtibat ve iltisak arşivinin yarın kimin için açılacağının garantisi yok. Devlet, vatandaşları hakkında elinde tuttuğu ve çoğunluğu özel hayatla ilgili olan adli, istihbari, mali bilgiler, iletişim kayıtları, varsa fişlemelerden oluşan arşive istediği zaman, istediği kişinin adını yazıyor, düğmeye basıyor. Ve bingo.
Neneme Atina’nın Yunanistan’ın başkenti olduğunu söylemeyin…
Mesela nenem hayatta olsaydı ve ona Atina’nın aynı zamanda Yunanistan’ın başkentinin de adı olduğunu söyleseydiniz, bildiği küçük dünyasına ters bu bilgi karşısında epey şaşırır, üstüne ağzınızdan bir de Rum kelimesini kaçırırsanız muhtemelen sırtınızda bir ğarçi kırardı.
Son söz Yüksek Seçmen Kurulu’nun…
AK Parti bu karara itiraz edeceğini açıkladı ama sonuçta YSK seçim iptali için bulduğu tek gerekçeyi de muhtemelen aksi 23 Haziran’a kadar teknik olarak imkansız olduğu için kendi kendine iptal etmiş oldu. Daha şüpheciler kararı yeni bir seçim iptali için ön hazırlık olarak yorumluyorlar ama esas olan seçim iptali için zorlanmış hukukun, seçim sistemini kilitlemeye doğru giderken bir duvara çarpıp durması...
Bazen sadece gerçeği söylemek en büyük vatanseverliktir…
Diziyi izlerken insanların hayatlarına mal olan bu kötü propagandanın, gerçeğe karşı direncin, insanların konuşmasını engelleyen korkunun karşısında öfkeye ve şaşkınlığa kapılıyorsunuz. Ama sonra 2019 yılında Türkiye’de bile herkesin bildiği gerçeklerin nasıl korkudan yüksek sesle dillendirilemediğini, fısır fısır kenarda köşede konuşulanlarla resmi görüşler arasındaki büyük uçurumları, gerçekler cesaretle dillendirilmediğinde karşılaşılan yüksek maliyetleri hatırlayıp şaşkınlığınız geçiyor.
Komünist başkan nasıl neo-liberal başkan oldu?
Geçmişle hesaplaşma yerine geçmişi yüceltme, özür yerine övünme, özgürlük yerine güvenlik yükselişte. Aksi hep emperyalizm, liberalizm, bölücülük. Dersimliler, bir süre daha şehirlerinin 1000 yıllık adını, 1935 yılında Meclis komisyonunda aklına esip değiştiren İçişleri Bakanı’nın bulduğu adla yaşamaya devam edecekler.
İptal gerekçelerini kim çaldı?
Dolaşıma sokulan bu sayfalar “Adalet ve Kalkınma Partisi adına Genel Başkan Yardımcısı Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan YAVUZ tarafından Kurulumuz Başkanlığına verilen tarihli aynı içerikli dilekçelerde” diye başlayan gerekçeli kararın girişindeki ilk 12 sayfada yer verilen, AK Parti’nin YSK’ya iptal başvurusunda ileri sürdüğü iddialardı. Yani AK Partililer AK Parti’nin YSK’ya sunduğu iddiaları, YSK’nın tespiti diye tekrar bize sundular.
“Bunu hangi edebe, hangi adaba, hangi kaleme sığdırabilirsiniz?”
Bu ırkçı imalarla ilgili İmamoğlu, ondan beklenen “Rum değilim, Türküm, Müslümanım” açıklamasını ısrarla yapmayarak en doğrusunu yapıyor. Siyaseti yıllar önce Türkiye’nin artık aştığını zannettiğimiz bu seviyeye yeniden düşürenlere cevap vermeyerek hem ırkçılığa taviz vermiyor, hem de ülkenin Rum vatandaşlarını kıracak bir cümle kurmuyor.
Her şey neden çok güzel olmadı?
“Az kaldı, bitiyor. Ünlü biri değilim. Ama olur ya, benim için “içeride kafayı yedi” gibi şeyler dendiğini duyan varsa aranızda, bilsin ki ol hikâyat işte bundan ibarettir. Bu yazı bir şikâyetname değil. Allah mıdır adı, evren mi, Çalap mı, Tengri mi, Tanrı mı, God ya da Gott mu, Ulu Manitu mu, “Bir” mi, “Tek” mi, her ne ise işte, O’nun bana yaşattığı ve yaşatacağı hiçbir şeyden şikâyetim olamaz zaten. Ben bu yazıyı yazan ben’den memnunum ve bu ben’i bütün bu yaşadıklarıma borçlu olduğumun farkındayım. Son nefesle mezun olunan bir okuldayız hepimiz..."
