Yıldıray Oğur
Kast, olası kast, bilinçli taksir, bilinçsiz taksir?
Okurken bile yorulduğumuz bu üç buçuk seneyi mahkeme salonunda izlemiş, yakınlarının son anlarını kendilerine tekrar tekrar yaşayan bütün ayrıntılara hakim olmuş, mahkeme heyetinin nasıl değiştirildiğine tanıklık etmiş 301 madencinin ailelerinin bu kararları duyunca neden medyadaki başlıklar gibi “Soma’ya ceza yağdığına” sevinmeyip isyan ettiği, Ankara’ya yürüdüğü ve HSK önünde açıklama yaptığı belki şimdi daha iyi anlaşılmıştır.
Devleti kurtarıp, evine dönen halkın hak ettiği…
11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın süper gücü ABD bile nerede hata yaptığını bulmak için araştırma komisyonu kurup, herkesi sorgulamış, raporlar yazıp istihbari, askeri, güvenlik teşkilatlarını yeniden dizayn etmişken, Türkiye’de muhasebe yapmak, kurumların hatalarını bulmak bir tarafa, sorulara cevap vermesi gereken yöneticiler Meclis’teki Darbe Komisyonu’na bile gelmediler.
Baştabya neresi, nasıl gidilir ‘artık’ biliyor musunuz?
Bundan sonra hep karşımıza çıkacaklar. Uğruna cesaretle ölüme yürüdükleri ülkemize, adalete, demokrasimize sahip çıkıp çıkmadığımızı kontrol edecekler. Bir kışlanın önünde cesedi bulunmuş 16 yaşındaki bir çocuk... Orada hepimiz için nöbet tutmaya devam edecek...
Meclis şimdi ne yapacak?
Mevcut kabinede Cumhurbaşkanı ve dört bakan dışındaki bakanlar bürokrasi ve iş dünyasından teknokratlar olduğu, siyasi kimlikleri de olmadığı için milletvekillerinin bakanlar üzerindeki ağırlıkları ve yaptırım güçleri azalacak. Yani orta ya da uzun vadede seçmenlerin Meclis’e gidip, milletvekilleri üzerinden bakanlıklarda ve bürokraside işlerini halletmesi devri de yavaş yavaş kapanacak.
Bodrum’un keşfinin tuhaf ve hüzünlü hikayesi…
Cevat Şakir’in at üstünde hem midesi ağzına gelmiş hem de at için üzülmüştür. Jandarmalara yürümek istediğini söylemiş, Milas’tan Bodrum’a kadar uzun bacaklarıyla yürümüştür. Bodrum’a yaklaştıklarında jandarmalar, “şehre at üstünde girmek lazım” diyerek zor bela tekrar onu ata bindirirler. Bodrum’a vardıklarında müjdeyi kaymakam verir: “Bodrum içinde serbestsiniz.”
Kanaat notuyla ihracınıza…
Ama herhalde gerekçesi en tuhaf olanı Mardin Artuklu’daki Türkiye İş Kurumu Müdürlüğü’nde Kontrol İşletmeni olarak çalışan Ü. E. A.’nınki. Onun ihraç gerekçesi; “Kurum Kanaati/Sosyal Medya.” Yani kurumuna sorulmuş ve sosyal medya hesaplarına bakılıp işten ihracına karar verilmiş.
Üniversiteden atılmış genç bir doçente veda ederken…
Türkiye insanlarını, değerlerini çok kolay harcıyor. Harcarken de gözünün yaşına bakmıyor. Çünkü muhakkak devrin şartlarına göre asla affedilmeyecek bir suç bulunuyor. “Devrik iktidarın mensubu bir milletvekilinin kardeşi” olmak bugün bize gaddarca bir suçlama gibi gelebilir, belki yarın bugün benzer muamelelere uğratılan, üniversitelerden atılan insanlara yönelik suçlamalar için de öyle düşünülecek. Ama iş işten geçmiş olacak. Kendi insan sermayesini kolayca harcayan bir ülkenin belini doğrultması da mümkün olmayacak.
