Yıldıray Oğur

Doğu ve Batı arasında…

Türkiye’nin en büyük gücü de sesini hem Doğu’da hem Batı’da duyurabilme lüksü. Bunu sağlayan sadece jeostratejik avantajı da değil. Bu iki dünyanın dilini de konuşabilmesi, demokrasiyle İslam’ı birlikte yaşatma pratiğiydi de. Türkiye’nin sesinin bütün dünyada duyulmaya devam etmesinin yolu bu aralar Aliya’yı daha dikkatli dinlemekten geçiyor. Ama bu kez sahiden kulak vererek dinlemeliyiz...

Türkiye’de hukukun genel ilkelerine giriş

Gerçekten istiklal mücadelesi verilen günlerde, örneğin 13 Nisan 1921’de Yunan güçleri Ankara’ya yaklaşmışken, cephelerden kötü haberler gelirken, Meclis’te Hüseyin Avni Bey’in (Ulaş) verdiği Erzurum’da yayınlanan Alemdağ gazetesinin yazarlarından Mithat Bey’in bir yazısından dolayı tutuklanmasıyla ilgili gensoru görüşülmektedir. “Gensoru da ne oluyor, cepheler kan ağlıyor” diye yerinden sataşan Tunalı Hilmi Bey’e Hüseyin Avni Bey şöyle cevap vermiştir: “Cepheleri tutacak, kanundur, adalettir.”

Mutfakta biri mi var?

Türkiye’nin dış politikasını, rotasını hükümetler belirler, ama hükümetleri davalar, soruşturmalar, komplo teorileriyle bir anafora sokup, dış politikadaki kararları etkilemek, zorunlu kavgalara sokmak kimsenin menfaatine değildir._x000D_ _x000D_

Bir bilmecem var çocuklar

Sadece bu iki marka için değil, Türkiye’de aktör olmuş, bir konuda başarı göstermiş her nefis bunu tattı ve tadacak. Bu komploları kuranlar, üretenler, yayanlar bunu milli bir görev heyecanıyla yapsalar da aslında kendi toplumlarına hakaret ettiklerinin, cesaret kırdıklarının, ‘bizden adam çıkmaz’ ideolojisinin inanmış birer militanı olduklarının, böylece kendi ülkelerine karşı en büyük komployu yaptıklarının herhalde farkında değildirler._x000D_ _x000D_

‘İrtibat görevlisi’nin irtibatları…

Ya da sahiden ABD’nin darbeyle ilişkisi araştırılmak isteniyorsa, şu ana kadar çıkmış hiçbir iddianamede görülmeyen darbe soruşturması için ABD’ye bir ziyaret gerçekleşseydi. ABD’li muhataplardan, darbeden bir kaç gün önce New York’a uçan Adil Öksüz ve Kemal Batmaz’ın havaalanı çıkışından itibaren nereye gittiğini gösteren kamera kayıtları istenseydi örneğin.

‘Haşhaş’tan ‘haşhaşi’ye bir krizin hikayesi…

Polis, Jandarma, Gümrükler ve Toprak Mahsüleri Ofisi’yle birlikte çalışan DEA, INCLE (The International Narcotics Control and Law Enforcement) programı çerçevesinde Türk emniyetine 1986’dan 2004’e kadar teknik ekipman ve eğitim desteği vermiş, narkotik polisinin yıllarca kullandığı dinleme cihazları, kamera gibi teknik ekipmanlar DEA tarafından sağlanmış ve kurulmuştu.

“Büyükada casusları” deşifre oldu

Üç ay sonra ortaya çıkan bu iddianame, bu türden suçlamalar için, bu kadar insanı aylardır tutuklu tutmaya, Almanya’yla zaten var olan meseleleri büyütmeye, elini zayıflatmaya, dünyanın en büyük insan hakları örgütlerinden birini Türkiye aleyhine kampanya yaptırtmaya değer miydi?_x000D_ _x000D_

Üç tarz-ı siyaset

Onca adıma rağmen çözülemeyen Kürt meselesi yeniden güvenliğe teslim edildi. Suriye’deki aktörlük ve bölgesel iddia bir PKK devleti kurulmaması karşılığında bu aktörlüğe her bakımdan daha hazır olan İran ve Rusya’yla paylaşıldı. Uğruna dünyayla kavga edilen Gazze’de artık duvarlarda Sisi posterleri var. En güçlü müttefik Irak Kürdistan’ı dahi beka kaygısının radarına yakalanınca kırmızı kuvvet olarak işaretlendi. Hatta iktidar çevrelerinde tam olarak sadakat testlerinden geçmeyenler de bu tahliye ve tasfiyelerden nasibini aldılar. Ortadoğu’dan, reformlardan, açılımlardan, Türkiyelilikten, yeni anayasadan geri çekinilen en güvenli kale de Akçura’nın üçüncü tarz-ı siyaseti milliyetçilik oldu.

