Yıldıray Oğur

Vatanseverlik yapmaya çalışırken…

Muhtemelen bütün bunları yaparken ülkeyi dış güçlere karşı koruduklarını, büyük bir vatanseverlik yaptığını düşünmüş olmalılar. Ama işini iyi yapmak yerine, girişilen bu vatan kurtarmacılık, dünya tarihinin en ciğeri beş para etmez devlet başkanlarından birine gün aşırı ülkemize laf söyleyecek malzeme vermek ve Türk lirasının değerini dolar karşısında düşürmek gibi Türkiye’ye ağır bir maliyete dönüştü.

Türk Lirasını ‘aslanlar gibi’ korumak için…

AK Parti iktidarının ekonomideki başarı öyküsünün mimarlarından, tüm dünyada itibar gören, Nobel’e aday gösterilen bir Merkez Bankası başkanını bugün devlet Paris’te Türkiye’nin OECD Daimi Temsilcisi olarak değerlendiriyor. Önceki görevleri düşünülürse bu kızak bir görev. Euro cinsinden maaş aldığı ve Türkiye’deki karmaşadan uzakta görev yaptığı için herhalde halinden de memnundur.

Casus filmine pek benzemiyor

Ama bu kadar ağır iddiaları, “yargının tasarrufu” diyerek kenara çekilmekle bile yetinmeyip, sorgusuz sualsiz savunanların, iddianamelerdeki bilgileri dahi çarpıtanların bir mantığı olmadığı açık. İdeolojik bagajlar, “söz konusu vatansa” havası bütün bu iddiaların sorgulanmasını engelliyor. Bu müzakerelerden bir sonuç alınınca ne diyeceğini dahi düşünmeyen bir militanlık bu.

Amerika’da deşifre olan kaos planları…

Dünyanın en güçlü medyaları, Hollywood bile, bir kaç akıl yürütme, bilgi kırıntısı, sebep sonuç ilişkisini, kesilip biçilmiş fotoğraflar, basit ev yapımı videolarla birleştiren bu teorilere karşı ikna edici olamıyor. Çünkü güçlü olanla zayıf olanlar arasındaki dengesizliği daha kolay açıklayan ve öfkeyi daha iyi ifade eden alternatif bir teorisi yok kimsenin.

Sarı saçlarından sen suçlusun!

Ahed hakkında İsrail’deki sağcılarla, Türkiye’de Filistin meselesine duyarlı bazı muhafazakarların benzer tepkiler vermesi, her ikisinin de tam tersi açılardan da olsa Ahed’e “proje” demesi ise tabii ki sadece bir tesadüf değil.Bu tesadüf bir komplo da değil. Sadece ortak bir zihin pratiğinin farklı tezahürleri.

Atılan taşlar ürkütülen kurbağalara değdi mi?

Diyelim ki zaten bu iddiaların pek inandırıcı olmadığı biliniyordu. Mesele hukuki bir mesele de değil. Amerikalı pastör, haksız biçimde ABD’de tutuklanıp, yargılanan Halkbank Yöneticisi Hakan Atilla’ya karşı koz, pazarlık ya da mütekabiliyet için tutuklanmış olsun. Bütün hukuki iddialardan ve tutarlılık sorgulamalarından vazgeçelim ve olaya sadece pragmatik bir diplomatik güç mücadelesi üzerinden bakalım.

İfade özgürlüğü yerine tutuklamada eşitlik…

Bir hafta önce ODTÜ’lülerin tutuklanmasını eleştiren gazeteler, Safiye İnci’nin tutuklanmasını coşkuyla karşılarken, bir hafta önce ODTÜlü öğrencilerin tutuklanmasını haklı bulanlar, Safiye İnci’nin provokatör, FETÖ’cü ya da aslında laik biri olduğunu ispatlamaya çalıştı. Halbuki, bu iki olay hukuki yollar içinde tazminat davaları olarak takip edilmesi gereken hakaret suçlarının, özel maddelerle ceza kanununda yer almaması, en azından bu suçlara hapis cezaları istenmemesi konusunda ortak bir kanaat oluşmasına vesile olabilirdi.

Türkiye’yi ne uçurur?

Toplumlar bir avuç iyi niyetli ve ehil insanın yüzü suyu hürmetine ayakta uzun süre duramaz. İyi niyetli ve ehil insanların hak ettikleri yerlere gelmelerini sağlayan o “ister bu olsun ister şu olsun”la geçiştirilen sistemlerdir. Bu yüzden “Demokrasi falan mühim değil, yeter ki ehil ve iyi insanlar yönetsin” arabayı ata koşturmaktan farksız.