“Bize neler oluyor?”
En seküler, modern, eğitimli BBC spikerinden, en dindar Kardinal’e, Karaman’daki velilerin gözdesi, dindar entelektüel öğretmenden, pedofili konusunda polisin danışmanlık aldığı bir eğitimciye kadar ortada kültürel, ahlaki kodlar, zenginlik, fakirlik, eğitim düzeyi, bilinçli olup olmamak gibi kriterlerle kategorize edilemeyecek bir cinsel sapkınlık/hastalık var.
Türkiye, sen de bizi seviyor musun?
Herkes yüzde 50 haklı yüzde 50 haksız çıktı. Ama aynı herkes yüzde yüz haklılık, yüzde yüz mağdurluk iddiasından da vazgeçmedi, vazgeçmiyor. Bunu fark ettiğimizde, kimsenin mağdur ve zalim olamayacağı, ilk fırtınada çökmeyecek, altında herkesin kendisi gibi olarak var olacağı sağlam bir çatı inşa edebileceğiz. Ya da sırayla zalimlik, sırayla mağdurluk kısır döngüsü içinde rövanş gününü bekleyeceğiz. Yine insanlar harcanacak, gelecekler kararacak, umutlar azalacak, üzerinde yaşayan insanların inanıp, enerjilerini vermediği ülke bir adım ileriye gidemeyecek.
MHP bölgedeki oylarını nasıl artırdı?
MHP’nin bölgede yükselen oylarının siyasi ve sosyal bir arka planı var. Diğer bölgelerde olduğu gibi bu bölgede de daha önce 1 Kasım gibi şartlarda AK Parti’ye kayan milliyetçi oylar, MHP’nin iktidarın bir parçası olmasının rahatlığıyla evine döndü. İktidar nimetlerinden faydalanmak isteyen aşiretlerin bir kısmı, AK Parti tarafı başka aşiretlerce doldurulduğu için MHP üzerinden iktidara ortak olmayı seçmiş görünüyor.
CHP: Yanlış teşhis kurbanı bir hasta adam…
Yüzde 30 bir CHP adayı için büyük başarı olabilir. Ama Türkiye’ye cumhurbaşkanı seçilmeye yetmiyor. Muharrem İnce’nin, Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir hatip, daha karizmatik bir siyasetçi olduğu açık. Ama CHP’nin ihtiyacı olan tek şey hitabet ve karizma değil, bundan çok içine hapsolduğu sınırları aşabilecek, başka kesimlerle samimi diyaloglar ve ittifaklar kurabilecek bir açık görüşlülük.
Mesajı önceden alabilmek için…
Sandık sonuçları ortaya çıktıktan ve Cumhurbaşkanı’nın “mesajı aldık, gereğini yapacağız” açıklamasından sonra bu şikayetlerin bir kısmı sosyal medyada ve bazı iktidara yakın gazetelerde yazılmaya başlandı. Peki sandıkların açılmasıyla ortaya çıkan bu şikayetler, seçimlerden önce, seçim kampanyası sırasında medyada kendine yer bulabilmiş miydi?
Gökten düşen kızıl elmalar…
Bu seçim HDP diye bir gerçek olduğunu, yok sayarak, hapse atarak bu gerçekle baş edilemeyeceğini de bir kere daha ortaya koymuş oldu. Türkiye’de 15 Temmuz darbesi, FETÖ tehdidi, PKK saldırıları, Suriye meselesi, dünyayla sorunlarla oluşan beka kaygısının bir siyasi ajitasyon değil, toplumsal bir kaygı olduğu da bu seçim sonuçlarından bize düşen derslerden biri. Toplum bütün bu travmalarla daha güvenlikçi, daha milliyetçi bir yerde durduğunu net olarak gösterdi.
