Yıldıray Oğur

Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor, seviy…

Bugün ABD’de ve dünyada bu kadar geniş bir koalisyonun karşı çıktığı, sadece Trump ikna edilerek girilen bir askeri operasyonun ülkeye faydaları ve zararları üzerine özgür bir tartışma yapılabilmeli. Ortada operasyon için haklı sebepler olsa da dış politikadaki kararlar tartışmaya kapalı, herkesi hemfikir olması gereken milli kararlar değildir, politik tercihlerdir. Sonuçları da hepimizi etkiler.

Peki devlet hakkında vatandaşın aklında kalan şüphe?

İnsanlar işledikleri somut suçlardan değil, neredeyse selam vermenin bile içine girebileceği hukuki olmayan bir kavram olan iltisak kriteriyle yargılanıyor, ceza alıyor, işlerini kaybediyorlar. Bu belalı örgütle bir şekilde ya da tarihin bir döneminde iltisaklı olmuş, varlığı, gücü, referansı olmayan hiç kimseye devlet bir çıkış kapısı açmıyor, açmak da istemiyor.

“Tayyip” ten “Ekrem”e; bir ziyaretin hatırlattıkları…

İstanbul’un deprem hazırlıklarının sadece deprem sonrasına yönelik olmasına karşı kızgın. Bakanların yaptığı “Her şeyimiz hazır, dört dörtlük” benzeri açıklamalara da. “Deprem öncesine ilişkin yapılacak çok iş var” diyor. Maalesef anlattıklarından bu işlerin uzun süredir ihmal edildiğini, deprem sonrası ile ilgili simülasyonların vahim olduğunu öğreniyoruz.

Hiçbir şey olmadıysa bile kesinlikle bir özür dilemelisiniz!

Ülkenin en iyi yaptığı iş olan seçimi, yıllardır başarıyla yürüten bu insanlar, sandıktan bu kez istenilen sonuç çıkmadı diye olur olmadık ithamlara maruz kalıp, durup dururken şüpheli hale sokuldular, itibarlarıyla oynandı. Üstelik hizmet ettikleri devlet tarafından. Bu takipsizlik kararının açıklanmasından sonra aylarca onları suçlayanların çıkıp bir şey demesini bekliyor insan. Tabii bu normal insanlardaki mahcubiyet duygusuna dayanan bir beklenti.

İstanbul’un bir III. Napolyon ve Haussmann’a ihtiyacı var

Bugün İstanbul, milyonlarca insanın akşam yatağa deprem tedirginliğiyle gittiği bir şehir. Şehri terk edenler var, evini değiştirmeye çalışanlar, çocuğuyla birlikte uyumaya başlayanlar... Milyonlarca insanın hayatı, geleceği, siyasi önyargıları, eski defterleri bir tarafa bırakarak Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu arasında deprem için bu işbirliğinin kurulmasına bağlı.

İstanbul’un yıkıcı siyasi fay hatları

Nasıl 20 yıl önce olan biten unutulup Avcılar, yeniden nüfusu artan bir yerleşim yeri olarak devam ediyorsa, Zeytinburnu’nu taşıma projeleri rafa kaldırıldıysa, daha yeni seçim için imar affı çıkarıldıysa, bu bir kaç günlük deprem paniği de geçecek. Halbuki elde panik yapmak için her türlü haklı sebep var. Ama en çok panik yapmamız gereken, zaten olacağı belli olan deprem değil artık. Valiliğin resmi sayfasındaki tahminlerde en az 70 bin kişinin ölümünün beklendiği İstanbul depremi bağıra bağıra gelirken hala İstanbul’da depremin sahibi kim belli değil.

Atmosferdeki nefret salınımını artıran küçük kız…

Greta ve arkadaşları, BM yıllık toplantılarına katılmışken, 2011 tarihli bu sözleşmenin tarafı olan gelişmiş ve gelişmekte olan beş ülkeyi karbon emisyon oranlarını düşürmeyerek çocuk haklarını ihlal ettikleri gerekçesiyle BM’ye şikayet ettiler. Sözleşmeden doğan bir hakkı kullandılar. Tabii ki sembolik, yaptırımı olmayan bir şikayet bu. Ama 15 tane çocuğun, karbon emisyon oranları meselesiyle ilgili haklı ve sembolik bir eleştirisinden bile Türkiye düşmanlığı, uluslararası komplo alınganlığı çıkarmak herhalde eziklikten başka bir şey değil.

