Yıldıray Oğur

Çankırılı, Oxford mezunu bir Trump

İngiliz muhafazakarları zeki, entelektüel, sempatik, uçarı halini severken, ana akım medya, liberaller ve solcular göçmen karşıtı, kolonyalist, İslamofobik, sürekli çam deviren bir Trump’ları olduğu için kahroluyor.

Buzdolabının kapısı aralanıyor mu?

2015’de çözüm sürecini bitiren Suriye olmuştu, kapısını aralayan yine Suriye olabilir. Türkiye çözüm süreciyle PKK’yı silahsızlanmaya ikna etmeye çalışırken, Suriye savaşıyla bölgede silahın değeri artmıştı. Bütün krizler de Suriye meselesi etrafında çıkmıştı.

Bu dünyada var olabilmek için…

Halbuki daha ülkendeki Kürtlerle, ülkene sığınmış kapı komşusu Suriyelilerle, yanı başındaki Irak Kürdistan’ıyla birlikte yaşamayı beceremeyip, 72 milletin hamiliğine soyunmak, üstün açıkken bile görülemeyecek bir hayal.

“Demokrasi öpücüğü”ne ne oldu?

O gece hiçbir siyasetçi tankın üzerine çıkmadı, parti liderleri sokaklarda halkla birlikte direnmediler. Ama herkes görevini yaptı. Buna rağmen darbenin haberinin yeni alındığı saatlerde, ortada henüz bir direniş yokken, havaalanına inmiş bir parti liderini kimsenin yapmadığı bir şey için suçlamak, delilsiz darbecilerle anlaşarak kaçtığını iddia etmek, hele de bunu 15 Temmuz’un yıldönümünde tekrarlamak “gerçeğe, hakka ve adalete uygun değil.”

Cihat’tan adalete bir 15 Temmuz hikayesi…

Muhammed Cihat, 16 Nisan günü öğle saatlerinde diğer darbeci askerlerle birlikte gözaltına alınıp, Başkent Spor Salonu’ndaki gözaltı merkezine götürülmüş, iki gün boyunca polislere sivil bir öğrenci olduğunu, darbecilere direnmek için Genelkurmay’a girdiğini, darbeciler tarafından gözaltına alındığını anlatmış ama o şartlarda kimseyi inandıramamıştı.

Neyi kaybettiğimizi hatırlamak…

Önce 17 yıllık AK Parti iktidarının büyük bir kısmında ekonominin patronu olanı Ali Babacan, ardından Merkez Bankası’nın başkanı Erdem Başçı, son olarak da bu ekonomi kurmay kadrosundan kalan son isim olan Mehmet Şimşek görevden alındılar. Bu tasfiyelerle ilgili ortada hala makul bir sebep yok. “Faiz lobisinin adamı” oldukları iddia edildi ama bugün Merkez Bankası’nın faizi, onların dönemindeki faizin iki katı. Enflasyon ve dolar da onların görev yaptığı yılların iki katı üstünde.

Paylaşılması dikkat çekecek bir yazı…

Ama anlaşılan raporu hazırlayanların kafasında o farklar artık kapanmış. İktidarı eleştirmek, kırmızı düşman kuvvetleri gibi takip edilmek, fişlenmek için yeterli sebep. O yüzden düşmanı teşhir ederken hiçbiri ahlaki, hukuki sınır tanımamışlar. Ama rapordaki insanı güldüren şu cümleler, mantık, zeka gibi filtrelerinin de kapandığını gösteriyor: “Son dönemde Karar gazetesinin haberlerini ve özellikle Mehmet Ocaktan’ın yazılarını beğenmiş ve paylaşmıştır. “Twitter’da Yıldıray Oğur’un tweetlerini sıkça paylaşması dikkat çekidir.”

Ümmet için de demokrasi…

Bugün de Türkiye, ancak bu demokrasi farkını ortaya koyarak İslam dünyasına ve ümmete yardım edebilir. Yoksa hamasetle, elinin uzanamadığı, gücünün yetmediği İslam dünyasının mağdurlarının arkasından gıyabi cenaze namazları kılarak değil.

