Yıldıray Oğur

‘Oslo görüşmeleri’nden notlar…

9 yıldır Türkiye’deki bütün partilerden siyasetçiler, farklı fikirlerden gazeteciler ve akademisyenlerin katıldığı geziler ve toplantılar düzenliyor ve bu toplantılarda Türkiye’den katılımcılar başka ülkelerdeki çözüm süreci deneyimini doğrudan muhataplarından dinleme fırsatı yakalıyorlar. Tabii böyle bir çaba kaçınılmaz olarak yıllardır saldırıların, komplo teorilerinin de hedefi oluyor.

Herkes evine dönerken…

Yaşanan bütün değişimler, muhafazakar siyasetteki kırılmalar, farklı yaklaşımlar, sert tartışmaların Türkiye’deki laiklerin büyük yığınları için hiç bir şey ifade etmediği ortaya çıktı. Onlar için Erdoğan ve Gül hala eşleri başörtülü iki “dinci” siyasetçi, o yüzden de aralarında hiçbir fark yok. Bir grup ise aradaki farkın ve bunun siyaseten kendilerine faydasının farkında olsa da , dindar bir siyasetçinin bir ‘çare’ olmasını içine sindiremedi, bunu kendi dünyası için bir yenilgi olarak gördü ve bu yüzden şiddetle karşı çıktı.

Yine ‘tarihi seçim’ yine mi ‘şer ittifakı’?

 “Birleşti Panayot, Mıgırdıç, İzakSandığın başında kurdular tuzak.Yobazlar el açıp oldu duacıOsmanlı devleti gibi bu fırka.Metelik vermiyor mezhebe ırka.Kapabilmek için bir süslü hırka.Kol kola geziyor...

Hattımızda bir izleyicimiz var…

Bir popüler tv şovuna telefonla bağlanan bir izleyicinin ahlaken ve siyaseten eleştirmek, haksız ve abartılı bulmak mümkün ama ancak HDP’ye yakın bir Diyarbakırlı Beyaz Show izleyicisinin olan bitenle ilgili yorumu denecek içinde hiçbir terör örgütünün adı geçmeyen, şiddet çağrısı yapmayan, hukuken herhangi bir terör örgütünün propagandasına sokulamayacak sözlerinden hapis cezası çıkarıp, bir öğretmeni 8 aylık bebeğiyle hapse sokmanın karşısında bu siyasi ve ahlaki eleştirilerin hiçbir hükmü kalmıyor.

Erken seçimlerden geç kalmamış tavsiyeler

16 Nisan referandumunda neredeyse hiç afiş asmayan, kampanya yapmayan sessiz hayır bloğu sandıklarda Evet’le başabaş çıktı, hatta milyonluk mitinglerin yapıldığı büyükşehirlerde öne geçti.Yani Türkiye’nin seçim tarihi, yeni bir seçime giderken siyasetçiler için ibretlik derslerle dolu.24 Haziran seçimlerine iki ay kala da sonucu afişler, dev mitingler, gazete manşetleri değil bütün bu eski tecrübelerden ders çıkarılıp çıkarılmadığı belirleyecek...

Diyojen-Trikopis ittifakı seçimlere mi giriyor?

Herhalde ülkenin en az yarısının verdiği oylarla ‘Türk ve Türkiye düşmanlarını’ sevinebileceğini düşünen bir siyasetin milliyetçiliği, ülke sevgisi, ülkenin yarısını sevmek ve yarısının milliyetçiliğini yapmaktan ibaret kalır. Ayrıca kendi ülkesinde, kendi vatandaşlarıyla bile böyle problemli bir ilişkisi olan bir siyasetin, o ülkeyi büyütmesi, ileri taşıması da pek kolay olmaz. Ülkenin yarısıyla bir ülke büyük devlet yapılamaz.

Bana Suriye hakkında ne düşündüğünü söyle…

Türkiye’de muhaliflerin Suriye meselesinde ortaya koyduğu tavır, kalabalık muhafazakar kitleler gözünde onlarla ilgili güven sorunlarını artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Türkiye’de beka kaygısı gerekçe gösterilerek yapılan hukuki ve siyasi uygulamaları eleştirirken, Esad’ın beka kaygısıyla yaptıklarına anlayış gösterenlerin tutarsızlığı bir tarafa yazılıyor.

Türkiye’yi boğan o dalgaların sonu…

Türkiye, keseri sadece kendine yontma üzerine kurulu bu tutarsızlıklardan da, mahkemeleri siyasi hınç, yürek soğutma, had bildirme alanları olarak görmekten de vazgeçmiyor. Ama üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen değişmeyen tek bu değil.