“Danimarkalı Gelin” neden tutuklandı?

Böyle ağır bir motivasyonu olan grupta suçlar işlenmiş olabilir, bu grubun düşman bellediği kişilere karşı bazen istihbari ve bazen hukuki yöntemler kullandığı biliniyor, mağdurların ifadeleri dışında da deliller bularak kolluğun bu suçları soruşturması doğru. Ama bunu bir linçe çevirmeden, beyinleri yıkananlar, dini istismar gibi savcılığın konusu olmayan alanlara girmeden yapmak gerekir. Tabii “kedicik” denen kadınların da insan ve vatandaş olduğunu, onların da hukuki hakları olduğunu, onlardan birinin bir zamanların Danimarkalı Gelin’i olduğunu da hatırlayarak...

Kast, olası kast, bilinçli taksir, bilinçsiz taksir?

Okurken bile yorulduğumuz bu üç buçuk seneyi mahkeme salonunda izlemiş, yakınlarının son anlarını kendilerine tekrar tekrar yaşayan bütün ayrıntılara hakim olmuş, mahkeme heyetinin nasıl değiştirildiğine tanıklık etmiş 301 madencinin ailelerinin bu kararları duyunca neden medyadaki başlıklar gibi “Soma’ya ceza yağdığına” sevinmeyip isyan ettiği, Ankara’ya yürüdüğü ve HSK önünde açıklama yaptığı belki şimdi daha iyi anlaşılmıştır.

Devleti kurtarıp, evine dönen halkın hak ettiği…

11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın süper gücü ABD bile nerede hata yaptığını bulmak için araştırma komisyonu kurup, herkesi sorgulamış, raporlar yazıp istihbari, askeri, güvenlik teşkilatlarını yeniden dizayn etmişken, Türkiye’de muhasebe yapmak, kurumların hatalarını bulmak bir tarafa, sorulara cevap vermesi gereken yöneticiler Meclis’teki Darbe Komisyonu’na bile gelmediler.

Baştabya neresi, nasıl gidilir ‘artık’ biliyor musunuz?

Bundan sonra hep karşımıza çıkacaklar. Uğruna cesaretle ölüme yürüdükleri ülkemize, adalete, demokrasimize sahip çıkıp çıkmadığımızı kontrol edecekler. Bir kışlanın önünde cesedi bulunmuş 16 yaşındaki bir çocuk... Orada hepimiz için nöbet tutmaya devam edecek...

Meclis şimdi ne yapacak?

Mevcut kabinede Cumhurbaşkanı ve dört bakan dışındaki bakanlar bürokrasi ve iş dünyasından teknokratlar olduğu, siyasi kimlikleri de olmadığı için milletvekillerinin bakanlar üzerindeki ağırlıkları ve yaptırım güçleri azalacak. Yani orta ya da uzun vadede seçmenlerin Meclis’e gidip, milletvekilleri üzerinden bakanlıklarda ve bürokraside işlerini halletmesi devri de yavaş yavaş kapanacak.

Bodrum’un keşfinin tuhaf ve hüzünlü hikayesi…

Cevat Şakir’in at üstünde hem midesi ağzına gelmiş hem de at için üzülmüştür. Jandarmalara yürümek istediğini söylemiş, Milas’tan Bodrum’a kadar uzun bacaklarıyla yürümüştür. Bodrum’a yaklaştıklarında jandarmalar, “şehre at üstünde girmek lazım” diyerek zor bela tekrar onu ata bindirirler. Bodrum’a vardıklarında müjdeyi kaymakam verir: “Bodrum içinde serbestsiniz.”

Kanaat notuyla ihracınıza…

Ama herhalde gerekçesi en tuhaf olanı Mardin Artuklu’daki Türkiye İş Kurumu Müdürlüğü’nde Kontrol İşletmeni olarak çalışan Ü. E. A.’nınki. Onun ihraç gerekçesi; “Kurum Kanaati/Sosyal Medya.” Yani kurumuna sorulmuş ve sosyal medya hesaplarına bakılıp işten ihracına karar verilmiş.

Üniversiteden atılmış genç bir doçente veda ederken…

Türkiye insanlarını, değerlerini çok kolay harcıyor. Harcarken de gözünün yaşına bakmıyor. Çünkü muhakkak devrin şartlarına göre asla affedilmeyecek bir suç bulunuyor. “Devrik iktidarın mensubu bir milletvekilinin kardeşi” olmak bugün bize gaddarca bir suçlama gibi gelebilir, belki yarın bugün benzer muamelelere uğratılan, üniversitelerden atılan insanlara yönelik suçlamalar için de öyle düşünülecek. Ama iş işten geçmiş olacak. Kendi insan sermayesini kolayca harcayan bir ülkenin belini doğrultması da mümkün olmayacak.