Bir algı operasyonu daha deşifre oldu

Bütün bu aşırı sağcıların tuhaf hikayeleri, sevmedikleri, anlamaya çalışıp da beyinlerini de yormak istemedikleri herkesi ajan, hain, Soros beslemesi gören bakışları, “Algı operasyonu deşifre oldu”, “Gizli plan ortaya çıktı” tarzı haberleri, bütün dünyayı açıklayan komplo teorileri ve doğruluğuna iman ettikleri fikirleri size bir yerlerden tanıdık gelmiş olabilir. Bütün dünyada yükselen “aşırı sağ” bizi teğet geçmiş olamaz değil mi?

Belki de papazdır

İzmir’de 23 yıldır küçük bir kiliseyle misyonerlik yapan bir Amerikalı papazla eşitlenmek herhalde en çok Türkiye’de darbe yapmaya çalışıp, 250 insanı öldürtüp, meclisi bombalamış bir kanlı örgütün lideri olan Fethullah Gülen’in hoşuna gitmiş olmalı.

O bayrağı neden salladılar?

Hem Bağdat rejimini, hem İran’ı hem de ümmet dayanışmasını göremedikleri Arapları sinir etmek isteyen, milliyetçiliği dindarlığından güçlü bir Kürt’ün, Kürdistan referandumuna tek destek açıklaması yapan İsrail’in bayrağını sallamasının arkasında komplo teorileri değil böyle uzun bir tarihsel arka plan ve psikoloji var.

Bölgede istikrar vardı da…

Aslında Irak’taki Kürtler Osmanlı’nın yıkılışından bu yana devletsiz, ortada kalmış bir halk olarak kaldılar. 100 yıllık bir istikrarsızlık ve kaos dönemiydi bu. Ayakta kalabilmek için Sovyetlerden Amerika’ya İran’dan Türkiye’ye hatta gerekirse İsrail’le, hatta bir dönem Saddam’la bile işbirliği yapmaktan da çekinmediler.

Onlar bunu çok iyi biliyor

Bu ülkede artık eskisi kadar güçlü sesle söylenemese de hala “eğer okursan adam olabiliyorsun.” Okullar da bu geçişkenliğin kaldıraçları. Daha eşit ve birbirine yakın olan ilk ve ortaokullardan sonra farkın açıldığı ilk yer de liseler. O yüzden yeni sistem ne olursa olsun torpilin, adam kayırmanın olmadığı, insanları doğdukları yerlere ve sosyal statülere hapsetmeyen, işçisin sen işçi kal demeyen, yukarı çıkan basamakların önünü kapamayan bir sistem olmalı._x000D_

Görünmez kralın sürekli uzayan burnu…

"Olay günü İzmir'e gittiğimizde saat 22.00 civarında Cumhurbaşkanının Marmaris'te iki ayrı yerde olabileceğine ilişkin bilgiyi Akıncı Üssünde görev yapan Hüseyin isimli soy ismini bilmediğim Yarbay rütbesindeki bir kişiden aldım. Bu kişi ile Çiğli üssünde bulunan askeri hat üzerinden görüşme yaptım. Saat 01.00- 01.30 civarında yine Çiğli üssünde bulunan askeri hat üzerinden Akıncı Üssüne bağlanarak aynı kişiden Cumhurbaşkanının Turban Otelinde olduğu bilgisini aldım. "

Görünürde suç unsuruna rastlanılmayan

Üçer kez ağırlaştırılmış müebbet cezası açıklanmaya çalışılırken kullanılan “konjonktürel ve tarihi perspektifle bakıldığında”, “şüpheli yazarların genel itibariyle de süreç içerisinde böyle bir duruş sergiledikleri”, “görünürde suç unsuruna rastlanılmayan yazılarında dahi” ve “gerek tek başına suç unsuru olduğu belirlenememekle” gibi belirsiz, hiçbir somut suça tekabül etmeyen ifadeler bu yazılardan müebbetlik delil çıkamadığını gösteriyor.

Bir ‘korktuğunun başına gelmesi’ hikâyesi

Altı boş bir Kürtçülük suçlamasıyla başlayan mağduriyetler, Kürt meselesini yeniden canlandırmıştı. Kürt orta sınıfının okumuş ve varlıklı bir kesimi politikleşmiş, 1959’da “Vatan menfaatlerinde Türkiye Kürtlerinin hassasiyeti, namus ve dindarlığı, sizinkiyle kıyas kabul etmez” diyen Kürtler demokrat çizgiden solculuğa doğru kaymıştı. Sınırlarmızın ötesinde bir Kürt devleti kurulacak korkusu, sınırlarımız içinde bir Kürt devleti isteyen insanların ortaya çıkmasına sebep olmuştu. 49’lar davası aslında bugün hala süren sorunların da kapısını açmıştı.

