Yıldıray Oğur

Devlet hep 18 yaşında…

Bilgisayar anakartı olmasa da genç yaşında büyük bir keşif yapmış oldu; Mevcut sistemin bug’ını buldu... Yani açığını, zaaf noktasını, hilesini yakaladı. Büyük paraların döndüğü afilli adlı teknopark yönetimlerinin, resmi teknolojik ürün tescil, hibe mekanizmalarının büyük paralar vererek elde edemeyecekleri bir bilgi bu.

Aynı bazdan sinyal vermişiz biz!

Anlaşılan soruşturmayı yürütenler bu süreleri artırmak için Kavala’yla da yetinmemiş, eşi, kardeşi, avukatı, şirket müdürünün telefonlarının baz çakışmalarını da listeye eklemişti. Yani bin bir gürültüyle tutuklanmış ve bir yıla yakındır iddianamesiz içerde yatan ünlü bir işadamı-sivil toplum aktivisti hakkında bunca şeyden sonra gazetelere sızdırmaklık elde kalan delil telefonlarının ortak bazlardan sinyal vermesinden ibaret irtibatlar.

İstismar bunun neresinde?

23 yıl sonra bile olsa bir kadının gözaltına alınmış eşine ne olduğunu bilmek istemesi, hatta sadece mezar yerini talep etmesi ve bunun için 700 haftadır haftada bir gün bir saat bir lisenin önüne gelip oturması bir devlet için yeterince ayıptır. Eşinin suçu ne olursa ne olsun, ne yapmış olursa olsun, devletin gözaltına aldığı bir insanın sorumluluğu devlete aittir.

Ey müminler TL’ye dönün

Hutbelerde güncel meselelerden bahsedilmesinde bir tuhaflık yok. Keşke bütün imamlar bunu yapmakta özgür bırakılsa, merkezi sistem ve kontrol olmasa. Ama herkesin vergileriyle dönen Diyanet tarafından, merkezi olarak güncel bir mesele hakkında bir hutbe irad edilecekse de Cuma namazlarının en popüler ibadetlerden olduğu, her kesimden, her görüşten insanların namaz için camiye geldiğini unutmamak gerek.

Arşivden belgesiz tasfiyeler…

30 yıl önce arşiv küllerinden doğarken işe alınan bu genç uzmanlar, memurluktan öteye geçip, kendi alanlarda akademik çalışmalar yapan isimlere dönüştüler, yayınlara imza attılar. Ama arşivin bu hafızasın bir kısmı 11 no’lu Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle "Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı" nın yerine Cumhurbaşkanlığı Arşivi Daire Başkanlığı kurulurken silindi.

Nostaljide kaybolmak…

Türkiye’nin en büyük siyasi hareketleri ve partileri kendi geçmişlerinde yaşıyor ve o “geçmiş”ler bugün ve gelecek için adım atmalarını engelleyen ayaklarına bağlanmış taşlara dönmüş durumda. Nostalji, bugünü ve geleceği birlikte konuşmanın önünde bir engel artık. Bugünü konuşma imkanları azaldıkça, gelecekten ümitler kesildikçe de nostalji rüzgarları daha sert esiyor, herkes kendi muzaffer geçmişine kaçıyor.

Aynı gemide seyahat etmenin kuralları

Bugünlerde “Aynı gemideyiz” sözünü duydukça insanın aklına ister istemez 400 yıl önceki Mayflower Anlaşması geliyor. Tabii ki istesek de istemesek de farklı güvertelerde olsak ya da bu yolculuğu bilerek seçmesek de aynı geminin yolcularıyız. Ama sadece fırtınalı günlerde, dalgalar gemiyi çalkalarken değil, deniz süt limanken de, sadece zorluklara karşı omuz omuza verirken değil, ganimetleri paylaşırken de aynı gemide olduğumuzu hatırlamalıyız.

İthal edilmiş milli bir spor

Kendi girişimcilerimizin ortağı, temsilcisi olduğu, bazıları Türkiye’de üretilen, gelirlerinin çoğu Türkiye’de kalan, kendi insanlarımızın çalıştığı şirketleri boykot ederek bu çağda küresel şirketlerin merkezlerinin olduğu ülkelere zarar vermek mümkün değil. Deli numarası yapan milliyetçi, ilkesiz kaba bir işadamı tarafından yönetilen büyük bir güce karşı da bir devletin elinde vatandaşlarını ürün boykotuna davet etmekten daha etkili silahlar karşı ittifakları güçlendirmek, alternatifleri çoğaltmak gibi etkili çareler var.

