Yıldıray Oğur

300 koyunu alıp gitmek…

Projenin amaçlarından biri şehirden köye dönüşü sağlamak. O yüzden başvuruculardan şehirden köye göçme şartı aranıyor. Koyunların karşılığında devlet sadece köydeki araziyi ipotek olarak istiyor. Sosyal medyadaki ilgiye bakılırsa sadece bu işten anlayanların, eski köylülerin değil, bugüne kadar deyimin gerçek anlamıyla ‘üç koyun gütmemiş’ şehirli, eğitimli insanların da ilgisini çekmiş proje.

“Savunan adam”ı savunan adam…

28 Şubatçıları çok kızdıran eylemi organize eden Nilüfer Pehlivan ve arkadaşları, daha sonra DGM’lerin yerine kurulan Ağır Ceza Mahkemesi’ne taşınan davadan delil yetersizliği ve zaman aşımı sebebiyle beraat etmişti. Ama bugün bu suçtan yargılanan bir öğrenci hakkında bu kararın çıkması kolay değil. Bugün artık, çok daha çeşitli bir medya olmasına rağmen, ertesi gün savunmasını tam sayfa yayınlayacak, onun haklılığını savunacak bir gazete bulabilmesi de...

Üç sayfada anlatılamayacak kadar…

Türk asıllı genç bir Alman gazeteciden gelen bu epey sert eleştirilerin benzerlerinin Türkiye’de doğmuş bir Alman gazeteci tarafından yapıldığını düşünmek bile epey zor. Ama benzer sert ve frensiz eleştirileri Türk asıllı bir Alman gazeteci olarak Türkiye’ye yönelik yaptığında sonucun ne olduğu biliniyor. Türkiye’de bir yıl iddianamesiz hapis yatmasının sebebi, nihayet bir yıl sonra tahliyesiyle birlikte çıkan iddianameyle ortaya çıktı.

Mahallenin törelerine ihanet edince…

Murat Belge, tabii ki aşiret konforunu reddeden, kendi yolundan yürüyen herkes gibi pek çok yanlışlar yaptı, normal bütün insanlar gibi yanıldı, yanılgılarında ısrar etti, öfkeleriyle demokrat pozisyonundan geriye düştüğü anlar oldu. Ama bütün bunlara rağmen en tuhaf olanı, şimdi onu Türkiye’deki dindarlarla ilişkiye geçtiği, onlarla iş yaptığı, partilerini, hareketlerini desteklediği için linç edenlere, kapı gösterenlere, dalga geçenlere, bazı dindar-muhafazakar yazar ve çevrelerinde de katılması.

“Adalet yerini buldu” diye diye…

Geçen hafta üç darbenin mağduru olmuş bir gazeteci, Anayasa Mahkemesi’nin bile fikir özgürlüğü dediği yazı ve sözlerden başka içinde delil olmayan, 12 Eylül’de hapis yatmış bir gazeteciye darbecilik suçu isnat etmek için 12 Eylül’den önce yazdığı bir yazının bile deliller klasörüne konduğu bir iddianameyle, sadece yanlış çıkan fikirleri ve yanlış bir pozisyonda ısrarı yüzünden darbecilik suçlamasıyla 74 yaşında müebbet cezası aldı. Daha önceki iki darbede karşı cephelerde olduğu, 2009 yılında Başbakan’ın elinden devletin Kültür Sanat Büyük Ödülü’nü almış Çetin Altan’ın iki oğlu Ahmet ve Mehmet Altan’la birlikte.

Zehirli ağacın meyveleri

Bir yıl önce büyük laflar, manşetler eşliğinde tutuklanan bir gazeteciyi, bir yıl sonra bir dış politika jesti olarak bırakmanın bir ülkeye bedelini pazarlık masasında alınan hiçbir şey kapatmaz. Dönem davalarında insanlara, zayıf delillerle bu kadar rahat müebbet cezaları vermek de 28 Şubat’taki brifingler gibi hep ibretle hatırlanır, yapanlarına itibar getirmez.