Güçlü ve büyük bir Türkiye için…

“Irak’ta Kürdistan kurulursa, buradaki Kürtlerin de canı çeker” diye özetlenebilecek bir korkunun, Türkiye gibi Kürt meselesinde çok yol almış bir ülkeye yakışmayacağı açık. Kendi vatandaşlarıyla bağlarını güçlendirmeyen bir ülke için o tehlike komşuda bir Kürt devleti olmasa da hep var çünkü.

İnsansız araçlar ve insanlı sorular…

Bugün PKK’nın 7. Kez değil, tamamen bitirilmesinin yolu da mücadeleyi en az hatayla yapmak, hatalar olduğunda da gelen insan hakları ihlali itirazlarına kimden geldiğine bakmadan kulak kabartmak, mutlaka ikna edici açıklamalar yapmak ve “güvenlik güçlerinin moralini bozmamak” tezine sığınmadan gerekiyorsa soruşturmalarla devletin sicilini temiz tutmaktan geçiyor.

İkinci sezonu şimdi kim yazacak?

Çevredekiler, merkeze doğru yürürken kurdukları koalisyonlarından bir süre sonra vazgeçtiler, devletin yeni sahibi olarak yeni bir merkez yaratmaya çalıştılar ama henüz buradan bir sonuç çıkmadı. Bu yüzden de çevredekilerin merkeze gelmesine rağmen siyasi fay hattını hâlâ çevre-merkez gerilimi oluşturuyor. Eski kavga sürüyor. Merkezdekilerin çevreye geri dönme korkusu ve bunun beslediği eski yaşananlara dönük bir sınıfsal hınç ve merkezi kaybetmişlerin rövanş isteği, gerçeği reddetmesi ve kaybetme endişesi. Hâlâ anlamaya çalışmak da işbirlikçilik, kendi cemaatine ihanet. Mahalle baskısı işte bu anlamda yaşıyor.

Dicle’den Naf Nehri’ne akan sular

Daha sonraki krizler, katliamlar ve göç dalgaları ise Arakanlı Müslümanların kurduğu silahlı örgütlerin (en son Ocak 2017 ve son olarak 25 Ağustos’da) Mynamar ordusu ve polisine yönelik saldırıları ve bu saldırıya karşı ordunun, Rakhine Budistlerinin milis güçleriyle birlikte köy yakarak verdiği sert cevaplardan sonra başladı. O yüzden olan biten hakkında Myanmar hükümeti kendini “terörizmle mücadele ediyoruz” diye savunuyor. Silahlı güçler arasında kalan bir halk. Göç edenlere gitmeyin savaşın diyen silahlı gruplar, onları ait olduklarını düşündükleri Bangladeş’e doğru kovalayan Mynamar ordusu ve vatanlarını savunduklarını söyleyen Budist Rakhine milisleri.

Dünyada bizden başka insanlar da olabilir mi?

Eğer gerçekten mazlumlara yardım etmek, arada da büyük bir ülke olmak istiyorsak , kendi sesimize aşık olmayı bırakıp, dünyadaki başka seslere kulak kabartmayı “kimse yok biz varız” diye herkese küsmek yerine, işbirliği imkanlarını aramayı ve bütün bunları da meydanlarda değil, diplomasiyle en sert cümlelerle değil, en akıllı hamlelerle yapmayı öğrenmeliyiz.

Bayram ziyaretleri için faydalı bir rehber

Bayram ziyaretlerinde uzun süredir görmediğiniz akrabalarınızla, komşularınızla bir araya geldiniz, geleceksiniz. Muhtemelen sohbetlerde "Nasılsın, iyi misin, kurbanı nerede kestiniz, niye zahmet ettiniz?" kısmı bir yerde bitecek, siyasi, toplumsal konular açılacak. Bir dost uyarısı; duyacaklarınıza hazırlıklı olmalısınız. Her ne kadar onlar bizim elleri öpülesi akrabalarımız, iyi günümüzde kötü günümüzde yanımızda olan güzel komşularımız da olsalar uzun süredir görüşmediğimiz için bazı konularda anlaşamayabiliriz.