Öyle mi burjuva bey?

Marx’ın bile ilerici bir sınıf olduğunu söylediği burjuvazi, borçlarını devlete yapılandırmaya çalışan, devletten dağıtılan ihalelerden en imtiyazlı haklarla pay kapmaya çalışan, sonra da kazandığı parayla yurtdışında ev almak, en lüks yerlerde tatil yapmak ve en pahalı biletli spor müsabakalarına gitmekten başka eğlencesi olmayan bir sınıf değildi. Böyle olunca da hak ettikleri gibi muamele görüyorlar.

Vatanseverlik yapmaya çalışırken…

Muhtemelen bütün bunları yaparken ülkeyi dış güçlere karşı koruduklarını, büyük bir vatanseverlik yaptığını düşünmüş olmalılar. Ama işini iyi yapmak yerine, girişilen bu vatan kurtarmacılık, dünya tarihinin en ciğeri beş para etmez devlet başkanlarından birine gün aşırı ülkemize laf söyleyecek malzeme vermek ve Türk lirasının değerini dolar karşısında düşürmek gibi Türkiye’ye ağır bir maliyete dönüştü.

Türk Lirasını ‘aslanlar gibi’ korumak için…

AK Parti iktidarının ekonomideki başarı öyküsünün mimarlarından, tüm dünyada itibar gören, Nobel’e aday gösterilen bir Merkez Bankası başkanını bugün devlet Paris’te Türkiye’nin OECD Daimi Temsilcisi olarak değerlendiriyor. Önceki görevleri düşünülürse bu kızak bir görev. Euro cinsinden maaş aldığı ve Türkiye’deki karmaşadan uzakta görev yaptığı için herhalde halinden de memnundur.

Casus filmine pek benzemiyor

Ama bu kadar ağır iddiaları, “yargının tasarrufu” diyerek kenara çekilmekle bile yetinmeyip, sorgusuz sualsiz savunanların, iddianamelerdeki bilgileri dahi çarpıtanların bir mantığı olmadığı açık. İdeolojik bagajlar, “söz konusu vatansa” havası bütün bu iddiaların sorgulanmasını engelliyor. Bu müzakerelerden bir sonuç alınınca ne diyeceğini dahi düşünmeyen bir militanlık bu.

Amerika’da deşifre olan kaos planları…

Dünyanın en güçlü medyaları, Hollywood bile, bir kaç akıl yürütme, bilgi kırıntısı, sebep sonuç ilişkisini, kesilip biçilmiş fotoğraflar, basit ev yapımı videolarla birleştiren bu teorilere karşı ikna edici olamıyor. Çünkü güçlü olanla zayıf olanlar arasındaki dengesizliği daha kolay açıklayan ve öfkeyi daha iyi ifade eden alternatif bir teorisi yok kimsenin.

Sarı saçlarından sen suçlusun!

Ahed hakkında İsrail’deki sağcılarla, Türkiye’de Filistin meselesine duyarlı bazı muhafazakarların benzer tepkiler vermesi, her ikisinin de tam tersi açılardan da olsa Ahed’e “proje” demesi ise tabii ki sadece bir tesadüf değil.Bu tesadüf bir komplo da değil. Sadece ortak bir zihin pratiğinin farklı tezahürleri.

Atılan taşlar ürkütülen kurbağalara değdi mi?

Diyelim ki zaten bu iddiaların pek inandırıcı olmadığı biliniyordu. Mesele hukuki bir mesele de değil. Amerikalı pastör, haksız biçimde ABD’de tutuklanıp, yargılanan Halkbank Yöneticisi Hakan Atilla’ya karşı koz, pazarlık ya da mütekabiliyet için tutuklanmış olsun. Bütün hukuki iddialardan ve tutarlılık sorgulamalarından vazgeçelim ve olaya sadece pragmatik bir diplomatik güç mücadelesi üzerinden bakalım.