Oy verirken hayırla yad edilecek bir hayat…
Yarın onların koltukları ve mücadele ettikleri demokrasi için de oy vereceğiz. Oylarımızı sandığa atarken, kimsenin akrabası, torpili olmadan, hep kendi mücadelesiyle, her seferinde yeniden ayağa kalkarak o Meclis’e girmiş, her seferinde hukuk devleti, düşünce özgürlüğü, eşitlik için mücadele etmiş, vekilliğin hakkını vermiş Nurettin Yılmaz’ı ve onun uğruna mücadele ettiği kazanımları da hatırlayalım...
Sadece haberler mi yalan?
Daha başlığından itibaren yalan söylemeye başlayan bir haber var karşımızda. Ortada AK Partililere yönelik bir saldırı olduğu doğru. Ama aynı zamanda bir çatışma olmuş olmalı ki iki taraftan bu dört kişi hayatını kaybetsin.Çatışmanın bir tarafı AK Parti milletvekilinin ailesi ve çevresi, diğer tarafı da HDP’li olduğu söylenen esnaf Esvet Şenyaşar ve ailesi. Her iki tarafın da birbirine ateş açtığını ve her iki tarafta da ölümler ve yaralanmalar olduğunu ancak ölenlerin ve yaralananların isimlerine dikkatle baktığımızda fark edebiliyoruz.
‘Köylü’ler yine mi haklı çıkacak?
Sonunda bütün kapıların üzerine kapandığı, çıkışların tutulduğu, vasatın ağlarını ördüğü kasabada, ille de kitabını basmak isteyen Sinan, babasında ayıpladığı işlere tevessül ediyor. Günün sonunda kendisi gibi içinde yaşadığı topluma teslim olmayı reddetmiş, kendi yolundan gitmek istemiş ama buna izin verilmemiş, yenilmiş ve dışlanmış babasına benziyor ve onun yanına dönüyor.
Yine mi ‘takiyye yapıyorlar’ yine mi ‘samimi değiller’
Yıllarca bu samimiyet testlerinden, takiyye ithamlarından çok bunalmış muhafazakar çevreler bugün Türkiye’nin başörtüsü diye bir meselesi olmadığını, herkesin istediği yerde başörtüsü takabileceğini söyleyen CHP’nin Cumhurbaşkanı adayına benzer bir muamele yapıyorlar. Onun beyanına güvenmiyor, yaşanan tecrübelerle fikirlerinin değişmiş olabileceğine bir şans vermiyor, gerçek niyetini gizlediğini, takiyye yaptığını iddia ediyor ve buna delil olarak da maziden eski kasetlerini çıkarıyor, hatta namazında bile samimiyetsizlik arıyorlar.
Telefonlarımızdan aplikasyonlar bir bir silinirken…
Taksicilerin doğrudan bir devlet başkanına uygulamayı yasaklama açıklaması yaptırabildiği ilk ülke ise Türkiye olabilir. Çünkü, hiçbir siyasetçi taksicileri memnun ederken, bu uygulamayı kullanan vatandaşları kızdırmak istemez. Özellikle de yasaklama kararı alınan ülkelerdeki taksicilik hizmeti kalitesiyle Türkiye’deki kıyas kabul etmezken. Uber araçlarının polis tarafından durdurulup hem şoföre hem de yolculara ceza kesilmesi de bize has bir durum olabilir.
Fillerin altında ezilen çimler…
Ortada somut ve herkes için geçerli bir kriter olmayınca bunun yüzde birini bile yapmamış insanlar kendilerini hapiste ya da işsiz bulurken, bunu yapanlar Cumhurbaşkanı adayları için imza verenlerin bile FETÖ’cülüğünün araştırılmasını isteyen müttefikler ya da Ankara birinci sırada adayı olarak karşınıza çıkabiliyor. O zaman da başka bir cumhurbaşkanı adayının arşivleri karıştırıp miting meydanlarında izleteceği bir ortam da ortaya çıkmış oluyor.
Meclis Cumhurbaşkanı’nın maaşını kesebilir mi?
