Yıldıray Oğur
Bir zamanlar “Tayyip” manşetleri atan bir medya vardı…
Bir zamanların bütün ana akım medyasının saldırılarına ve tek sesliliğine karşı, bir kaç gazete ve televizyondan sesini duyurmayı başarmış, güçlü olanın değil, haklı olanın sesinin gür çıktığını bizzat tecrübe etmiş insanların, bütün medyayı tek ses yaparak, alternatif sesleri bastırabileceklerini ve sonuçta bunun kendilerinin yararına olacağını zannetmeleri herhalde ancak bir hafıza kaybıyla mümkün.
‘Dış güç’lere gerek var mı?
Türkiye ekonomisinin bu başarı hikayesine güvenip gelenler arasında tasarruf yapmayı seven ama ülkelerindeki faizler düşük olduğu için yurtdışı piyasalarında tahvil satın alan Japon Ev Kadınları da vardı. Sadece 2012 yılında 3.7 milyar dolarlık Tl cinsinden Uridashi adlı tahvillerden satın almışlardı. Bu yüzden uzun yıllar Türkiye’deki ekonomi sayfalarını “TL’ye aşık Japon ev hanımları” haberleri süsledi. Ama geçen hafta sahur vakti dolarda yaşanan yükselişin arkasında “Gece yarısı dolar bu kadar nasıl yükselir” gibi sorularla dış güçleri bulanların aklına önce onlar gelmedi.
Seçim kampanyaları, listeler ne diyor, ne diyemiyor?
Huzur, kardeşlik, demokrasi, hukuk, adalet, eşitlik, ehliyet-liyakat gibi kavramlar, değerler; normal bir dönemde standart seçim konuşmalarında pek bir şey ifade etmeyen hoş ve boş sloganlardan ibaret kalacakken bugün Türkiye’de seçmenlerin duymaktan hoşlanacakları, acil ihtiyaçlar haline gelmiş durumdalar. Hatta bütün bu başlıklarda eleştirilen iktidar partisinin seçim manifestosunda bile bu ihtiyaçlara cevap verme isteği görüldü.
Halkın teveccühüne yön vermeye çalışma suçu…
Uzun uzun siyasi analiz ve övgülerden sonra hakim “siyasete yön vermek amacıyla siyasi parti kurarak çeşitli yasal prosedürler ile kayıt alınmak yerine kayıt altına alınmaktan kaçınarak sosyal medya aracılığıyla halkın teveccühüne yön vermeye çalışma “nın, “hayatın olağan akışı ile bağdaşır nitelikte olmadığı”nı söylemiş. Herhalde, kararda hayatın olağan akışına bağdaşır bulunmayan “sosyal medya aracılığıyla halkın teveccühüne yön vermeye çalışmak” suçunu seçimlerde destek verecekleri cumhurbaşkanı adayını açıklayan dini cemaat ve vakıflar da işlemiş oluyor.
“Biz onlara yapmasaydık, onlar bize yapacaktı”
Aslında bu oyuncu ve onun gibi düşünenler, bu gözaltıyla hayallerini kurdukları, insanların acımadan yargılandığı iktidarın nasıl bir şey olduğunu deneme boyu olarak bir kere daha tecrübe etmiş oldular. Bu göz altıdan memnun olanlar ise bir tweetin kendilerine hatırlattığı gelecekte olma ihtimalinden ürküttükleri disütopyanın bugün başkaları için zaten geçerli olduğunu acaba fark ettiler mi? Muhtemelen günün sonunda kimse bu deneyimden yargıyı sopa gibi kullanmanın, kanunları siyasi hıncına araç yapmanın ne kadar berbat bir iş olduğu hakkında yine bir ders çıkarmadı. Halbuki bu toplumun rövanşın bitmeyen bir döngü olduğunu anlaması için daha neyi tecrübe etmesi gerekecek?
‘Köy’ümüzden çıkmak..