Ne halkların ne demokratik bir kongre

Bu arada Türkiye’deki demokratik standartları eleştiren pek çok isim de HDP’nin yeni eş başkanlarının atama yoluyla gelmesinde bir sorun görmedi. Başkanlık teklif edilmiş bazı isimlerin de bu ağır PKK vesayeti yüzünden görevi kabul etmediği söyleniyor. Bir eş başkanın Türk solundan atanmasına dikkat edilmesi, kongre konuşmalarında Afrin dışında, yapılan Türkiyelilik vurgusu ise HDP’nin, bir Kürt partisi değil, bir Türkiye partisi olarak yaşatılacağını gösteriyor.

Esad kazanınca siz de kazanmış sayılacak mısınız?

Üç milyon mülteci yüzünden de hükümetin popülaritesi en düşük politikası ve muhalefet burada mülteci karşıtlığından çekinmiyor, “Esad’la görüşülsün” diye ısrar ediyor ve böylece cepheden iktidar karşıtı bir pozisyonla siyaseten kazançlı çıkacağını düşünüyor. Ama bunu yaparken Türkiye’de gerçekten demokrasi, adalet, özgürlük istedikleri konusunda söylemleri tutarlılığını kaybediyor, ikna etmeleri gereken dindarlar arasında haklarındaki şüpheler büyüyor, tarihe de Franco muamelesi görecek bir diktatörü desteklemiş olarak geçiyorlar.

Unuttuğumuzu unutmanın hikayesi…

Kut Zaferi’ni kimse bize unutturmadı. Biz, Birinci Dünya Savaşı’nda büyük yenilgiler aldığımız Irak ve Suriye cephelerini tümden unutmayı seçtik. Cumhuriyet kadroları da hem bu felaketin sorumlusu hem de rakip olarak gördüğü İttihatçıları tarihten silmek istemişti.

Haçlı İttifakı’nın sonu

O halde “Son kale kalan Anadolu’ya saldıran haçlılar”, “Türkiye’nin büyümesini, engellemeye çalışan Haçlılar”ın da herhalde bu şeker gibi Papa’yla bir ilgisi yoktur. Onlar Vatikan’a sızmış kripto Haçlılardır. Değilse de rica edelim, Haçlı ordularını üzerimizden çeksin. Ya da artık kimsenin aslında inanmadığı bu demagojiden, kimsenin derdine çare olmayan bu düşmanca ifadelerden, en azından ülkede bunu okuyabilen Hristiyan vatandaşlarımızı kıran başlıklardan vazgeçelim ki bu ittifaklar kalıcı olsun.

CHP’nizi nasıl alırdınız?

Bir zamanlar katı Kemalist uygulamaların mağduru olmuş, partileri kapatılma aşamasına gelmiş iktidar kanadından isimler CHP’yi, “Atatürk’ün çizgisinden sapmakla” eleştiriyor. Eski klasik CHP çizgisini savunan ulusalcılarla, bazı muhafazakarın CHP eleştirilerinde aynı cümleyi görmek mümkün: “Atatürk’ün partisini ne hale getirdiniz.”

İhbar et, kapat, yakala kurtul!

Türk Tabibler Birliği’ne “PKK’ya karşı Zeytin Dalı operasyonu halk sağlığı sorunu da, IŞİD’e karşı Fırat Kalkanı operasyonu değil miydi? O savaşa karşı niye ses çıkarmadınız” gibi zor ve haklı sorular sorup tartışmak, hayatı savunması gereken bir birliği, ideolojik bagajının eseri bu çifte standartla yüzleştirmek, buradan bir ahlaki tartışma yürütmek mümkündü. Ama TTB yöneticileri bu açıklamaları yüzünden gözaltına alınınca ortada bunu konuşacak bir masa dahi kalmadı. Artık bu şartlardaki insanlara bu soruları sormak, bu tartışmayı yapmak belki bazıları için hala mümkün ama artık ahlaki değil. Ahlaki olmadığı için de böyle bir tartışmadan bir ilke, standart, kamusal fayda üretmek de artık mümkün değil.

