Yıldıray Oğur

Facebook postu olabilecek iddialarla tutuklanmak…

Bir yıldır yazılamayan Osman Kavala iddianamesine malzeme bulmak için arşivlerdeki dosyaları karıştırıp, tek başına Gezi’yi organize etmiş denemeyeceği için Kavala’ya uygun bir örgüt bulmak için yapılmış gibi duran bu soruşturma, isterse her türlü sivil toplum faaliyetini, muhalif konuşmayı suç haline getirebilecek bir hukuk anlayışının ne kadar hakim hale geldiğini de göstermiş oldu.

Bu ülkeyi utandırıyorsunuz!

Savcılığın basına gönderdiği bilgi notunda “Boğaziçi Üniversitesi Matematik Öğretmeni” diye geçen Prof. Dr. Betül Tanbay, tabii ki ünlü bir matematik profesörü. Ünü sadece Türkiye’yle de sınırlı değil. Tanbay, Avrupa Matematik Birliği başkan yardımcısı. Aktif bir sivil toplumcu olan Tanbay eğer Gezi ayaklanmasıyla hükümeti devirmeye çalıştıysa olaylar sırasında Başbakan Erdoğan’ın neden onun da içinde olduğu heyetle saatler süren görüşmeler yaptığı, bu görüşmelerden parkla ilgili referandum kararının nasıl çıktığını da savcıların ileriki aşamalarda açıklaması gerekecek.

Bunlar çok tuhaf şeyler doğrusu…

16 yıl boyunca en zor zamanlarda yazabildiği, yıllarca biri tam sayfa olmak üzere haftanın her günü yazılarının çıktığı gazetesinden bir insan kaynakları telefonuyla ayrılmak zorunda kaldı. Sonra onun “çok tuhaf şeyler doğrusu” eleştirisini hak eden çok tuhaf şeyler olmaya başladı. Ama o tuhaf şeylerin en kötüsü ahlaki üstünlüğü ve haklılığı kaybetmek oldu. Bir zamanlar Kürşat Bumin’in merkez medyayı eleştirdiği ne varsa bugün muhafazakar medya tarafından her gün yapılıyor. Bugün bir gazetede Medyakronik sayfası açılsa eleştirilecek malzemeden diğer haberlere yer kalmaz.

Ana muhalefet lideri Atatürk

Fikri tartışmaların her an karakolda, savcı karşısında bittiği, medyada çok sesliliğinin azaldığı, sivil toplumun kriminalize olduğu, sokaklarda basın açıklaması yapmanın bile bir valinin iki dudağının arasına baktığı bir ortamda, 29 Ekimler ve 10 Kasımlar meşru ve risksiz bir muhalif boy gösterme fırsatına dönüşüyor. Atatürk, sığınılacak güvenli ve risksiz bir liman haline geliyor.

İlle de bir şeye “batıl” denilecekse…

İnsanların bütün ömürlerini verdiği, geçim kapıları olan mesleklerini, bir idarecinin hükmü, bir ihbar ya da attığı bir imza veya suç olmayan bir mensubiyet karinesiyle özel sektörde bile elinden alan, bir kere KHK’yla ihraç edilmek yetmezmiş gibi, ömür boyu hem kendilerini hem de ailelerini cezalandıran, pasaportları iptal edildiği için mesleklerini yurtdışında bile yapmalarını engelleyerek açlığa mahkum eden bu düzenleme Meclis komisyonunda görüşülürken, Adalet Bakanlığı geçen yıl çıkan “Lekelenmeme Hakkı” düzenlemesiyle ilgili bir toplantıya ev sahipliği yapıyordu.

Sayıştay’ın tırnak kontrolü

 Sayıştay, 2017 yılı için denetimlerini tamamlandı ve kamu idareleri denetim raporlarını sitesinden açıkladı.https://www.sayistay.gov.tr/tr/?p=2&CategoryId=103 Cumhurbaşkanlığı, bakanlıklar, Genelkurmay, MİT, Diyanet İşleri gibi başkanlıklar, genel müdürlükler, özerk düzenleyici...