İspanya’dan Youtube’a yüklediği videolarla Mısır’ı ayaklandıran müteahhit…

2 Eylül’de cep telefonuyla çekip Youtube ve Facebook’tan yayınlandığı ilk videodan beri Mısır onu takip ediyor. Televizyonlar, gazetelerde ondan hiç bahsetmese de ilk videosunun izlenme sayısı 1.7 milyona ulaşmış. Çünkü elinde sigarası, bağrı açık beyaz ütülü gömleği, sokak ağzıyla konuştuğu Arapçası ve aktörlük yeteneğiyle anlattıkları Sisi’nin kirli çamaşırları, yolsuzlukları, lüks inşaat projeleri ve yaptırdığı saraylar... Üst düzey ordu görevlileri için lojmanlarının yanında onların istekleri doğrultusunda 120 milyon dolarlık lüks bir hotel inşaatı yapmış. Sisi ve eşine ilk olarak Savunma Bakanlığı’na getirildiğinde lüks bir ev yapmış. Hatta Sisi ve eşi, evin yakınlarındaki Rabia Meydanı’nda 2013 yazında askerlerin katliam yaptığı gün, dekorasyon için o evdelermiş.

‘Anayasayı açıklama, yoksa partiyi kapatırız’

Eğer bugün kimsenin mesele etmediği Cumhurbaşkanı’nın eşinin başörtüsüne takılıp, e-muhtıralardan 367 kararlarına kadar krizler çıkarılmasaydı, bugün yine kimsenin geri dönmesini savunmadığı başörtüsü yasağında ısrar edilmesiydi, hatta bu yüzden iktidar partisine kapatma davası açılmasaydı, iktidar da kendisini korumak için sertleşmeyebilir, FETÖ’nün davalarla tasfiye teklifine ikna olmayabilirdi.

Fırsatçılar için ‘fırsat’larla dolu bir dönem…

Yani Türkiye siyasetinde yeni, tuhaf ve hareketli bir siyasi dönem açılıyor. Ama sadece siyasetler değil, ahlaklar ve kişilikler de tartıya çıkacak. Yeni siyasetler yine manşetlerle, televizyonlarla çarpışa çarpışa ilerlemek zorunda kalacak. Karşılarında sadece iktidar partisini değil, onunla birlikte hareket, iktidara ortak olmaya çalışan odakları da bulacaklar.

Sopayla ahlaki üstünlük kurulabilir mi?

Gerçekten de şimdi terörist statüsünde olan bu çocukların geri gelmesi isteniyor mu? Devletin böyle bir eve dönüş hazırlığı var mı? Bunun için hukuki düzenlemeler yapılacak mı? Bu çocukların nerede olduğuyla ilgili devletin şu ana kadar bir tespiti oldu mu? Bu soruların üzerine düşünen olup olmadığından bile emin değilim.

Ankara’da çorak bir tarlaya bakarken…

Genel olarak bütün konuşma boyunca daha az ideolojik referansları olan bir dil kullanmaya çalıştı. Vatandaşlık, devlet, haklar ve özgürlükler konusunda klasik liberal tespitler yaptı, İslami referansları ve kelimeleri ölçülü kullanmaya çalıştı. Gerçekten toplumun farklı kesimlerini en baştan kaçırmayacak, ortak bir dil tutturma çabasını konuşmasında bile görmek mümkündü.

Adaletsizlik değil, seri adaletsizlik…

Eğer Kaftancıoğlu CHP İstanbul İl Başkanı olmasaydı, 31 Mart’ta CHP İstanbul belediyesini kazanmasaydı, sonra seçim iptal edilmeseydi, binlerce kez atılmış olan bu tweet de savcıların umurunda olmayacak, 23 Haziran’da CHP bir kere daha seçimi kazanmasa yıllar önce atılmış bu tweetlerden dokuz yıl hapis cezası da muhtemelen çıkmayacaktı.