Saatleri bir kere daha ayarlamak…

Bütün sosyal meseleleri, fikri tartışmaları devletin kolluk güçleriyle çözmek, istenmeyen sesleri susturmak, ilk başta sorunların çözüldüğü, sessizliğinin sağlanmış olduğu gibi bir intiba yaratabilir. Ama aslında kimse susmamış, konuşanlar sadece devletin duyamayacağı yerlere doğru çekilmiş, kuytularda, karanlık dehlizlerde konuşmaya devam etmektedirler. Ama artık onları duymak, müzakere etmek, fikirlerini değiştirmek de mümkün değildir. Devlet gözlerinin önündeki ‘sakıncalıları’ güvenlik nedeniyle göremeyeceği bir yere doğru itince aslında bir güvenlik açığına da sebep olmuştur.

Hatasız kullar, anakronik ahlaksızlıklar arasında…

Türkiye’nin ortak zemini, herkesin hem haklı hem haksız olduğunu, hem zalim hem mağdur olabildiğini kabul etmeye yanaştığı, buna zorunlu kaldığımız, gerçekten ihtiyaç duyduğumuz bir olgunluk, kemal düzeyinde yakalanacak.

Boğaz’dan Silivri’ye devam eden karanlık gece

... Erlerde sersem gibi geziyordu. Ne olduğunu sorduk. Bilmediklerini söylediler. Arkadaşlarımdan biri asker vuruldu diye bağırınca, bir iki metre yakınımdaki askerin yerde yattığını gördüm. Yerde yatan asker can çekişiyordu. Biz komutanım asker vuruldu diye bağırdık. Kompozit başlıklı başka bir komutan gelip, askere ayağıyla dokunduktan sonra, bu ölmüş siz devam edin diye oradaki erlere talimat verdi. Ben koşarak Gazi Binbaşının yanına gittim. Komutanım asker öldü niye böyle oluyor, polis çağırın dedim.

Konuşmasak da aklımızda bulunsun

Her ne kadar Suriye’den çok Türkiye siyasetine yüzleri dönük olduğu için PKK’nın da erken vakitlerde örgütlendiği ve taban bulduğu bir bölge olsa da PKK’nın disütopyalarıyla taban tabana zıt hayat tarzlarına, dünya görüşüne sahip insanlar Suriyeli Kürtler. Bu yüzden Afrin, Suriyeli Kürtler, Kürt koridoru derken binlerce yıldır birlikte yaşadığımız, ABD, Rusya, Esad hatta PKK gittikten sonra da birlikte yaşamaya devam edeceğimiz insanlardan bahsettiğimizi unutmadan, gönül kırmadan konuşmak gerek.

Bu bölüm dizide yok

Prof. Dr. Mustafa Balcıoğlu ve Doç. Dr. Sezai Balcı’nın “Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu” adlı kitaplarında anlattıkları, Rothschild’lere nişan verip el yapımı sigara hediye eden II. Abdülhamit, televizyon dizisindeki Abdülhamit’e pek benzemiyor. Prof. Dr. Vahdettin Engin’in arşiv belgeleriyle kaleme aldığı “Pazarlık” adlı kitabında anlattığı Abdülhamit de öyle. Tabii dizideki Theodore Herzl’le diyalogları da...

Adı Resmi Gazete’de yayınlanmış ama kimsenin tanımadığı bir adamın hikayesi…

En güçlü delili yırtılmış E serisi bir 1 Dolar olan böyle bir dosyayla 39 Yaşında iki çocuk babası Batmanlı genç bir adam 15 ay sessiz sedasız hapiste yattı. Bu delillerle bile 15 ay tutukluluk, bunun münferit bir hata olmadığının artık bir tarz ve zihniyet sorunu olduğunu gösteriyor. Her ilde hatta her savcılıkça farklı uygulamalarla karşı karşıya olduğumuzu da.

Adaletten sinyal bekleyenler…

60.473 kişinin hepsine eşit muamele yapıp, konuşmalarının içeriklerine, içeriklerde suç olup olmadığına, yöneticilik sıfatlarına bakmadan, herkese aynı 6 yıl 3 ay hapis cezasını vermek hem adil değil hem de bir ülkenin bu kadar çok insanı birden hapsetmesi, yaratacağı sosyal sorunlar hatta hapishanelerin durumu gibi başka kriterler açısından da üzerine yeniden düşünülmeyi hakediyor.