Yerel seçimler için rakamların söylediği…

MHP ile ittifak İstanbul ve Ankara’da AK Parti’yi rahatlatır ama bu desteğin karşılığında AK Parti’nin MHP’ye Akdeniz, Karadeniz, Ege’de MHP’nin sahip olduğu belediyelerin bazılarında destek vermesi, AK Parti’nin kazanabileceği belediyeleri bırakması anlamına gelir.

Van Kalesi’nden bakınca görünenler…

Aslında muhafazakar bir şehir olan Van’ın en seküler hayatını İranlı turistler yaşıyorlar. Van aslında İranlılara seküler ve kapitalist Türkiye’yi satıyor. Eskiden birkaç dilde kalenin tarihini ezbere bilen çocuk rehberlerin tırmandırdığı, aşağısı uçurum olan patika yolunun yerine, dokuyla uyumlu olarak yapılmış yeni yoldan Van Kalesi’nin tepesine çıkılıyor.

Sizin Cumhuriyetiniz kaç kişilik?

O yüzden bugün cumhuriyeti kutlarken herkesin kafasında 80 milyonluk bir cumhur yok. 95 yıl sonra hala milyonlarca insanın itirazını nezaketen olsa bile dikkate almayıp, çocuklarına her sabah içeriğinden ya da tarzından hoşlanmadıkları bir andı okutmaya çalışanların hayalinde, ancak bu andı okumayı içine sindirenlerin cumhuru olduğu butik bir cumhuriyet var.

Hiç bu kadar yakından tanımamıştınız…

Yani 80 yıl sonra bugün Atatürk’ün biyografisini tam olarak yazmak bile aslında mümkün değil. Yine de açık kaynaklardan ve az bakılmış arşivlerden bu çok bilindiği zannedilen bir hikayenin izini süren, özellikle çocuk ve genç Mustafa Kemal ve ailesi hakkında neredeyse hiç bilinmeyen bir hikaye ortaya koyan İpek Çalışlar’ın biyografisi dönemsel bir furya olarak değil, her devir okunacak bir kaynak kitap.

Türkiye vatandaşı olmaktan gurur duyduğumuz gün…

Türkiye’de uzun süredir çok fazla övünülecek şey olmuyor, bu köşede bunları eleştiren çokça yazılar yazıldı. Ama dün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı dünyanın bütün kanallarında canlı yayında öldürülmüş bir gazetecinin haklarını savunurken görenler Türkiye cumhuriyeti vatandaşı olmaktan gurur duymuş olmalılar.

Avrupa’nın son duvarının söylediği…

Duvarın adı artık Barış Duvarı. 20112'de yıkılması da gündeme gelmiş ama hatıra olarak tutulmasına karar verilmiş. Kapılar ise tedbir gereği kapatılıyor. Yoksa iki toplum birbirine entegre olmaya başlamış. Rengarenk boyanmış duvarın üzerinde artık dünyanın her yerinden gelen ziyaretçilerin barış mesajları var. (Hatta biri Yozgat bile yazmış)

Andımız değil…

Milyonlarca ailenin itiraz ettiği bir andı her sabah zorla başkalarının çocuklarına okutmaktan ideolojik haz duyanların bu ülkedeki fikir özgürlüğü, hukuk, demokrasi sorunlarına çare olmasını herhalde kimse beklemiyordur. Devletin zorunlu din dersi gibi zorlamalarına itiraz edenlerin, zorunlu andı alkışlaması da ülkedeki aşiretçi siyasi ahlaksızlığın başka tezahürlerinden biri.

Onların Trump’ları yok

Trump’ın tutuklu ABD vatandaşına gösterdiği hassasiyeti, 350 gündür iddianamesiz tutuklu yargılanan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına bu ülkenin yöneticileri gösterebilecek mi?

Dua, Göktaşı, Ateş, Serhat, Kılıç. Kama…

Bu soruşturmanın her yerinde adaletle bağdaşmayan bir kötü niyet, önyargı ve beceriksizlik var. Bunun motivasyonunu bulmak, bundan ders çıkarmak devletin görevi. Büyükada’dan çıkarılmayan ders, Brunson davasından da çıkarılmazsa, bu kötü adalet pratikleri Türkiye’nin başına yeni sorunlar açmaya devam edecek.