Sandıktan çıkan Hünyadi Yanoş

Şimdilik, Orban’ın önünde Macarların tarihi rövanşını almak için Hünyadi Yanoş’un akıbeti dışında bir engel kalmamış gibi görünüyor. Bundan sonra meydanlarda nutuk olarak bolca alkış alan iddialı sözler, gerçeklerle ve ülkenin imkanlarıyla sınanacak.

Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haberden sonra olanlar…

Haber aylarca İstanbul Boğaz’ında bekletildikten sonra, romörklerle çekildiği Karadeniz’de bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılan, 103’ü çocuk 769 Romanyalı Yahudiyi taşıyan Struma gemisi faciası için Filistin’de yapılan bir anma ve protesto hakkındaydı. Protesto edilen geminin Filistin’e gelmesine izin vermeyen Filistin’deki İngiliz yönetimiydi. Haberin diğer parçasında yer verilen bir Yahudi örgütünün protesto telgrafında ise Hitler rejimi yerden yere vuruluyordu.

Bir hatırattan öğrendiklerimiz…

"İki uçaktan oluşan Rus görev kolunun sınırımıza yaklaştığını gören sistem, önce ikazlarını yapmış, ikazların bir işe yaramadığını gören arkadaşlar, Rus pilotları ikaz etmeye devam ederken uçakların rotalarının değişmediğini görünce, devriye uçaklarımızı bölgeye sevk edip diğer taraftan Hava Kuvvetleri Komutanı’nı aramışlardı. Komutanın odasında bulunan hava sahası ekranında karşılıklı durum teatisinden sonra,... birinci uçağın ihlaline müteakip, ikinci uçağında ihlal yapması üzerine, daha önce atış pozisyonuna geçirilen hava savunma nöbetlerimize telefonda an be an olayı takip eden komutan onayıyla ateş emri verilir. 17 saniyelik ihlal gerçekleştiren iki numara vurulur.”

Rahibi katille yargılamak…

23 yıldır ailesiyle Türkiye’de yaşayan bir rahibi, AK Parti iktidarının demokratikleşme adımlarıyla yasallaşan misyonerlik faaliyetleriyle ilgili komplo teorilerinden oluşan bir iddianameyle tutuklayıp, hükümetlerinin politikalarından sorumlu olmayan milyonlarca Hristiyan vatandaşın düşmanlığını çekmek, evanjeliklerin iktidarda olduğu ABD’yle mevcut meselelere bir de tutuklu evanjelik rahip eklemenin kimseye bir faydası olmadığı herhalde açık...

Bir fotoğraf karesinin hikayesi…

Sınırı kaçak olarak geçmeye çalışırken, İran’la tabii sınır olan Aras Nehri'nde boğulanlar yüzünden nehrin tabanı cesetlerle dolmuş durumda. Askeri bölge olduğu için avlanmanın yasak olduğu Aras Nehri’nin bu bölgesinde yaşayan, insan boyutuna ve kilosuna ulaşabilen yayın balıklarının bu cesetlerle beslenip normalden iri hale geldiği söyleniyor.

Bir gün gazetelerden okuruz…

Gazetecilik her zaman siyasi davaların, ekonomik faaliyetlerin bir aracıydı, her devir kendi medyasını ve gazetecilerini yarattı. Okurlar da medyadan gerçeklerden önce, ne kadar haklı olduklarını duymak istediler. O yüzden medyada uzun ömürlü kurumsal yapılar, uluslararası standartlarda gazetecilik ekolleri oluşamadı. Yanlışı ile doğrusuyla, bir toplumsal kesimi temsil eden, kar eden, kurumsal bir kimlik yaratmayı başarmış, 39 yıllık bir medya ailesinin de bu işi bırakması ilk önce bu köksüzlüğün devamı anlamına geliyor.

Demokrasiyi trollemek

Dünyada popülizm yükseliyor, demokrasiler inişe geçiyor. Ama işte popülist siyasetlerle böyle yöntemler kullanılarak üretiliyor. Sadece üretilmiyor, yine bu kanallar üzerinden yalan haberler, komplo teorileriyle toplumlar da bu anti-demokratik fikirlere ısındırılıyor. Yani sahiden ahlaksız troller var. Ve en çok da demokrasiyi, en hassas yeri olan halkın tercihlerinden vurarak, trollüyorlar.

Larda yüzen alsancak…

İstiklal Marşı’nı yazan isimlerin bile devletin hışmından paylarını aldığı bir ülkede toplumun üzerinde anlaştığı ortak değerlerin sayısının az olması çok şaşırtıcı değil. O değerlerden biri de söylenmesi zor olsa da, kelimeler tuhaf yerlerde bölünse de İstiklal Marşı. Sadece marşın sözleri ve melodisi değil, onun yazan ve besteleyen hatta orkestrasyonunu yapan insanların hikayesi de İstiklal Marşı’nın hikayesinin bir parçası artık.