Herkesin canlı yayında izleyebildiği değerler eğitimi…

_x000D_ O yüzden bugünkü tartışmalardan da geriye, KHK’ya kimin ne dediği değil, başka mecraları sınırlı kullanabilen eski bir cumhurbaşkanının iki tweetine karşı, onlarca gazete ve televizyondan edilmiş sözler, yazılar, açıklamalar arasındaki eşitsizlik kalacak. Türkiye’de siyasi kavgaların çoğu artık sadece siyasi kavga olarak yaşanmıyor, insanların karakterlerinin ve ahlaklarının test edildiği sınavlar olarak da yaşanıyor._x000D_ _x000D_

Mahmut Hoca, Kazım Efendi, Yaşar Usta’dan daha gerçek bir kahramana veda…

"Batılı sanat anlayışımı, Batılı gözle dünyaya bakışımı değiştirdim. Bir Batılı gibi görünmeyi bıraktım artık. Çocukluğumdaki gibi düşünmeye, babam gibi görmeye başladım. Aslıma döndüm. Babam da çok dindar bir kişiydi. Tasavvufa meraklıydı. Şimdi onun gibi oldum. Vaktiyle babamın savunduğu fikirleri reddederdim. O zamanlar babamın fikirlerini savunanlara gerici derdim. O tür fikirleri kabul etmez, onu geçmek isterdim. Galiba bu da doğanın kuralı. İnsan hep büyüklerini geçmek istiyor... İnsan bu İstanbul şehrinde bunalıma düşüyor. Burası karışık bir dünya. İşimiz burada. Sıkışıp kalmışız. Kültür yozlaşması, insanları perişan ediyor. Ne Doğulu oluyorsunuz, ne Batılı. Karmaşa içindesiniz.”

Her iktidar kendi muhalefetini seçer

Bu kez sokaklarda devrimin öncü kadroları önderliğindeki entelektüeller, üniversite öğrencileri, orta sınıftan insanlar yok, “90 kuşağı” adı verilen, rejimle hiçbir bağı kalmamış, devrimin ilk kuşağındaki heyecanı hiç yaşamamış, kurulan rejimin baskılarıyla büyümüş gençler, ekonomik sorunlar yüzünden kaybedecek bir şeyi kalmamış Fransız Devrimi’ndeki “sans-culottes” a benzeyen yoksullar, kaynakların Şiilik için Suriye’de Lübnan’da harcanmasından rahatsız milliyetçiler, kadınların başını çektiği laikler var._x000D_ _x000D_

Post-travmatik 2017’ye veda…

İnşallah 2018 sadece 2019’a doğru tampon görevi görecek bir yıl olarak kalmaz, ülkeden gitmek isteyenlerin sayısının azaldığı, mahkemelerden adalet bekleyenlerin sayısının arttığı, insanların çok çalışarak haklarıyla ve kimsenin torpili olmadan iyi yerlere gelebilecekleriyle ilgili güvenin yükseldiği, birlikte yaşayıp, ülkeyi paylaşabileceğimizle ilgili ümitlerin yeniden yeşerdiği, her eleştirinin ihanet, fitne olarak fişlenmediği herkes için adalet isteyeceğimiz, gerçeklikle, demokrasiyle, dünyayla bağlarımızı güçlendireceğimiz, birbirimize güvenmeye başlayacağımız bir yıl olur._x000D_ _x000D_

Meclis’in faydaları üzerine…

Her ne kadar hükümet ve iktidar partisi “15/7/2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemleri ile bunların devamı niteliğindeki eylemler”den kastın 15-16 temmuz darbe girişimini bastırma sırasındaki olaylar olduğunu ısrarla söylese de maddede 15 ve 16 Temmuz tarihleri birlikte zikredilmediği, “terör eylemleri” ve “devamı niteliğindeki eylemler” ibarelerinden pek çok kişi başka ve epey ürkütücü şeyler anladığı için günlerdir büyük bir tartışma sürüyor.