Adaleti “bireysel” dağıtmak…

Başkan Zühtü Arslan karşı oy yazısında Altan’ın ağırlaştırılmış müebbet cezası almasına neden televizyon konuşmasındaki sözlerinin yanlış yorumlandığını tek tek anlatıp şöyle diyor: “suçladığı hükümete yönelik sözlerini bir bütün olarak ve bağlamında değerlendirdiğimizde, bunları “darbeye zemin hazırlamak” şeklinde nitelendirmek ve suç işlendiğine dair kuvvetli belirti olarak görmek mümkün değildir.”

Canan Kaftancıoğlu ile Şevki Yılmaz arasında nasıl bir benzerlik var?

Anlaşılıyor ki Türkiye’nin önünde açılan yeni dönemde mücadele laik-dindar gibi klasik kamplar arasında geçmeyecek. Esas kırılma her kesimdeki makul insanlarla eski, tanıdık, bildik kavgaların sürmesini isteyen şahinler arasında olacak.

Seçim bitti, şimdi işimize bakalım mı?

Bugün Türkiye’nin ekonomiden dış politikaya, yargıdan Kürt meselesine kadar önünde duran işlerin çoğu bu aklın yarattığı ya da kangrenleştirdiği problemlerden ibaret. Seçim iptali bu silsilenin son ve en tehlikeli halkasıydı. Bu yüzden de 23 Haziran İstanbul seçimi sonucu, üzerinde denetim ve kontrol mekanizmaları kalmamış iktidarın dikkatini bu en önemli meseleye çevirmek, bir muhasebeye zorlamak için belki de elde kalan son imkan.

Evet, bir şeyler oldu…

Ekrem İmamoğlu’nun kazanmasıyla sadece AK Parti siyaseti değil, klasik CHP siyaseti denen siyaset de kaybetti. Toplumun tamamıyla konuşamadan, insanların varoluşlarına, kimliklerine, yaşam tarzlarına düşmanlık ederek siyasette kazanmak mümkün değil.

Bir seçim uğruna Ya Rab…

Yasal bir yerel seçimde, mecliste grubu bulunan bir partinin, iki diğer legal partinin tümüyle yasal ittifakının meşru adayına destek vermesine “vahim sapma, rezil destek” deyip, silahlı illegal terör örgütün liderinin buna karşı çağrısına “istismara müdahale etmek, önüne geçmek” diyen kişi de aylardır herkese terörist diyen, herşeyi beka olarak gören milliyetçi partinin lideri. Machievelli’nin dün mezarında ters dönüp dönmediği bir kere daha kontrol edilmeli.

Adaylardan biri sıkılıp saatine baktığında…

 Bu yazı yazılırken Ekrem İmamoğlu- Binali Yıldırım arasındaki televizyon tartışması sürüyordu. İlk izlenim, uzun bir süre sonra televizyonda karşı görüşten bir politikacıyla tartışmanın amatörlüğü ve...

Demokratik tövbeler bozuldu mu?

Karşıt fikirlileri, sizden farklı dini ya da siyasi görüşleri olanları; kendilerinden doğru sözün bile sakınılacağı “düşmanlar”, “kötü niyetli kimseler” olarak görünce de zaten ortada konuşmanın, birlikte yaşamanın, siyasetin ve demokrasinin asgari koşulları da kalmıyor.

Haydi televizyonda tartışalım çünkü çaldılar…

Sandıkta oylarınızı çalmış bir partinin adayıyla tvde ne tartışabilirsiniz? Çıkıp meydanlarda oylarınızın çalındığını bağırmanız gerekirken, oyları çaldığını iddia ettiğiniz adayla televizyonda su fiyatlarını konuşmak tuhaf olmayacak mı? Ayrıca eğer oylar sandıkta çalındığı için AK Parti seçimi kaybettiyse, neden hırsızlık olmazsa başarılı olan 31 Mart seçim stratejisi, söylemi bu kadar değiştiriliyor?

Bana arkadaşını söyle sana suçlu olup olmadığını söyleyeyim!