Matematik basit; kazanmak için toplumun yarısını ikna etmek gerekiyor. Sosyolojik üstünlük, en az yüzde 60’ının doğal olarak içinde yer aldığı Cumhur İttifakı’ndan yana. Millet İttifakı’nın ise kazanmak için bu geleneksel kırılmaları aşması gerekiyor. Ama bu basit siyasi matematiği gören siyasetçilerin işi kolay değil. Çünkü ikna etmeleri gereken sadece yıllardır karşısında siyaset yaptıkları kesimler değil, yıllarca kimliklerini temsil ettikleri kendi tabanlarının da rızasını kazanmalılar.
Hapishaneden sandıkla çıkmak…
Hendekler sonrası siyaseten bölgede büyük yaralar almış bir parti, vekillerin ve başta Demirtaş’ın uzun süreli tutukluluğu nedeniyle yeniden toparlanmış gözüküyor. Sadece klasik HDP seçmenleri değil, muhafazakar Kürtler açısından da Demirtaş’ın durumu motive edici bir faktör haline geldi. Cumhur ve Millet ittifaklarına giremeyen HDP, sol ve PKK kimliğinden çok Kürt kimliğinde bir birleşmenin adresi oluyor. Ayrıca silahlı örgüte karşı, siyasi alanın zayıflatılması ve daraltılması günün sonunda silahlı örgütün işine yarayacak sonuçlar üretiyor. Halbuki devletin yapması gereken, meşru alanı siyaset yapmak isteyenlere açık tutmak olmalı.
O şarkı Tunus’ta söylenmeye devam ediyor
Tabii ki Türkiye ve AK Parti’den artık model olarak bahsedilmemesinin Batı dünyasıyla yaşanan sorunlar ve çatışmalarla ilgisi var. Ama mesele sadece bundan ibaret değil. AK Parti bütün dünyada Müslüman yada Muhafazakar demokrasinin biricik ve en başarılı tecrübesi olarak başta Nahda olmak üzere bütün İslami hareketlerin sigortası olmuş, önünü açmıştı. Tam da bu yüzden Türkiye’deki Müslüman demokrasi hikayesinin aldığı yaralar, gidilen yollardan geriye doğru adımlar, bundan sonra herhangi bir ülkede demokratik sistem içinde ortaya çıkacak İslamcı ya da Müslüman hareketler için de kötü referans olacaktır.
Aynı yoldan geçmişiz biz”den, “Ez oğlum”a…
Değişim, demokrasi, milli irade, özgürlük gibi pozitif kavramlar muhalefetin eline geçmiş görünürken, AK Parti ve MHP ittifakı sürekli beka kaygısından, iç ve dış saldırılardan, düşmanlardan, tehlikelerden bahsediyor, galiba bütün seçim kampanyası da böyle geçecek. Roller öyle bir değişti ki CHP’nin en ulusalcı, Kemalist kanadından, şahin, polemikçi diliyle meşhur ismi olan, 2010’da “Liboşlara kapak olsun” diye bir tweeti dolaşan Muharrem İnce, neredeyse kampanyasını liberal bir dil üzerine inşa etmiş görünüyor.
‘Oslo görüşmeleri’nden notlar…
9 yıldır Türkiye’deki bütün partilerden siyasetçiler, farklı fikirlerden gazeteciler ve akademisyenlerin katıldığı geziler ve toplantılar düzenliyor ve bu toplantılarda Türkiye’den katılımcılar başka ülkelerdeki çözüm süreci deneyimini doğrudan muhataplarından dinleme fırsatı yakalıyorlar. Tabii böyle bir çaba kaçınılmaz olarak yıllardır saldırıların, komplo teorilerinin de hedefi oluyor.
Herkes evine dönerken…
Yaşanan bütün değişimler, muhafazakar siyasetteki kırılmalar, farklı yaklaşımlar, sert tartışmaların Türkiye’deki laiklerin büyük yığınları için hiç bir şey ifade etmediği ortaya çıktı. Onlar için Erdoğan ve Gül hala eşleri başörtülü iki “dinci” siyasetçi, o yüzden de aralarında hiçbir fark yok. Bir grup ise aradaki farkın ve bunun siyaseten kendilerine faydasının farkında olsa da , dindar bir siyasetçinin bir ‘çare’ olmasını içine sindiremedi, bunu kendi dünyası için bir yenilgi olarak gördü ve bu yüzden şiddetle karşı çıktı.