Aynı vapurun yolcularıyız…
Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919’da ayrıldığı İstanbul’a bir daha 1927 yılında Cumhurbaşkanı olarak döndü. Samsun’a ise 1919’dan sonra ilk defa 1924’de eşi Latife Hanım’la gitti. Ardından 1930’da bir başka meseleyi çözmek üzere bu kez Ege Vapuru ile Samsun’a çıktı. Çözülmesi gereken mesele, Samsun’un 1930 yerel seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kazandığı iki ilden birisi olmasıydı. (Diğeri ilçe yapılan Silifke).
Hıncını dava zannetmek…
Türkiye’de de siyasi “dava”ların çoğunluğu gücü elde etmek, ötekine aman vermemek, geçmişin intikamını almak gibi dürtülerin hareket geçirdiği kültürel ve sosyal bir hınç duygusundan besleniyor. Böylesine ilkel, varoluşsal insani bir duygunun motor gücü olduğu kutsal “dava” lar uğruna ahlaki sınırları aşmak da kolaylaşıyor.
Demokrasinin buruk doğum günü kutlaması…
Maalesef Türkiye, demokrasinin 69. yaş gününe bu olgunluğun gösterilemediği 31 Mart İstanbul seçimlerinin gölgesinde giriyor. Muhtemelen bugün ortaya ikna edici bir delil bile koymaya gerek duymadan “Çünkü çaldılar” deyip gülüp eğlenenler de yıllar sonra İnönü’nün 46 seçimleri için yaptığına benzer özeleştiriler yapacaklar.
Oy hırsızlığı iddiaları nasıl “murdar” oldu?
Ne tuhaftır ki 16 Nisan referandumunda muhalefetin itiraz ettiği ama reddedilen imzasız, mühürsüz oy pusulası, zarf gerekçesiyle bu kez seçim iptal edilmiş. Halbuki 123 sandıktaki oylar yerinde duruyor, bu 40 bin oy sisteme girmiş durumda. Seçimi iptal yerine günlerce sayılan diğer oylar gibi bu 123 sandıktaki oylar da yeniden sayılabilir, şaibe şüphesi giderilebilirdi. Ama bunun yerine YSK, yorganı yakmayı seçti. Ama yorganın tamamını da değil.
İftarda milli iradeyi yemek…
Ortada neresinden tutsanız elinizde kalan, 69 yıllık YSK ve demokrasi tarihinin en keyfi, en hukuksuz kararı var. Ama 6 Mayıs 2019, sadece YSK’nın ve 69 yıllık demokrasi tecrübemizin üzerine düşen bir gölge değil aynı zamanda milli irade diskurunun da el değiştirdiği gün. Artık devletin başka sahipleri var. Askeri/sivil bürokrasi ve yargı bu yeni duruma göre izalanmış durumda. Sandık ise yıllar sonra elde edilmiş iktidarın kaybedilebileceği bir risk haline geldi.
Orada birileri bir şeyler yapacak mı?
Hukukun değil, devletin yanında durmak her zaman daha garantili bulundu. Şayet böyle bir yerleşik hukuk geleneği olsaydı, söylemedikleri sözlerden çıkarılan subliminal mesajlarla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için Anayasa Mahkemesi “hak ihlali yok” kararı verirken bir kere daha düşünürdü.
Ankara’nın adları bilinmeyen hakimleri…
Futbol kötü olunca, futbolcuların değil, hakemlerin konuşulması gibi, iyi bir demokraside de seçimi yapan hakimler değil, adil biçimde yaptıkları seçimlerden çıkan sonuçlar konuşulur. Çünkü seçim itirazlarına bakan hakimleri, diğer mahkemelerdeki hakimler gibi sadece kanunlar değil, 69 yıl boyunca verdikleri kararlar, içtihatlar ve oraya buraya çekilemeyecek matematik de bağlıyor.
Adaletten kötü muamele görmek…
Mahkeme “müştekinin olay yerinde bulunmayan polisleri dahi teşhis edişi ile sanık hakkında teşhisinin de sağlıklı olmadığına”, “kamera kayıtlarında teşhise elverişli veri tespit edilememesine” deyip, Türkiye’de hakimlerin mahkemelerde uzun süredir unuttuğu “şüpheden sanık yararlanır” ilkesine dayanarak davanın tek sanığı polis memuru O.Ş.’nin beraatına karar verdi.