Devlet, kendisine laf atan 55 yaşındaki Trabzonlu vatandaşı arşiv düğmesine basıp, “karanlık ilişkilerin”i gazetelere deşifre ettirerek cezalandırmış oldu. Ama o irtibat ve iltisak arşivinin yarın kimin için açılacağının garantisi yok. Devlet, vatandaşları hakkında elinde tuttuğu ve çoğunluğu özel hayatla ilgili olan adli, istihbari, mali bilgiler, iletişim kayıtları, varsa fişlemelerden oluşan arşive istediği zaman, istediği kişinin adını yazıyor, düğmeye basıyor. Ve bingo.

Neneme Atina’nın Yunanistan’ın başkenti olduğunu söylemeyin…

Mesela nenem hayatta olsaydı ve ona Atina’nın aynı zamanda Yunanistan’ın başkentinin de adı olduğunu söyleseydiniz, bildiği küçük dünyasına ters bu bilgi karşısında epey şaşırır, üstüne ağzınızdan bir de Rum kelimesini kaçırırsanız muhtemelen sırtınızda bir ğarçi kırardı.

Son söz Yüksek Seçmen Kurulu’nun…

AK Parti bu karara itiraz edeceğini açıkladı ama sonuçta YSK seçim iptali için bulduğu tek gerekçeyi de muhtemelen aksi 23 Haziran’a kadar teknik olarak imkansız olduğu için kendi kendine iptal etmiş oldu. Daha şüpheciler kararı yeni bir seçim iptali için ön hazırlık olarak yorumluyorlar ama esas olan seçim iptali için zorlanmış hukukun, seçim sistemini kilitlemeye doğru giderken bir duvara çarpıp durması...

Bazen sadece gerçeği söylemek en büyük vatanseverliktir…

Diziyi izlerken insanların hayatlarına mal olan bu kötü propagandanın, gerçeğe karşı direncin, insanların konuşmasını engelleyen korkunun karşısında öfkeye ve şaşkınlığa kapılıyorsunuz. Ama sonra 2019 yılında Türkiye’de bile herkesin bildiği gerçeklerin nasıl korkudan yüksek sesle dillendirilemediğini, fısır fısır kenarda köşede konuşulanlarla resmi görüşler arasındaki büyük uçurumları, gerçekler cesaretle dillendirilmediğinde karşılaşılan yüksek maliyetleri hatırlayıp şaşkınlığınız geçiyor.

Komünist başkan nasıl neo-liberal başkan oldu?

Geçmişle hesaplaşma yerine geçmişi yüceltme, özür yerine övünme, özgürlük yerine güvenlik yükselişte. Aksi hep emperyalizm, liberalizm, bölücülük. Dersimliler, bir süre daha şehirlerinin 1000 yıllık adını, 1935 yılında Meclis komisyonunda aklına esip değiştiren İçişleri Bakanı’nın bulduğu adla yaşamaya devam edecekler.

İptal gerekçelerini kim çaldı?

Dolaşıma sokulan bu sayfalar “Adalet ve Kalkınma Partisi adına Genel Başkan Yardımcısı Seçim İşleri Başkanı Ali İhsan YAVUZ tarafından Kurulumuz Başkanlığına verilen tarihli aynı içerikli dilekçelerde” diye başlayan gerekçeli kararın girişindeki ilk 12 sayfada yer verilen, AK Parti’nin YSK’ya iptal başvurusunda ileri sürdüğü iddialardı. Yani AK Partililer AK Parti’nin YSK’ya sunduğu iddiaları, YSK’nın tespiti diye tekrar bize sundular.

“Bunu hangi edebe, hangi adaba, hangi kaleme sığdırabilirsiniz?”

Bu ırkçı imalarla ilgili İmamoğlu, ondan beklenen “Rum değilim, Türküm, Müslümanım” açıklamasını ısrarla yapmayarak en doğrusunu yapıyor. Siyaseti yıllar önce Türkiye’nin artık aştığını zannettiğimiz bu seviyeye yeniden düşürenlere cevap vermeyerek hem ırkçılığa taviz vermiyor, hem de ülkenin Rum vatandaşlarını kıracak bir cümle kurmuyor.

Her şey neden çok güzel olmadı?