Yine ‘tarihi seçim’ yine mi ‘şer ittifakı’?
“Birleşti Panayot, Mıgırdıç, İzakSandığın başında kurdular tuzak.Yobazlar el açıp oldu duacıOsmanlı devleti gibi bu fırka.Metelik vermiyor mezhebe ırka.Kapabilmek için bir süslü hırka.Kol kola geziyor...
Hattımızda bir izleyicimiz var…
Bir popüler tv şovuna telefonla bağlanan bir izleyicinin ahlaken ve siyaseten eleştirmek, haksız ve abartılı bulmak mümkün ama ancak HDP’ye yakın bir Diyarbakırlı Beyaz Show izleyicisinin olan bitenle ilgili yorumu denecek içinde hiçbir terör örgütünün adı geçmeyen, şiddet çağrısı yapmayan, hukuken herhangi bir terör örgütünün propagandasına sokulamayacak sözlerinden hapis cezası çıkarıp, bir öğretmeni 8 aylık bebeğiyle hapse sokmanın karşısında bu siyasi ve ahlaki eleştirilerin hiçbir hükmü kalmıyor.
Erken seçimlerden geç kalmamış tavsiyeler
16 Nisan referandumunda neredeyse hiç afiş asmayan, kampanya yapmayan sessiz hayır bloğu sandıklarda Evet’le başabaş çıktı, hatta milyonluk mitinglerin yapıldığı büyükşehirlerde öne geçti.Yani Türkiye’nin seçim tarihi, yeni bir seçime giderken siyasetçiler için ibretlik derslerle dolu.24 Haziran seçimlerine iki ay kala da sonucu afişler, dev mitingler, gazete manşetleri değil bütün bu eski tecrübelerden ders çıkarılıp çıkarılmadığı belirleyecek...
Diyojen-Trikopis ittifakı seçimlere mi giriyor?
Herhalde ülkenin en az yarısının verdiği oylarla ‘Türk ve Türkiye düşmanlarını’ sevinebileceğini düşünen bir siyasetin milliyetçiliği, ülke sevgisi, ülkenin yarısını sevmek ve yarısının milliyetçiliğini yapmaktan ibaret kalır. Ayrıca kendi ülkesinde, kendi vatandaşlarıyla bile böyle problemli bir ilişkisi olan bir siyasetin, o ülkeyi büyütmesi, ileri taşıması da pek kolay olmaz. Ülkenin yarısıyla bir ülke büyük devlet yapılamaz.
Bana Suriye hakkında ne düşündüğünü söyle…
Türkiye’de muhaliflerin Suriye meselesinde ortaya koyduğu tavır, kalabalık muhafazakar kitleler gözünde onlarla ilgili güven sorunlarını artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Türkiye’de beka kaygısı gerekçe gösterilerek yapılan hukuki ve siyasi uygulamaları eleştirirken, Esad’ın beka kaygısıyla yaptıklarına anlayış gösterenlerin tutarsızlığı bir tarafa yazılıyor.
Türkiye’yi boğan o dalgaların sonu…
Türkiye, keseri sadece kendine yontma üzerine kurulu bu tutarsızlıklardan da, mahkemeleri siyasi hınç, yürek soğutma, had bildirme alanları olarak görmekten de vazgeçmiyor. Ama üzerinden 21 yıl geçmesine rağmen değişmeyen tek bu değil.
Sandıktan çıkan Hünyadi Yanoş
Şimdilik, Orban’ın önünde Macarların tarihi rövanşını almak için Hünyadi Yanoş’un akıbeti dışında bir engel kalmamış gibi görünüyor. Bundan sonra meydanlarda nutuk olarak bolca alkış alan iddialı sözler, gerçeklerle ve ülkenin imkanlarıyla sınanacak.