Sabri Bey’in suçu…
2001 yılından bu yana, o günlerde adı “Fethullah Gülen cemaati” iken bile bu örgütle kavgaya tutuşmuş, halen iktidarda olan devlet büyüklerini uyarmaya çalışmış 66 yaşındaki emekli ve hasta bir emniyet müdürü, 2019 yılında FETÖ’ye yardım ve propagandan hapse girmiş oldu.
99 yıl sonra buraya mı gelecektik?
23 Nisanlar 1981’den beri Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanıyor. Bayramın 1921’de kabul edilen ilk adı Milli Hakimiyet Bayramı’ydı. Aslında açılışının birinci yıldönümü olan...
Evet, bir beka sorunumuz var
Dünyada milliyetçilerin çok birleştirici olduğu söylenemez. Ama milliyetçiliğini yaptığı toplumun yarısından nefretle ve düşman kuvvet gibi bahseden bir milliyetçiliğin, “Türkiye ittifakı” sözünden bile rahatsız olan bir Türk milliyetçiliğinin herhalde örneği azdır.
Mahkûm vatandaşın peşinde…
Prof. Üstel, malum bildiride imzası olduğu için yargılandığı İstanbul 32.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 1yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezası ertelenmedi ve istinaf mahkemesince de onandı. Bir imza dolayısıyla üniversiteden emekli olmak zorunda kalan ünlü profesör, bu bildiri yüzünden hapis cezası onanan ilk isim oldu.
Helal olanı murdar etmek…
Yavuz’un açıklamalarına bakılırsa, AK Parti’nin YSK’ya seçim iptali için sunduğu üç bavul delilin içinde, günlerdir iktidara yakın gazetelerin manşetlerinden düşmeyen, hem İstanbul’un atanmış mevcut belediye başkanı Mevlüt Uysal’ın hem de Belediye Başkanı adayı Binali Yıldırım’ın tvlerden saatlerce yayınlanan basın toplantılarında anlattıkları Büyükçekmece, seçmen kaydırma, usulsüz kayıtlarla ilgili iddialar yok.
Dersimiz yine demokrasi
12 yıl önce benzer hukuki zorlamalar, medya operasyonları ve tepelerinde askerin kılıcı sallanan Anayasa Mahkemesi kararıyla Cumhurbaşkanı seçilmesi engellenmeye çalışılmış 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül konuştu “Vaktiyle bize yapılan yanlışları, biz güçlü olunca başkalarına yapmamalıyız” diyerek demokrasi ve ahlak dersi verdi.
Yapmayın, tarih sizi affetmez!
Türkiye’de her şey unutulur ama seçimlere düşürülen gölge, milli iradeyi beğenmeme, hazımsızlık unutulmaz. Çünkü bu sadece siyasi değil, ahlaki bir mesele olarak hafızalara kazınır. O yüzden bugün hala 1946 seçimlerini konuşuyoruz. Yarın birileri de 2019 seçimlerini konuşurlar. 17 yılda hakkıyla 14 seçim kazanmış bir parti tarihe böyle geçmemeli.
Kemal Bey’in hakkı Kemal Bey’e…
Kemal bey belki mütevazi, tvlere ve meydanlara çıkınca kitleleri coşturamıyor. Gerektiğinde bugünlerde yaptığı gibi arkada durmayı içine sindiriyor. Kuantum vaat etmiyor ama kendi partisinden ve hatta tabanından daha ileride bir lider ve iyi bir stratejist olduğu açık.
O pankartı hatırlamak…
Geçersiz oyların yeniden sayımı farkı kapatmayınca, bütün oyların yeniden sayımını zorlayan, o da yetmeyince seçimin yenilenmesinin yolunun yapılmasıyla, İstanbul’un sanki muhalif partinin seçimde halkın yarısının oyunu almış adayına değil de, Bizans’a teslim edilecekmiş gibi verilen aşırı tepkilerle hatırlanacak.
Demokratik olgunluk sınavı…
Sandık görevlilerini FETÖ’cülükle, kendi müşahitlerini ihanetle suçlamak, “çöplüklerde oylar bulundu” gibi artık mizahi bahanelere sığınmak 17 yıl boyunca kazandığı her seçimden sonra benzer suçlamalar işitmiş bir partiye hiç yakışmadı.