“Az kaldı, bitiyor. Ünlü biri değilim. Ama olur ya, benim için “içeride kafayı yedi” gibi şeyler dendiğini duyan varsa aranızda, bilsin ki ol hikâyat işte bundan ibarettir. Bu yazı bir şikâyetname değil. Allah mıdır adı, evren mi, Çalap mı, Tengri mi, Tanrı mı, God ya da Gott mu, Ulu Manitu mu, “Bir” mi, “Tek” mi, her ne ise işte, O’nun bana yaşattığı ve yaşatacağı hiçbir şeyden şikâyetim olamaz zaten. Ben bu yazıyı yazan ben’den memnunum ve bu ben’i bütün bu yaşadıklarıma borçlu olduğumun farkındayım. Son nefesle mezun olunan bir okuldayız hepimiz..."

Aynı vapurun yolcularıyız…

Mustafa Kemal Paşa, 16 Mayıs 1919’da ayrıldığı İstanbul’a bir daha 1927 yılında Cumhurbaşkanı olarak döndü. Samsun’a ise 1919’dan sonra ilk defa 1924’de eşi Latife Hanım’la gitti. Ardından 1930’da bir başka meseleyi çözmek üzere bu kez Ege Vapuru ile Samsun’a çıktı. Çözülmesi gereken mesele, Samsun’un 1930 yerel seçimlerinde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kazandığı iki ilden birisi olmasıydı. (Diğeri ilçe yapılan Silifke).

Hıncını dava zannetmek…

Türkiye’de de siyasi “dava”ların çoğunluğu gücü elde etmek, ötekine aman vermemek, geçmişin intikamını almak gibi dürtülerin hareket geçirdiği kültürel ve sosyal bir hınç duygusundan besleniyor. Böylesine ilkel, varoluşsal insani bir duygunun motor gücü olduğu kutsal “dava” lar uğruna ahlaki sınırları aşmak da kolaylaşıyor.

Demokrasinin buruk doğum günü kutlaması…

Maalesef Türkiye, demokrasinin 69. yaş gününe bu olgunluğun gösterilemediği 31 Mart İstanbul seçimlerinin gölgesinde giriyor. Muhtemelen bugün ortaya ikna edici bir delil bile koymaya gerek duymadan “Çünkü çaldılar” deyip gülüp eğlenenler de yıllar sonra İnönü’nün 46 seçimleri için yaptığına benzer özeleştiriler yapacaklar.

Oy hırsızlığı iddiaları nasıl “murdar” oldu?

Ne tuhaftır ki 16 Nisan referandumunda muhalefetin itiraz ettiği ama reddedilen imzasız, mühürsüz oy pusulası, zarf gerekçesiyle bu kez seçim iptal edilmiş. Halbuki 123 sandıktaki oylar yerinde duruyor, bu 40 bin oy sisteme girmiş durumda. Seçimi iptal yerine günlerce sayılan diğer oylar gibi bu 123 sandıktaki oylar da yeniden sayılabilir, şaibe şüphesi giderilebilirdi. Ama bunun yerine YSK, yorganı yakmayı seçti. Ama yorganın tamamını da değil.

İftarda milli iradeyi yemek…

Ortada neresinden tutsanız elinizde kalan, 69 yıllık YSK ve demokrasi tarihinin en keyfi, en hukuksuz kararı var. Ama 6 Mayıs 2019, sadece YSK’nın ve 69 yıllık demokrasi tecrübemizin üzerine düşen bir gölge değil aynı zamanda milli irade diskurunun da el değiştirdiği gün. Artık devletin başka sahipleri var. Askeri/sivil bürokrasi ve yargı bu yeni duruma göre izalanmış durumda. Sandık ise yıllar sonra elde edilmiş iktidarın kaybedilebileceği bir risk haline geldi.

Orada birileri bir şeyler yapacak mı?

Hukukun değil, devletin yanında durmak her zaman daha garantili bulundu. Şayet böyle bir yerleşik hukuk geleneği olsaydı, söylemedikleri sözlerden çıkarılan subliminal mesajlarla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak için Anayasa Mahkemesi “hak ihlali yok” kararı verirken bir kere daha düşünürdü.