İfade özgürlüğü yerine tutuklamada eşitlik…

Bir hafta önce ODTÜ’lülerin tutuklanmasını eleştiren gazeteler, Safiye İnci’nin tutuklanmasını coşkuyla karşılarken, bir hafta önce ODTÜlü öğrencilerin tutuklanmasını haklı bulanlar, Safiye İnci’nin provokatör, FETÖ’cü ya da aslında laik biri olduğunu ispatlamaya çalıştı. Halbuki, bu iki olay hukuki yollar içinde tazminat davaları olarak takip edilmesi gereken hakaret suçlarının, özel maddelerle ceza kanununda yer almaması, en azından bu suçlara hapis cezaları istenmemesi konusunda ortak bir kanaat oluşmasına vesile olabilirdi.

Türkiye’yi ne uçurur?

Toplumlar bir avuç iyi niyetli ve ehil insanın yüzü suyu hürmetine ayakta uzun süre duramaz. İyi niyetli ve ehil insanların hak ettikleri yerlere gelmelerini sağlayan o “ister bu olsun ister şu olsun”la geçiştirilen sistemlerdir. Bu yüzden “Demokrasi falan mühim değil, yeter ki ehil ve iyi insanlar yönetsin” arabayı ata koşturmaktan farksız.

“Danimarkalı Gelin” neden tutuklandı?

Böyle ağır bir motivasyonu olan grupta suçlar işlenmiş olabilir, bu grubun düşman bellediği kişilere karşı bazen istihbari ve bazen hukuki yöntemler kullandığı biliniyor, mağdurların ifadeleri dışında da deliller bularak kolluğun bu suçları soruşturması doğru. Ama bunu bir linçe çevirmeden, beyinleri yıkananlar, dini istismar gibi savcılığın konusu olmayan alanlara girmeden yapmak gerekir. Tabii “kedicik” denen kadınların da insan ve vatandaş olduğunu, onların da hukuki hakları olduğunu, onlardan birinin bir zamanların Danimarkalı Gelin’i olduğunu da hatırlayarak...

Kast, olası kast, bilinçli taksir, bilinçsiz taksir?

Okurken bile yorulduğumuz bu üç buçuk seneyi mahkeme salonunda izlemiş, yakınlarının son anlarını kendilerine tekrar tekrar yaşayan bütün ayrıntılara hakim olmuş, mahkeme heyetinin nasıl değiştirildiğine tanıklık etmiş 301 madencinin ailelerinin bu kararları duyunca neden medyadaki başlıklar gibi “Soma’ya ceza yağdığına” sevinmeyip isyan ettiği, Ankara’ya yürüdüğü ve HSK önünde açıklama yaptığı belki şimdi daha iyi anlaşılmıştır.

Devleti kurtarıp, evine dönen halkın hak ettiği…

11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın süper gücü ABD bile nerede hata yaptığını bulmak için araştırma komisyonu kurup, herkesi sorgulamış, raporlar yazıp istihbari, askeri, güvenlik teşkilatlarını yeniden dizayn etmişken, Türkiye’de muhasebe yapmak, kurumların hatalarını bulmak bir tarafa, sorulara cevap vermesi gereken yöneticiler Meclis’teki Darbe Komisyonu’na bile gelmediler.

Baştabya neresi, nasıl gidilir ‘artık’ biliyor musunuz?

Bundan sonra hep karşımıza çıkacaklar. Uğruna cesaretle ölüme yürüdükleri ülkemize, adalete, demokrasimize sahip çıkıp çıkmadığımızı kontrol edecekler. Bir kışlanın önünde cesedi bulunmuş 16 yaşındaki bir çocuk... Orada hepimiz için nöbet tutmaya devam edecek...

Meclis şimdi ne yapacak?

Mevcut kabinede Cumhurbaşkanı ve dört bakan dışındaki bakanlar bürokrasi ve iş dünyasından teknokratlar olduğu, siyasi kimlikleri de olmadığı için milletvekillerinin bakanlar üzerindeki ağırlıkları ve yaptırım güçleri azalacak. Yani orta ya da uzun vadede seçmenlerin Meclis’e gidip, milletvekilleri üzerinden bakanlıklarda ve bürokraside işlerini halletmesi devri de yavaş yavaş kapanacak.

Bodrum’un keşfinin tuhaf ve hüzünlü hikayesi…

Cevat Şakir’in at üstünde hem midesi ağzına gelmiş hem de at için üzülmüştür. Jandarmalara yürümek istediğini söylemiş, Milas’tan Bodrum’a kadar uzun bacaklarıyla yürümüştür. Bodrum’a yaklaştıklarında jandarmalar, “şehre at üstünde girmek lazım” diyerek zor bela tekrar onu ata bindirirler. Bodrum’a vardıklarında müjdeyi kaymakam verir: “Bodrum içinde serbestsiniz.”