Söz konusu olan teferruatlar üzerine…

Neyse ki Feyzioğlu bu cümleye “Atatürk’ün dediği gibi” diye başlamamış. Çünkü Atatürk’ün böyle bir sözü yok. Atatürk’ün konuşmalarının olduğu hiçbir kitapta böyle bir söz geçmiyor. Nutuk’ta geçmiyor. Hatıratlarda geçmiyor. 1930’dan itibaren Cumhuriyet gazetesi arşivi, 1950’den sonraki Milliyet gazetesi arşivinde kelime araması yapılabiliyor. Orada bu sözün bir benzerinin geçtiği en eski tarih 2006.

Bugün o konuşma yapılabilir miydi?

Türkiye'de her şey "hikmet-i hükümet" sayesinde birer bilmeceye dönüşmüştür. 2398 yıl önce Sokrates'in nasıl yargılandığını biliyoruz. Ama yüzyıl önceki Mithat Paşa davası hâlâ bir sır. Bir sayın Adalet Bakanı ayrılış konuşmasında "adalete karışmadığını" övünçle söyleyebiliyor, bunu erdem olarak sunabiliyor. Bu itiraftan anlıyorsunuz ki, yargının kapısı siyasal müdahalelere açık. Ama kimseden çıt çıkmıyor...

Sokağın ‘huzur’unu bozan bir yazarın ardından…

Başörtüsünün köylülükle, fakirlikle eşit görüldüğü zamanlardı. Köylerden şehirlere göçler yeni başlamıştı. Şehirlerde kapıcı eşleri, hizmetliler dışında başını örtene rastlamak zordu. Şehirli, genç bir tesettür modası da henüz oluşmamıştı.

Dede Korkut’tan hediye hikayeleri…

Cumhuriyetle birlikte de bu eski gelenek ölmedi, kamu kaynaklarını, arazilerini, ihaleleri yandaşlara dağıtmak, kamu parasını kendi parası gibi meydanlarda “ne veriyorlar beş fazlasını veriyorum” diye dağıtmak gibi modern versiyonları içinde yaşamaya devam etti. Hatta siyasetçilerin ve bürokratların plaket, hediye, çiçek verme/alma tutkusu, düğünlere, cenazelere çelenk gönderme adetlerinin kökeninde bile bu kadim iktidarını gösterme ve kabul ettirme geleneği bulunabilir.

Türkiye’de kanaat sahibi olmanın dayanılmaz hafifliği

Zaten bir sahte haber cehennemine dönmüş, gerçeğin sürekli eğilip büküldüğü, komplo teorilerinin analizin yerine geçtiği, hiç emek vermeden kanaat sahibi olmanın dayanılmaz hafifliğine kapılmış Türkiye’nin ihtiyacı olan son şey 27 saniyelik bir videodan üretilmiş yeni komplo teorilerinin arkasına saklanarak özeleştiriden kaçan bir muhalefet.

Beynimizin o lobu ne işe yarar?

Yıllarca “siyasetin alanının daralmasından”, “milli iradeye karşı vesayet odaklarından”, “atanmışların seçilmişlere üstünlüğünden” şikayet edenler, bugün “sandık her şey değildir” “seçildin diye her şey bitmiyor” tezlerinin arkasına saklanıp seçilmiş başkanların koltuklarının atanmış valilere verilmesine mazeret üretiyor. AK Parti iktidarının 17 yılda en az üç kez çözüm için PKK ile müzakere yaptığını unutup, “sorun diyalogla çözülür”, “HDP’ye baskı PKK’ya yarar” demek, emekli asker ağzıyla “liberallerin yanılgısı” diye yaftalanıyor.

Bunu bir yerlerden hatırlıyoruz ama…

Yeni seçilmiş, haklarında herhangi bir yargı kararı olmayan belediye başkanlarını, halkın kayyımlara hayır dediği bir seçimden sonra bir kere daha görevden almak, halka “bu işler artık siyasetle, demokrasiyle falan olmuyor” dedirtmekten başka bir işe yaramaz.

Bazıları devlet sever

İşin tuhafı, bugün AK Parti ile farklı düşündüğü için Haşim Kılıç, partinin 18’inci kuruluş yıldönümü videosunda böyle resmedilirken, 367’ye “evet”, başörtüsü yasağının kalkmasına “hayır” diyen, AK Parti’nin kapatılması için oy veren eski mahkeme üyesi Alifeyyaz Osman Paksüt Beştepe’deki resepsiyonlarda görünüyor.