Bu coğrafyanın dertleriyle biten bir ömür

Yezdi, üzerine The Anatomy of a Plot adlı bir kitap da yazdığı 1953’te ABD'nin İran'daki darbesini hiç unutmadı. Şah’ın BM ziyaretleri sırasında BM binasının önünde ABD'nin İran'ın iç işlerine müdahalesini kınayan gruba önderlik eden bu adamın bir gün BM binasına Dışişleri Bakanı olarak gireceğiniyse herhalde o günlerde kimse düşünmüyordu. 1967 yılında Texas’taki Baylor Üniversitesi’nde biokimya dalında doktorasını bitirdi ve en az Şah kadar düşman olduğu bir belayla mücadele etmek için labaratuara girdi; Kanser.

Hikayeleri tektipleştirmek

İddianameye göre Dişli, 16 Temmuz günü 15.30'dan sonra Çankaya'daki Başbakanlık binasında gözaltına alındı. Fakat nedense bütün Türkiye'nin inişini canlı olarak izlediği helikopterden Akar'ın arkasından çıkan Dişli'nin o gün Çankaya'da gözaltına alındığı gibi büyük bir haber 16 Temmuz günü hiçbir yerde duyulmadı.

Tarihi fotoğraftan adam çıkarmaca…

Darbe gecesi yaşananlar hakkında tek bir ifade hiç bir şey söylemeyebilir hatta yanıltıcı dahi olabilir. Çünkü o gece askerler içinde darbeye net karşı duranlar kadar kimin kazanacağını bekleyen yelkenciler de vardı. O yüzden bütün ifadeler bu isimler arasındaki dengeler, çekişmeler, o gece yapıp yapmadıklarını saklama değiştirme abartma çabalarıyla birlikte değerlendirilmeli. Ayrıca günün ihtiyaçlarına göre tarihi revize etmek hele de o tarihin üzerinden daha bir yıl henüz geçmişken pek de mümkün değil.

Karanlık bir gecenin sonunda…

Bu dört yazının sonunda o gece dokuz saat köprüde darbecilerin yaptıklarını görmüş biri olarak herkes için adalet dilemekten başka bir şey gelmiyor elden. Zaten kendilerine emanet edilmiş gencecik insanları gözü kara ateşe atabilen darbecilerden en büyük farkımız da adalet olmalı...

Yalova iskelesine yaklaşan bir tekne

15 Temmuz günü Yalova’daki kampın çok önemli bir misafiri vardı. Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Hava Harp Okulu Komutanı Fethi Alpay’la birlikte daha önceden planlanmış bir ziyaret kapsamında öğrencilerle bir araya gelmek ve kampta yaptırılan havuzun açılışı için sabah saatlerinde Yalova’ya geldi. Öğrencilere “disiplin” üzerine kısa bir konuşma yapan Ünal, öğleden sonra 16.00’da İstanbul’da Moda’da katılacağı Muharip hava Kuvvetleri Komutanı orgeneral Mehmet Şanver’in kızının düğünü için İstanbul’a geçti.

Köprünün karşı tarafındakiler

151 sanığın karşı karşıya kaldığı suçlamaların en ağırı o gece köprüde darbeye direnirken 32 sivil vatandaş ve iki polisin (Biri İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan’ın yakın koruması) şehit edilmesi ve 318 vatandaşın da yaralanması. Fakat iddianamede otopsi ve balistik raporları o en temel sorunun cevabını vermiyor: 34 insan, bu 152 askerden hangileri tarafından ve hangi silahlarla şehit edildi?

Havasına, suyuna, taşına ve marşına…

"...Çok kıymetli bir paşamızla görüştük, “Müşerref Hanım beste yapabiliyor musunuz?” dedi. “Evet ama amatörce” dedim. “‘Türkiyem’ adlı bir şarkı istiyoruz sizden dedi. ‘New York New York’ diye bir şarkı var ama Türkiye’nin bir şarkısı yok. Bunu yapabilir misiniz” diye rica etti. Ben çok milliyetçi bir çocuktum zaten. Çok duygulandım. “Paşam beste yapmak enteresan bir şeydir ama bu duyguyla bir haftada mı olur, on günde mi olur bilemem” dedim. “Bize bir haftada lazım” dedi. Çok motive olmuştum. Oradan ayrıldık, biz Ankara’dan Bolu’ya gelene kadar şarkı bitmişti.”

12 bin TL’yle Meclis kürsüsünden neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye, konuşmaktan korkmaktan vazgeçmemiş miydi? Hem de her şeyin açıkça konuşulması için varolan, yasama dokunulmazlığının bu yüzden sınırsız olduğu Meclis kürsüsünde? Dışarıda her yerde söylenip Meclis kürsüsünde söylenemeyecek ne olabilir? Peki Meclis kürsüsünde bile söylenemeyen fikirler nerelerde söylenmeye başlanır?