Anadolu Ajansı’nın geçtiği bir haberden sonra olanlar…
Haber aylarca İstanbul Boğaz’ında bekletildikten sonra, romörklerle çekildiği Karadeniz’de bir Sovyet denizaltısı tarafından batırılan, 103’ü çocuk 769 Romanyalı Yahudiyi taşıyan Struma gemisi faciası için Filistin’de yapılan bir anma ve protesto hakkındaydı. Protesto edilen geminin Filistin’e gelmesine izin vermeyen Filistin’deki İngiliz yönetimiydi. Haberin diğer parçasında yer verilen bir Yahudi örgütünün protesto telgrafında ise Hitler rejimi yerden yere vuruluyordu.
Bir hatırattan öğrendiklerimiz…
"İki uçaktan oluşan Rus görev kolunun sınırımıza yaklaştığını gören sistem, önce ikazlarını yapmış, ikazların bir işe yaramadığını gören arkadaşlar, Rus pilotları ikaz etmeye devam ederken uçakların rotalarının değişmediğini görünce, devriye uçaklarımızı bölgeye sevk edip diğer taraftan Hava Kuvvetleri Komutanı’nı aramışlardı. Komutanın odasında bulunan hava sahası ekranında karşılıklı durum teatisinden sonra,... birinci uçağın ihlaline müteakip, ikinci uçağında ihlal yapması üzerine, daha önce atış pozisyonuna geçirilen hava savunma nöbetlerimize telefonda an be an olayı takip eden komutan onayıyla ateş emri verilir. 17 saniyelik ihlal gerçekleştiren iki numara vurulur.”
Rahibi katille yargılamak…
23 yıldır ailesiyle Türkiye’de yaşayan bir rahibi, AK Parti iktidarının demokratikleşme adımlarıyla yasallaşan misyonerlik faaliyetleriyle ilgili komplo teorilerinden oluşan bir iddianameyle tutuklayıp, hükümetlerinin politikalarından sorumlu olmayan milyonlarca Hristiyan vatandaşın düşmanlığını çekmek, evanjeliklerin iktidarda olduğu ABD’yle mevcut meselelere bir de tutuklu evanjelik rahip eklemenin kimseye bir faydası olmadığı herhalde açık...
Bir fotoğraf karesinin hikayesi…
Sınırı kaçak olarak geçmeye çalışırken, İran’la tabii sınır olan Aras Nehri'nde boğulanlar yüzünden nehrin tabanı cesetlerle dolmuş durumda. Askeri bölge olduğu için avlanmanın yasak olduğu Aras Nehri’nin bu bölgesinde yaşayan, insan boyutuna ve kilosuna ulaşabilen yayın balıklarının bu cesetlerle beslenip normalden iri hale geldiği söyleniyor.
Bir gün gazetelerden okuruz…
Gazetecilik her zaman siyasi davaların, ekonomik faaliyetlerin bir aracıydı, her devir kendi medyasını ve gazetecilerini yarattı. Okurlar da medyadan gerçeklerden önce, ne kadar haklı olduklarını duymak istediler. O yüzden medyada uzun ömürlü kurumsal yapılar, uluslararası standartlarda gazetecilik ekolleri oluşamadı. Yanlışı ile doğrusuyla, bir toplumsal kesimi temsil eden, kar eden, kurumsal bir kimlik yaratmayı başarmış, 39 yıllık bir medya ailesinin de bu işi bırakması ilk önce bu köksüzlüğün devamı anlamına geliyor.
Demokrasiyi trollemek
Dünyada popülizm yükseliyor, demokrasiler inişe geçiyor. Ama işte popülist siyasetlerle böyle yöntemler kullanılarak üretiliyor. Sadece üretilmiyor, yine bu kanallar üzerinden yalan haberler, komplo teorileriyle toplumlar da bu anti-demokratik fikirlere ısındırılıyor. Yani sahiden ahlaksız troller var. Ve en çok da demokrasiyi, en hassas yeri olan halkın tercihlerinden vurarak, trollüyorlar.