“Bize neler oluyor?”

En seküler, modern, eğitimli BBC spikerinden, en dindar Kardinal’e, Karaman’daki velilerin gözdesi, dindar entelektüel öğretmenden, pedofili konusunda polisin danışmanlık aldığı bir eğitimciye kadar ortada kültürel, ahlaki kodlar, zenginlik, fakirlik, eğitim düzeyi, bilinçli olup olmamak gibi kriterlerle kategorize edilemeyecek bir cinsel sapkınlık/hastalık var.

Türkiye, sen de bizi seviyor musun?

Herkes yüzde 50 haklı yüzde 50 haksız çıktı. Ama aynı herkes yüzde yüz haklılık, yüzde yüz mağdurluk iddiasından da vazgeçmedi, vazgeçmiyor. Bunu fark ettiğimizde, kimsenin mağdur ve zalim olamayacağı, ilk fırtınada çökmeyecek, altında herkesin kendisi gibi olarak var olacağı sağlam bir çatı inşa edebileceğiz. Ya da sırayla zalimlik, sırayla mağdurluk kısır döngüsü içinde rövanş gününü bekleyeceğiz. Yine insanlar harcanacak, gelecekler kararacak, umutlar azalacak, üzerinde yaşayan insanların inanıp, enerjilerini vermediği ülke bir adım ileriye gidemeyecek.

MHP bölgedeki oylarını nasıl artırdı?

MHP’nin bölgede yükselen oylarının siyasi ve sosyal bir arka planı var. Diğer bölgelerde olduğu gibi bu bölgede de daha önce 1 Kasım gibi şartlarda AK Parti’ye kayan milliyetçi oylar, MHP’nin iktidarın bir parçası olmasının rahatlığıyla evine döndü. İktidar nimetlerinden faydalanmak isteyen aşiretlerin bir kısmı, AK Parti tarafı başka aşiretlerce doldurulduğu için MHP üzerinden iktidara ortak olmayı seçmiş görünüyor.

CHP: Yanlış teşhis kurbanı bir hasta adam…

Yüzde 30 bir CHP adayı için büyük başarı olabilir. Ama Türkiye’ye cumhurbaşkanı seçilmeye yetmiyor. Muharrem İnce’nin, Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir hatip, daha karizmatik bir siyasetçi olduğu açık. Ama CHP’nin ihtiyacı olan tek şey hitabet ve karizma değil, bundan çok içine hapsolduğu sınırları aşabilecek, başka kesimlerle samimi diyaloglar ve ittifaklar kurabilecek bir açık görüşlülük.

Mesajı önceden alabilmek için…

Sandık sonuçları ortaya çıktıktan ve Cumhurbaşkanı’nın “mesajı aldık, gereğini yapacağız” açıklamasından sonra bu şikayetlerin bir kısmı sosyal medyada ve bazı iktidara yakın gazetelerde yazılmaya başlandı. Peki sandıkların açılmasıyla ortaya çıkan bu şikayetler, seçimlerden önce, seçim kampanyası sırasında medyada kendine yer bulabilmiş miydi?

Gökten düşen kızıl elmalar…

Bu seçim HDP diye bir gerçek olduğunu, yok sayarak, hapse atarak bu gerçekle baş edilemeyeceğini de bir kere daha ortaya koymuş oldu. Türkiye’de 15 Temmuz darbesi, FETÖ tehdidi, PKK saldırıları, Suriye meselesi, dünyayla sorunlarla oluşan beka kaygısının bir siyasi ajitasyon değil, toplumsal bir kaygı olduğu da bu seçim sonuçlarından bize düşen derslerden biri. Toplum bütün bu travmalarla daha güvenlikçi, daha milliyetçi bir yerde durduğunu net olarak gösterdi.

Oy verirken hayırla yad edilecek bir hayat…

Yarın onların koltukları ve mücadele ettikleri demokrasi için de oy vereceğiz. Oylarımızı sandığa atarken, kimsenin akrabası, torpili olmadan, hep kendi mücadelesiyle, her seferinde yeniden ayağa kalkarak o Meclis’e girmiş, her seferinde hukuk devleti, düşünce özgürlüğü, eşitlik için mücadele etmiş, vekilliğin hakkını vermiş Nurettin Yılmaz’ı ve onun uğruna mücadele ettiği kazanımları da hatırlayalım...

Sadece haberler mi yalan?