Vatan ve millet için dolandırılmak…

27 Yaşında internette farm ville oynayan bir çocuk bu açığı iyi gördü. “Büyük şirketlerin elinde olan gıda ve hayvancılık tekelini kırmak için yerli ve milli Çiftlik Bank projesini” başlattı. İnsan okudukça sistemin tam olarak nasıl çalıştığını anlamıyor ama en az 77 bin kişi mevzuyu anlamakla kalmadı, buradan para kazanacağını da düşünüp yarım milyara yakın parayı bu 27 yaşındaki çocuğa emanet etti. Onları haberler, Maliye Bakanlığı’nın açıklamaları bile durduramadı.

Tarihsel bağlam değişince…

 28 Şubat 1997’de Refah Partisi’ni iktidardan düşürecek post-modern darbe sürecini başlatan ünlü MGK toplantısından sadece altı gün önce İstanbul’da Refah Partili Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonuyla...

Yerli, milli sarıklı bir ihtilalci

Daha önce müderrislik yaptığı Filibe’den tanıdığı, savaş yüzünden İstanbul’a gelmiş 1000’e yakın taraftarıyla Kuzguncuk’tan takalara binip, Çırağan Sarayı’nı bastılar. Nöbetçileri etkisiz hale getirip, Abdülhamit’in 73 günlük saltanatından sonra akıl sağılığı bozulunca yerine geçip, sarayında hapsettiği ağabeyi Sultan Murad’ın haremine kadar ulaştılar. Ali Suavi, tekrar tahta oturtmak istediği Sultan Murat’ı kolundan tutup “Sultan Murat çok yaşa” bağırtıları arasında dışarıya çıkarmaya çalışırken, kafasına sert bir sopayla vuruldu. Sopayı vuran Beşiktaş Zabıta Amiri, okuma yazma bilmediği için imzasını 7-8 rakamlarıyla atan 7-8 Hasan Hasan Paşa’ydı.

Bütün Batılılar ikiyüzlü ve kötü mü?

Türk, Boşnak asıllı göçmenlerin bakan olarak kabinede yer aldığı İsveç, bir partinin genel başkanının Türk asıllı olduğu Almanya, 13 yaşında Hollanda’ya göçmüş bir Faslıyı Roterdam gibi bir şehre belediye başkanı seçen Hollanda, Pakistanlı bir Müslümanı Londra’ya Belediye başkanı seçen İngiltere’nin mültecilerle ilgili tecrübelerinden hala öğrenecek çok şey var. Kilis’te ya da Antep’te günün birinde bir Suriyeli’nin belediye başkanı seçilip seçilemeyeceğini, İstanbul’un bir göçmen Hristiyan belediye başkanı olup olamayacağını düşünmekte fayda var. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Batı’da hem mültecilere dost olanlar, hem de mültecilere karşı olanlar var. Siyasetçiler arasında da halkta da.

Faydalı yalanlar, faydasız gerçekler

Halbuki gerçek ilk başta tatsız, kokusuz, acılı çoğunlukla faydasız gibi görünse de hep bizimle olacak ve ancak ondan bir fayda elde edebileceğiz. Türkiye’deki bütün kesimler kendilerini uyutan, yatıştıran bu faydalı yalan cennetlerinden gerçeğe doğru kafalarını uzatmaya cesaret etmedikçe de bu ülkede konuşmak, yazmak faydasız bir iş olmaya devam edecek.

300 koyunu alıp gitmek…

Projenin amaçlarından biri şehirden köye dönüşü sağlamak. O yüzden başvuruculardan şehirden köye göçme şartı aranıyor. Koyunların karşılığında devlet sadece köydeki araziyi ipotek olarak istiyor. Sosyal medyadaki ilgiye bakılırsa sadece bu işten anlayanların, eski köylülerin değil, bugüne kadar deyimin gerçek anlamıyla ‘üç koyun gütmemiş’ şehirli, eğitimli insanların da ilgisini çekmiş proje.

“Savunan adam”ı savunan adam…

28 Şubatçıları çok kızdıran eylemi organize eden Nilüfer Pehlivan ve arkadaşları, daha sonra DGM’lerin yerine kurulan Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşınan davadan delil yetersizliği ve zaman aşımı sebebiyle beraat etmişti. Ama bugün bu suçtan yargılanan bir öğrenci hakkında bu kararın çıkması kolay değil. Bugün artık, çok daha çeşitli bir medya olmasına rağmen, ertesi gün savunmasını tam sayfa yayınlayacak, onun haklılığını savunacak bir gazete bulabilmesi de...