Diyelim ki Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Cumhurbaşkanı’na muhalif partiler çoğunlukta ve önlerine Cumhurbaşkanı’nın bütçesi geldi. Bütçede Cumhurbaşkanı’nın harcamaları için olan kalemleri sıfıra indirdiler ve bu haliyle bütçeyi genel kurula gönderip onayladılar. Bu durumda Cumhurbaşkanı ne yapabilir? Muhtemelen kendi cebinden makam arabasına benzin koyarak (çünkü harcayabileceği bir bütçesi yoktur artık) Meclis’e gidip, muhalefetle uzlaşma aramaktan başka hiçbirşey.
Yerde ters dönmüş haldeki lokum kutusu…
Bir üniversite kampüsü içindeki bir eylemin nasıl uluslararası kamuoyuna hitap edebileceği ve böyle bir eylemle toplumda nasıl kargaşa yaratılabileceği de ortada kalmış. 21 öğrenciye yöneltilen somut suçlamalar ise “lokum dağıtılan masaya fiziki olarak saldırmaya yeltenen grubun içinde olmak, “ sloganlar eşlik etmek”, protesto amacıyla yapılan alkışlama eylemine katılmak”, “pankartın arkasında yürümek”.
Bir zamanlar “Tayyip” manşetleri atan bir medya vardı…
Bir zamanların bütün ana akım medyasının saldırılarına ve tek sesliliğine karşı, bir kaç gazete ve televizyondan sesini duyurmayı başarmış, güçlü olanın değil, haklı olanın sesinin gür çıktığını bizzat tecrübe etmiş insanların, bütün medyayı tek ses yaparak, alternatif sesleri bastırabileceklerini ve sonuçta bunun kendilerinin yararına olacağını zannetmeleri herhalde ancak bir hafıza kaybıyla mümkün.
‘Dış güç’lere gerek var mı?
Türkiye ekonomisinin bu başarı hikayesine güvenip gelenler arasında tasarruf yapmayı seven ama ülkelerindeki faizler düşük olduğu için yurtdışı piyasalarında tahvil satın alan Japon Ev Kadınları da vardı. Sadece 2012 yılında 3.7 milyar dolarlık Tl cinsinden Uridashi adlı tahvillerden satın almışlardı. Bu yüzden uzun yıllar Türkiye’deki ekonomi sayfalarını “TL’ye aşık Japon ev hanımları” haberleri süsledi. Ama geçen hafta sahur vakti dolarda yaşanan yükselişin arkasında “Gece yarısı dolar bu kadar nasıl yükselir” gibi sorularla dış güçleri bulanların aklına önce onlar gelmedi.
Seçim kampanyaları, listeler ne diyor, ne diyemiyor?
Huzur, kardeşlik, demokrasi, hukuk, adalet, eşitlik, ehliyet-liyakat gibi kavramlar, değerler; normal bir dönemde standart seçim konuşmalarında pek bir şey ifade etmeyen hoş ve boş sloganlardan ibaret kalacakken bugün Türkiye’de seçmenlerin duymaktan hoşlanacakları, acil ihtiyaçlar haline gelmiş durumdalar. Hatta bütün bu başlıklarda eleştirilen iktidar partisinin seçim manifestosunda bile bu ihtiyaçlara cevap verme isteği görüldü.
Halkın teveccühüne yön vermeye çalışma suçu…
Uzun uzun siyasi analiz ve övgülerden sonra hakim “siyasete yön vermek amacıyla siyasi parti kurarak çeşitli yasal prosedürler ile kayıt alınmak yerine kayıt altına alınmaktan kaçınarak sosyal medya aracılığıyla halkın teveccühüne yön vermeye çalışma “nın, “hayatın olağan akışı ile bağdaşır nitelikte olmadığı”nı söylemiş. Herhalde, kararda hayatın olağan akışına bağdaşır bulunmayan “sosyal medya aracılığıyla halkın teveccühüne yön vermeye çalışmak” suçunu seçimlerde destek verecekleri cumhurbaşkanı adayını açıklayan dini cemaat ve vakıflar da işlemiş oluyor.