Bir meydanın başına gelenler…

Aslında Beyazıt Meydanı, Türkiye gibi son 150 yıldır bir türlü belini doğrultamamış halde. 19’uncu yüzyılda artık eski görkemli günlerinden uzakta Ramazan eğlencelerinin, açık hava pazarlarının, hayvan pazarlarının kurulduğu meydanın dokusundaki ilk radikal değişiklik 1866 yılında 400 yıllık Eski Saray’ın duvarlarının yıkılıp yerine bugün İstanbul Üniversitesi’nin rektörlük binası olan Harbiye Nezareti ve giriş kapısının inşa edilmesi oluyor:

Rusyacılık vatanseverlik mi?

Rusya’nın NATO ittifakında bir gedik açmak için Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırmaya çalışması belki Dugin gibi Rus milliyetçilerinin hedefi olabilir. Ama herhalde öncelikle Türkiye’nin çıkarlarını savunduğunu iddia edenler için 70 yıla yaklaşmış bir ittifakı bu kadar kolay çöpe atmak, Rus tezlerini hararetle savunmak o kadar kolay olmamalı.

Süleymaniye’de bir bayram sabahı göçmenler…

Acaba Türkiye’nin ilk Pakistan büyükelçisi olan Yahya Kemal, dün sabah Süleymaniye Camii’nde olsaydı ne düşünürdü? Çünkü camiyi “Tâ Malazgird ovasından yürüyen Türkoğlu”larından çok Afgan, Pakistanlı ve Bangladeşli genç göçmenler doldurmuştu. Onlar da Alparslan’la aynı yollardan geçerek Horasan illerinden, Malazgirt ovalarından yürüyerek İstanbul’a ulaşmışlardı.

Ağızlarda kalan o ekşimiş tat…

CHP’ye yakın entelektüeller ve partinin şehirli, eğitimli çekirdek tabanı, geniş ve kalıcı ittifaklar kurmak için gerekli esnekliğe imkan vermeyen bir katılık içinde. Çünkü özellikle seküler orta sınıf daha geniş kitlelerle ittifak kurmaya ihtiyaç duyacak kadar gündelik hayatında bir sorun yaşamıyor. Ülkedeki hak ihlalleri, eksik demokrasi sorunları hala uzaklarda, tweet atılarak tepki gösterilebilecek mesafede olup bitiyor.

Milli bir spor dalı: Batı karşıtlığı

Bugün hamasete, kendi kendine propaganda kolaycılığına kaçmadan, okumamakta bile irfan bulmak gibi sufli popülizmlere kapılmadan, milli sporumuz Batı karşıtlığını sorunların üzerine bir şal gibi örtmeden bu cesur tespitleri Türkiye’de dillendirecek bir siyasetçi ve entelektüel hakkında neler söylenirdi?

Türkiye’yi aramızda paylaşabilir miyiz?

Hoşumuza gitmese de, ideallerimize ters düşse de, sadece dünyayı farklı anlamlandırma biçimleri, insanların farklı değer sistemleri olduğunu daha da önemlisi olabileceğini kabul etmekten, mutlak hakikati, ahlakı, erdemi temsil ettiğimiz, tarihin doğru tarafında durduğumuz iddiasından vazgeçmekten bahsediyoruz.

1071’inci imzacı Ali Kemal Bey olabilir mi?

Ama ahlaken en kötü olanı galiba 1071 akademisyenin bildirisi. Çünkü bu 1071 akademisyen, iki yıl önce bir bildiriye imza attıkları için üniversitelerden ihraç edilen, başka üniversitelerde de çalışmalarına izin verilmeyen, pasaportlarına el konulduğu için yurt dışına dahi çıkamayan, yokluğa mahkum edilmiş o 404 akademisyenin meslektaşları.

Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Neye niyet, neye kısmet!

Çarpık bir kuvvetler ayrılığı sistemi ortadan kaldırılmaya çalışılırken, mevcut kontrol ve denge mekanizmaları da tümüyle bozuldu.

Uzungöl’ün uzun hikâyesi

54 yıl önce “burası kalkınmaz, sele de çare bulunmaz” diye Van’a yerleştirilen Şerahlılar, artık bir turizm cenneti olan memleketleri Uzungöl’de geçen haftalarda Irak Kürdistan’ından gelmiş turistlere yapılanları izlerken ne düşündüler acaba?