Kanaat notuyla ihracınıza…

Ama herhalde gerekçesi en tuhaf olanı Mardin Artuklu’daki Türkiye İş Kurumu Müdürlüğü’nde Kontrol İşletmeni olarak çalışan Ü. E. A.’nınki. Onun ihraç gerekçesi; “Kurum Kanaati/Sosyal Medya.” Yani kurumuna sorulmuş ve sosyal medya hesaplarına bakılıp işten ihracına karar verilmiş.

Üniversiteden atılmış genç bir doçente veda ederken…

Türkiye insanlarını, değerlerini çok kolay harcıyor. Harcarken de gözünün yaşına bakmıyor. Çünkü muhakkak devrin şartlarına göre asla affedilmeyecek bir suç bulunuyor. “Devrik iktidarın mensubu bir milletvekilinin kardeşi” olmak bugün bize gaddarca bir suçlama gibi gelebilir, belki yarın bugün benzer muamelelere uğratılan, üniversitelerden atılan insanlara yönelik suçlamalar için de öyle düşünülecek. Ama iş işten geçmiş olacak. Kendi insan sermayesini kolayca harcayan bir ülkenin belini doğrultması da mümkün olmayacak.

“Bize neler oluyor?”

En seküler, modern, eğitimli BBC spikerinden, en dindar Kardinal’e, Karaman’daki velilerin gözdesi, dindar entelektüel öğretmenden, pedofili konusunda polisin danışmanlık aldığı bir eğitimciye kadar ortada kültürel, ahlaki kodlar, zenginlik, fakirlik, eğitim düzeyi, bilinçli olup olmamak gibi kriterlerle kategorize edilemeyecek bir cinsel sapkınlık/hastalık var.

Türkiye, sen de bizi seviyor musun?

Herkes yüzde 50 haklı yüzde 50 haksız çıktı. Ama aynı herkes yüzde yüz haklılık, yüzde yüz mağdurluk iddiasından da vazgeçmedi, vazgeçmiyor. Bunu fark ettiğimizde, kimsenin mağdur ve zalim olamayacağı, ilk fırtınada çökmeyecek, altında herkesin kendisi gibi olarak var olacağı sağlam bir çatı inşa edebileceğiz. Ya da sırayla zalimlik, sırayla mağdurluk kısır döngüsü içinde rövanş gününü bekleyeceğiz. Yine insanlar harcanacak, gelecekler kararacak, umutlar azalacak, üzerinde yaşayan insanların inanıp, enerjilerini vermediği ülke bir adım ileriye gidemeyecek.

MHP bölgedeki oylarını nasıl artırdı?

MHP’nin bölgede yükselen oylarının siyasi ve sosyal bir arka planı var. Diğer bölgelerde olduğu gibi bu bölgede de daha önce 1 Kasım gibi şartlarda AK Parti’ye kayan milliyetçi oylar, MHP’nin iktidarın bir parçası olmasının rahatlığıyla evine döndü. İktidar nimetlerinden faydalanmak isteyen aşiretlerin bir kısmı, AK Parti tarafı başka aşiretlerce doldurulduğu için MHP üzerinden iktidara ortak olmayı seçmiş görünüyor.

CHP: Yanlış teşhis kurbanı bir hasta adam…

Yüzde 30 bir CHP adayı için büyük başarı olabilir. Ama Türkiye’ye cumhurbaşkanı seçilmeye yetmiyor. Muharrem İnce’nin, Kılıçdaroğlu’ndan daha iyi bir hatip, daha karizmatik bir siyasetçi olduğu açık. Ama CHP’nin ihtiyacı olan tek şey hitabet ve karizma değil, bundan çok içine hapsolduğu sınırları aşabilecek, başka kesimlerle samimi diyaloglar ve ittifaklar kurabilecek bir açık görüşlülük.

Mesajı önceden alabilmek için…

Sandık sonuçları ortaya çıktıktan ve Cumhurbaşkanı’nın “mesajı aldık, gereğini yapacağız” açıklamasından sonra bu şikayetlerin bir kısmı sosyal medyada ve bazı iktidara yakın gazetelerde yazılmaya başlandı. Peki sandıkların açılmasıyla ortaya çıkan bu şikayetler, seçimlerden önce, seçim kampanyası sırasında medyada kendine yer bulabilmiş miydi?