Larda yüzen alsancak…
İstiklal Marşı’nı yazan isimlerin bile devletin hışmından paylarını aldığı bir ülkede toplumun üzerinde anlaştığı ortak değerlerin sayısının az olması çok şaşırtıcı değil. O değerlerden biri de söylenmesi zor olsa da, kelimeler tuhaf yerlerde bölünse de İstiklal Marşı. Sadece marşın sözleri ve melodisi değil, onun yazan ve besteleyen hatta orkestrasyonunu yapan insanların hikayesi de İstiklal Marşı’nın hikayesinin bir parçası artık.
Vatan ve millet için dolandırılmak…
27 Yaşında internette farm ville oynayan bir çocuk bu açığı iyi gördü. “Büyük şirketlerin elinde olan gıda ve hayvancılık tekelini kırmak için yerli ve milli Çiftlik Bank projesini” başlattı. İnsan okudukça sistemin tam olarak nasıl çalıştığını anlamıyor ama en az 77 bin kişi mevzuyu anlamakla kalmadı, buradan para kazanacağını da düşünüp yarım milyara yakın parayı bu 27 yaşındaki çocuğa emanet etti. Onları haberler, Maliye Bakanlığı’nın açıklamaları bile durduramadı.
Tarihsel bağlam değişince…
28 Şubat 1997’de Refah Partisi’ni iktidardan düşürecek post-modern darbe sürecini başlatan ünlü MGK toplantısından sadece altı gün önce İstanbul’da Refah Partili Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonuyla...
Yerli, milli sarıklı bir ihtilalci
Daha önce müderrislik yaptığı Filibe’den tanıdığı, savaş yüzünden İstanbul’a gelmiş 1000’e yakın taraftarıyla Kuzguncuk’tan takalara binip, Çırağan Sarayı’nı bastılar. Nöbetçileri etkisiz hale getirip, Abdülhamit’in 73 günlük saltanatından sonra akıl sağılığı bozulunca yerine geçip, sarayında hapsettiği ağabeyi Sultan Murad’ın haremine kadar ulaştılar. Ali Suavi, tekrar tahta oturtmak istediği Sultan Murat’ı kolundan tutup “Sultan Murat çok yaşa” bağırtıları arasında dışarıya çıkarmaya çalışırken, kafasına sert bir sopayla vuruldu. Sopayı vuran Beşiktaş Zabıta Amiri, okuma yazma bilmediği için imzasını 7-8 rakamlarıyla atan 7-8 Hasan Hasan Paşa’ydı.
Bütün Batılılar ikiyüzlü ve kötü mü?
Türk, Boşnak asıllı göçmenlerin bakan olarak kabinede yer aldığı İsveç, bir partinin genel başkanının Türk asıllı olduğu Almanya, 13 yaşında Hollanda’ya göçmüş bir Faslıyı Roterdam gibi bir şehre belediye başkanı seçen Hollanda, Pakistanlı bir Müslümanı Londra’ya Belediye başkanı seçen İngiltere’nin mültecilerle ilgili tecrübelerinden hala öğrenecek çok şey var. Kilis’te ya da Antep’te günün birinde bir Suriyeli’nin belediye başkanı seçilip seçilemeyeceğini, İstanbul’un bir göçmen Hristiyan belediye başkanı olup olamayacağını düşünmekte fayda var. Tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Batı’da hem mültecilere dost olanlar, hem de mültecilere karşı olanlar var. Siyasetçiler arasında da halkta da.
Faydalı yalanlar, faydasız gerçekler
Halbuki gerçek ilk başta tatsız, kokusuz, acılı çoğunlukla faydasız gibi görünse de hep bizimle olacak ve ancak ondan bir fayda elde edebileceğiz. Türkiye’deki bütün kesimler kendilerini uyutan, yatıştıran bu faydalı yalan cennetlerinden gerçeğe doğru kafalarını uzatmaya cesaret etmedikçe de bu ülkede konuşmak, yazmak faydasız bir iş olmaya devam edecek.