Üç sayfada anlatılamayacak kadar…

Türk asıllı genç bir Alman gazeteciden gelen bu epey sert eleştirilerin benzerlerinin Türkiye’de doğmuş bir Alman gazeteci tarafından yapıldığını düşünmek bile epey zor. Ama benzer sert ve frensiz eleştirileri Türk asıllı bir Alman gazeteci olarak Türkiye’ye yönelik yaptığında sonucun ne olduğu biliniyor. Türkiye’de bir yıl iddianamesiz hapis yatmasının sebebi, nihayet bir yıl sonra tahliyesiyle birlikte çıkan iddianameyle ortaya çıktı.

Mahallenin törelerine ihanet edince…

Murat Belge, tabii ki aşiret konforunu reddeden, kendi yolundan yürüyen herkes gibi pek çok yanlışlar yaptı, normal bütün insanlar gibi yanıldı, yanılgılarında ısrar etti, öfkeleriyle demokrat pozisyonundan geriye düştüğü anlar oldu. Ama bütün bunlara rağmen en tuhaf olanı, şimdi onu Türkiye’deki dindarlarla ilişkiye geçtiği, onlarla iş yaptığı, partilerini, hareketlerini desteklediği için linç edenlere, kapı gösterenlere, dalga geçenlere, bazı dindar-muhafazakar yazar ve çevrelerinde de katılması.

“Adalet yerini buldu” diye diye…

Geçen hafta üç darbenin mağduru olmuş bir gazeteci, Anayasa Mahkemesi’nin bile fikir özgürlüğü dediği yazı ve sözlerden başka içinde delil olmayan, 12 Eylül’de hapis yatmış bir gazeteciye darbecilik suçu isnat etmek için 12 Eylül’den önce yazdığı bir yazının bile deliller klasörüne konduğu bir iddianameyle, sadece yanlış çıkan fikirleri ve yanlış bir pozisyonda ısrarı yüzünden darbecilik suçlamasıyla 74 yaşında müebbet cezası aldı. Daha önceki iki darbede karşı cephelerde olduğu, 2009 yılında Başbakan’ın elinden devletin Kültür Sanat Büyük Ödülü’nü almış Çetin Altan’ın iki oğlu Ahmet ve Mehmet Altan’la birlikte.

Zehirli ağacın meyveleri

Bir yıl önce büyük laflar, manşetler eşliğinde tutuklanan bir gazeteciyi, bir yıl sonra bir dış politika jesti olarak bırakmanın bir ülkeye bedelini pazarlık masasında alınan hiçbir şey kapatmaz. Dönem davalarında insanlara, zayıf delillerle bu kadar rahat müebbet cezaları vermek de 28 Şubat’taki brifingler gibi hep ibretle hatırlanır, yapanlarına itibar getirmez.

Ne halkların ne demokratik bir kongre

Bu arada Türkiye’deki demokratik standartları eleştiren pek çok isim de HDP’nin yeni eş başkanlarının atama yoluyla gelmesinde bir sorun görmedi. Başkanlık teklif edilmiş bazı isimlerin de bu ağır PKK vesayeti yüzünden görevi kabul etmediği söyleniyor. Bir eş başkanın Türk solundan atanmasına dikkat edilmesi, kongre konuşmalarında Afrin dışında, yapılan Türkiyelilik vurgusu ise HDP’nin, bir Kürt partisi değil, bir Türkiye partisi olarak yaşatılacağını gösteriyor.

Esad kazanınca siz de kazanmış sayılacak mısınız?

Üç milyon mülteci yüzünden de hükümetin popülaritesi en düşük politikası ve muhalefet burada mülteci karşıtlığından çekinmiyor, “Esad’la görüşülsün” diye ısrar ediyor ve böylece cepheden iktidar karşıtı bir pozisyonla siyaseten kazançlı çıkacağını düşünüyor. Ama bunu yaparken Türkiye’de gerçekten demokrasi, adalet, özgürlük istedikleri konusunda söylemleri tutarlılığını kaybediyor, ikna etmeleri gereken dindarlar arasında haklarındaki şüpheler büyüyor, tarihe de Franco muamelesi görecek bir diktatörü desteklemiş olarak geçiyorlar.

Unuttuğumuzu unutmanın hikayesi…

Kut Zaferi’ni kimse bize unutturmadı. Biz, Birinci Dünya Savaşı’nda büyük yenilgiler aldığımız Irak ve Suriye cephelerini tümden unutmayı seçtik. Cumhuriyet kadroları da hem bu felaketin sorumlusu hem de rakip olarak gördüğü İttihatçıları tarihten silmek istemişti.