Kaşıkçı ailesinin tanıdık hikayesi

Kayseri Germir’de başlayan, Medine Savunması sırasında Osmanlılarla birlikte hareket edince sürgün edilmiş, Mescid-i Nebevi’ye müezzinler yetiştirmiş bir aileden gelen bir entelektüel, hikayesinin sonunda atalarının geldiği ülkeye geri döndü. Adalet ve fikir özgürlüğü istediği için barınamadığı ülkesinin İstanbul konsolosluğunun kapısından girdi ama bir daha oradan çıkamadı.

Hukukun temel ilkesizliklerine giriş

Türkiye’de kimse kendi aşireti dışındakiler için hukuk ve adalet istemiyor. Herkes sadece kendisi gibi düşünenlerin fikir özgürlüğünü savunuyor. Ve yine herkes sadece kendisine benzeyenlere karşı ahlaki sorumluluk hissediyor. Böyle düşünen herhangi bir grup iktidara geldiğinde de bu ahlaki ve siyasi kriterlere göre davranıyor. Aslında iktidar ve muhalefet blokları arasında hukuk, demokrasi, özgürlüğe bakış açısından pek fark yok. Tek fark imkan farkı.

Amerikan bayrağını neden sallamıştı?

17 Nisan 1961’de ise ABD askerlerinin, Sovyet yanlısı Castro’yu devirmek için Küba’ya yaptığı çıkarma fiyaskoyla sonuçlanmış, bunun üzerine Sovyetler de Küba’ya uzun menzilli füzeler yerleştirmeye başlamıştı. Soğuk Savaş’ın en tehlikeli zamanıydı. ABD ile Sovyetler birbirini nükleer füzelerle yok etmekle tehdit ediyordu. Bu tehdidin ortasında da Türkiye bulunuyordu. İşte 26 Ağustos 1962 günü ABD Başkan Yardımcısı Lyndon Johnson böyle bir zamanda Ankara’ya geldi. Yol boyunca ellerinde ABD ve Türkiye bayrakları olan vatandaşlar tarafından coşkuyla alkışlandı.

Ekmeğin dolarla ne ilgisi var?

Son 10 yılda buğday fiyatı yüzde 293 artmasına rağmen, un fiyatı yüzde 102, ekmek fiyatı ise yüzde 74 artmış. Yani fırıncıların fırsatçılık yaptığı söylenemez. Yani özetle yediğimiz ekmek için ithal buğdaya ihtiyaç var. Bu yüzden de dolardaki artış doğrudan ekmeklik un fiyatını etkiliyor. Buna yine artan mazot, doğalgaz, elektirik, fırınların kira giderleri dahil değil.

Türkiye’den geçen bir şanson…

“Devrilip düştüler sebep nedir bilmeden / Çölde sürüler gibiydiler, sendeleyip giden / Mahvoldular susuzluk, açlık, demir ve ateşten.”

Ey insanlar!

Adli suçluları af etmeyi konuşan devletin haklarında hiçbir yargı kararı, kovuşturma olmayan ya da beraatlarını almış bu insanlar hakkında bir karar vermesi gerekiyor. Binlerce insanın ailelerini nasıl geçindirecekleri, bundan sonra hayatlarına nasıl devam edeceklerini bu karar belirleyecek. Eğer devlet bir karar veremezse önlerindeki seçenekler ise sınırlı.

Uzaya doğru giderken…

Bütün bu isimlerin önüne hepimizin bildiği tanıdığı, milli bürokrasi ve böyle “havai işlere” para ve emek yatırmaya aklı yatmayan yerli zihniyet çıkmıştı. Onların yaptıkları hatalar, başarısız denemeler, kazalar da çıtayı yükseltmelerinden, başlarına iş açmalarından rahatsız olan idare-i maslahalatçı kifayetsiz muhterisler için takoz koyma vesilesi olmuştu. Yoksa ortada ne dış güç ne de siyasi bir engelleme çabası vardı.