Daha başlığından itibaren yalan söylemeye başlayan bir haber var karşımızda. Ortada AK Partililere yönelik bir saldırı olduğu doğru. Ama aynı zamanda bir çatışma olmuş olmalı ki iki taraftan bu dört kişi hayatını kaybetsin.Çatışmanın bir tarafı AK Parti milletvekilinin ailesi ve çevresi, diğer tarafı da HDP’li olduğu söylenen esnaf Esvet Şenyaşar ve ailesi. Her iki tarafın da birbirine ateş açtığını ve her iki tarafta da ölümler ve yaralanmalar olduğunu ancak ölenlerin ve yaralananların isimlerine dikkatle baktığımızda fark edebiliyoruz.

‘Köylü’ler yine mi haklı çıkacak?

Sonunda bütün kapıların üzerine kapandığı, çıkışların tutulduğu, vasatın ağlarını ördüğü kasabada, ille de kitabını basmak isteyen Sinan, babasında ayıpladığı işlere tevessül ediyor. Günün sonunda kendisi gibi içinde yaşadığı topluma teslim olmayı reddetmiş, kendi yolundan gitmek istemiş ama buna izin verilmemiş, yenilmiş ve dışlanmış babasına benziyor ve onun yanına dönüyor.

Yine mi ‘takiyye yapıyorlar’ yine mi ‘samimi değiller’

Yıllarca bu samimiyet testlerinden, takiyye ithamlarından çok bunalmış muhafazakar çevreler bugün Türkiye’nin başörtüsü diye bir meselesi olmadığını, herkesin istediği yerde başörtüsü takabileceğini söyleyen CHP’nin Cumhurbaşkanı adayına benzer bir muamele yapıyorlar. Onun beyanına güvenmiyor, yaşanan tecrübelerle fikirlerinin değişmiş olabileceğine bir şans vermiyor, gerçek niyetini gizlediğini, takiyye yaptığını iddia ediyor ve buna delil olarak da maziden eski kasetlerini çıkarıyor, hatta namazında bile samimiyetsizlik arıyorlar.

Telefonlarımızdan aplikasyonlar bir bir silinirken…

Taksicilerin doğrudan bir devlet başkanına uygulamayı yasaklama açıklaması yaptırabildiği ilk ülke ise Türkiye olabilir. Çünkü, hiçbir siyasetçi taksicileri memnun ederken, bu uygulamayı kullanan vatandaşları kızdırmak istemez. Özellikle de yasaklama kararı alınan ülkelerdeki taksicilik hizmeti kalitesiyle Türkiye’deki kıyas kabul etmezken. Uber araçlarının polis tarafından durdurulup hem şoföre hem de yolculara ceza kesilmesi de bize has bir durum olabilir.

Fillerin altında ezilen çimler…

Ortada somut ve herkes için geçerli bir kriter olmayınca bunun yüzde birini bile yapmamış insanlar kendilerini hapiste ya da işsiz bulurken, bunu yapanlar Cumhurbaşkanı adayları için imza verenlerin bile FETÖ’cülüğünün araştırılmasını isteyen müttefikler ya da Ankara birinci sırada adayı olarak karşınıza çıkabiliyor. O zaman da başka bir cumhurbaşkanı adayının arşivleri karıştırıp miting meydanlarında izleteceği bir ortam da ortaya çıkmış oluyor.

Meclis Cumhurbaşkanı’nın maaşını kesebilir mi?

Diyelim ki Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Cumhurbaşkanı’na muhalif partiler çoğunlukta ve önlerine Cumhurbaşkanı’nın bütçesi geldi. Bütçede Cumhurbaşkanı’nın harcamaları için olan kalemleri sıfıra indirdiler ve bu haliyle bütçeyi genel kurula gönderip onayladılar. Bu durumda Cumhurbaşkanı ne yapabilir? Muhtemelen kendi cebinden makam arabasına benzin koyarak (çünkü harcayabileceği bir bütçesi yoktur artık) Meclis’e gidip, muhalefetle uzlaşma aramaktan başka hiçbirşey.

Yerde ters dönmüş haldeki lokum kutusu…

Bir üniversite kampüsü içindeki bir eylemin nasıl uluslararası kamuoyuna hitap edebileceği ve böyle bir eylemle toplumda nasıl kargaşa yaratılabileceği de ortada kalmış. 21 öğrenciye yöneltilen somut suçlamalar ise “lokum dağıtılan masaya fiziki olarak saldırmaya yeltenen grubun içinde olmak, “ sloganlar eşlik etmek”, protesto amacıyla yapılan alkışlama eylemine katılmak”, “pankartın arkasında yürümek”.