“Biz onlara yapmasaydık, onlar bize yapacaktı”
Aslında bu oyuncu ve onun gibi düşünenler, bu gözaltıyla hayallerini kurdukları, insanların acımadan yargılandığı iktidarın nasıl bir şey olduğunu deneme boyu olarak bir kere daha tecrübe etmiş oldular. Bu göz altıdan memnun olanlar ise bir tweetin kendilerine hatırlattığı gelecekte olma ihtimalinden ürküttükleri disütopyanın bugün başkaları için zaten geçerli olduğunu acaba fark ettiler mi? Muhtemelen günün sonunda kimse bu deneyimden yargıyı sopa gibi kullanmanın, kanunları siyasi hıncına araç yapmanın ne kadar berbat bir iş olduğu hakkında yine bir ders çıkarmadı. Halbuki bu toplumun rövanşın bitmeyen bir döngü olduğunu anlaması için daha neyi tecrübe etmesi gerekecek?
‘Köy’ümüzden çıkmak..
Matematik basit; kazanmak için toplumun yarısını ikna etmek gerekiyor. Sosyolojik üstünlük, en az yüzde 60’ının doğal olarak içinde yer aldığı Cumhur İttifakı’ndan yana. Millet İttifakı’nın ise kazanmak için bu geleneksel kırılmaları aşması gerekiyor. Ama bu basit siyasi matematiği gören siyasetçilerin işi kolay değil. Çünkü ikna etmeleri gereken sadece yıllardır karşısında siyaset yaptıkları kesimler değil, yıllarca kimliklerini temsil ettikleri kendi tabanlarının da rızasını kazanmalılar.
Hapishaneden sandıkla çıkmak…
Hendekler sonrası siyaseten bölgede büyük yaralar almış bir parti, vekillerin ve başta Demirtaş’ın uzun süreli tutukluluğu nedeniyle yeniden toparlanmış gözüküyor. Sadece klasik HDP seçmenleri değil, muhafazakar Kürtler açısından da Demirtaş’ın durumu motive edici bir faktör haline geldi. Cumhur ve Millet ittifaklarına giremeyen HDP, sol ve PKK kimliğinden çok Kürt kimliğinde bir birleşmenin adresi oluyor. Ayrıca silahlı örgüte karşı, siyasi alanın zayıflatılması ve daraltılması günün sonunda silahlı örgütün işine yarayacak sonuçlar üretiyor. Halbuki devletin yapması gereken, meşru alanı siyaset yapmak isteyenlere açık tutmak olmalı.
O şarkı Tunus’ta söylenmeye devam ediyor
Tabii ki Türkiye ve AK Parti’den artık model olarak bahsedilmemesinin Batı dünyasıyla yaşanan sorunlar ve çatışmalarla ilgisi var. Ama mesele sadece bundan ibaret değil. AK Parti bütün dünyada Müslüman yada Muhafazakar demokrasinin biricik ve en başarılı tecrübesi olarak başta Nahda olmak üzere bütün İslami hareketlerin sigortası olmuş, önünü açmıştı. Tam da bu yüzden Türkiye’deki Müslüman demokrasi hikayesinin aldığı yaralar, gidilen yollardan geriye doğru adımlar, bundan sonra herhangi bir ülkede demokratik sistem içinde ortaya çıkacak İslamcı ya da Müslüman hareketler için de kötü referans olacaktır.
Aynı yoldan geçmişiz biz”den, “Ez oğlum”a…
Değişim, demokrasi, milli irade, özgürlük gibi pozitif kavramlar muhalefetin eline geçmiş görünürken, AK Parti ve MHP ittifakı sürekli beka kaygısından, iç ve dış saldırılardan, düşmanlardan, tehlikelerden bahsediyor, galiba bütün seçim kampanyası da böyle geçecek. Roller öyle bir değişti ki CHP’nin en ulusalcı, Kemalist kanadından, şahin, polemikçi diliyle meşhur ismi olan, 2010’da “Liboşlara kapak olsun” diye bir tweeti dolaşan Muharrem İnce, neredeyse kampanyasını liberal bir dil üzerine inşa etmiş görünüyor.