Devletin psikolojik sorunları

Ama her türlü eleştiriyi sanki iktidara son verecek, devleti ortadan kaldıracak bir isyanın fitili, planlı bir provokasyon, algı operasyonu olarak görmek, sanki 80 milyonun yaşadığı bir ülkede hiçbir sorun olmuyormuş gibi bütün eleştiriler, şikayetler karşısında ilk refleksin karşı suçlama ve inkar olması, her sorunun üzerine polisi, jandarmayı savcılığı göndermek bir devletin kırılganlığının ve psikolojik sorunları olduğunun işaretidir.

Devlete karşı işlenmiş suçlar…

Bugün MHP’nin Meclis’e sunması beklenen af önerisinin girişinde “FETÖ’nün haksız yargılamaları” affa gerekçe yapılmış. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise ABD’ye giderken affa karşı “Devletin ancak devlete karşı işlenmiş suçları affedebileceği” görüşünü tekrarladı. Halen “devlete karşı suç işlemek”ten tutuklu ya da kaçak FETÖ polisleri, savcıları ve hakimlerinin karar verici olduğu KCK davalarında “devlete karşı suç işlemekten” cezaevinde yatan, mahkumiyet alan HDP’li siyasetçiler var. Ama “hapishanedeki FETÖ mağdurları” derken tabii MHP onları kastetmiyor. O kararlar doğru diğerleri yanlış!

Hititler duysa çok üzülürdü!

Ve 3500 yıl sonra. Hititlerin başkenti Hattuşaş’a bir saat, bütün bu çivi yazılı tabletlerin bulunduğu müzeye 11 dakika uzaklıkta Hitit Üniversitesi kuruldu. Ve geçen hafta gazetelerde çıkan haberlere göre Hitit Üniversitesi bir aile üniversitesine dönmüştü. Üniversitenin yönetici ve öğretim görevlisi kadrolarında 10 çift ve aynı soyadlı pek çok akraba yer almaktaydı. 3500 yıl önce yeni nesillere aktarılmak için çivi yazısıyla tabletlere kazınmış onca tecrübe, birikim, tavsiye Hitit adını taşıyan bir üniversiteye bile ulaşmamıştı.

“Dünya da çok bozdu” tezi üzerine…

Sürekli yeni kavgalara girip, kavgaya da her seferinde farklı birilerini çağırmak yerine kavgayı dindirmeye bakmak yani demokratikleşmeye dönmek gerek. Yoksa sürekli birbiriyle kavga eden reşit olmayan bir toplumu da her zaman velayeti altına almaya çalışanlar çıkar.

Ankara’da bir davanın düşündürdükleri…

Toplumun bölünmüş, devletin hesap vermez, herkesin bir miktar haklı ve bir miktar zalim olabildiği bu ülkede kimse yanılmaz değil. En kötüsü ise yanıldığının bile farkına varamayacak kadar kendini haklı zannetmeye devam etmek. O zaman yeni yanılgılar, yeni başarısızlıklar kaçınılmaz oluyor.

Bir ihbarın hikayesi…

Vedat Eczacıbaşı ve arkadaşlarını polise ihbar etmek için telefon açan, daha sonra da karakolda aleyhlerine şahitlik yapan Kurucu Meclis’in en genç üye ise Alev Çoşkun’du. Talihin bir cilvesi geçen hafta onun adını bir kere daha içinde ihbar ve şahitlik geçen haberlerde duyduk.

Söz, devlet sözü…

Sadece iki siyasetçi değil, son dönemde pek çok memur, belediye çalışanı da dört-beş yıl önce televizyonların canlı yayınlandığı Newroz mitinglerine katıldıkları için, birdenbire ortaya çıkarılan polis tutanaklarından hareketle işlerinden oldular.

“Biz daha çok” değiliz…

O yüzden geçen hafta mülteci karşıtı AfD’nin ikinci parti olduğu Saksonya eyaletinde annesi Alman, babası Kübalı 35 yaşındaki bir Almanın iki mülteci tarafından öldürmesiyle başlayan olaylardan sonra sokaklara çıkan mülteci düşmanı çetelere karşı “Biz daha çoğuz” sloganıyla düzenlenen konsere 65 bin kişi katıldı.