İsrailli gazeteciden tokat gibi sözler

Diyarbakırlı Beyaz Show izleyicisinin olan bitenle ilgili yorumu denecek bir konuşmadan hapis cezası çıkarmış bir ülkenin, bunun çok daha ağırlarını ad vererek kendi devletine söylemiş, yazmış Gideon Levy’nin cesaretini alkışlamaya pek hakkı olmayabilir. Cesaret edilen şeye katılmak, buna cesaret demek ve dememekten bağımsız olarak, en sert sözlerle ülkenin, devletin, siyasetçilerin eleştirilmesine tahammül göstermedikçe, elalemin gazetecisinin kendi ülkesini yerden yere vurmasından “tokat gibi sözler” başlığı çıkarmak pek dürüstçe olmayacak.

‘Araplar bizi neden arkadan vurmuştu’?

Bugün de Türkiye, eğer büyük bir devlet olma iddiasını sürdürecekse işe büyük bir devlet olma iddiasını unutarak başlamalı, bunu dillendirmekten vazgeçmeli, İslam dünyasıyla eşit ilişkiler kurmayı öğrenmeli. Arap dünyasında Osmanlı imajına İttihatçılar tarafından verilen hasarla yüzleşmeden, “bütün İslam dünyası Osmanlı’nın adaletine hasret” diskuruyla mesafe almak da mümkün değil. Bir de tarihi bugünün ihtiyaçlarına göre sürekli yeniden yazıp, ilk kriz anında sükunetimizi kaybederek “Araplar bizi arkadan vurdu” gibi ezberlerimize geri dönerek hiç mümkün değil._x000D_ _x000D_

Hamasetten taharet, setr-i avret…

İslam toplumlarının haklı İsrail karşıtlığı ve Kudüs davasını her türlü baskıcı ve İslam’ın temel ilkelerine aykırı yönetimlerini meşrulaştıran bir hamaset için kullanan, demokrasi, insan hakları, özgürlük taleplerinin karşısına içinde İsrail geçen komplolar ve tehditler çıkaran bu rejimler, 36 yıl sonra İslam dünyasını elindeki ambargo tehdidini bile kullanamayacak hale getirmeyi başarmış oldular. Türkiye’nin çabaları ve heyecanıyla ayağa kalkması zor bir enkaz bu._x000D_ _x000D_

New York’taki davanın uzun hikayesi

Davada ortaya çıkan tanıklıklar şu an kadar bildiklerimiz düşünüldüğünde 17/25 Aralık operasyonlarının başlamasında ABD’nin rolünü gösteren bir delil henüz ortaya çıkmış değil. O yüzden Zarrab’la ilgili tüyo verdikleri, FETÖ’cüleri harekete geçirdiklerini de söyleyemeyiz. Bu davaların arkasındaki akıl eldeki bilgilere göre FETÖ’nün kendisi.

Dünya tam olarak öyle bir yer değil

Dünyayı ABD ya da Yahudiler de yönetmiyor. Öyle olsaydı, Kudüs gibi en temel mevzuda, bu kadar kritik bir karar alınırken, bütün Musevi lobileri, dev Yahudi şirketleri, bizde onların bir parçası olarak görünen masonlar, lionslar, rotaryler hep birlikte bastırır, karara destek için Filipinler, Macaristan ve Çekya dışında da bir sonuç alırlardı.

Ambargoyu ‘delme’nin uzun hikayesi

İşte tam bu noktada Zarrab ortaya çıktı. Ambargo listesinde olmayan ve ticareti konusunda uzman olduğu bir ürün bulmuştu: Altın. Zarrab’ın mahkemedeki tanıklığına göre bu kendi projesiydi. Sistem resmi olarak şöyle çalışıyordu; İran devletinin ve özel üreticilerin Halkbank ve diğer bankalarda bloke halde duran hesaplarındaki paraları, önce dolar hesabından TL hesabına taşınıyor, ardından İran’a altın ihracatının karşılığı olarak çekilip, altınlar İran’a götürülüyordu. Böylece, resmi yollardan olmasa da dolaylı olarak Türkiye, İran’dan aldığı petrol ve doğalgazı altınla ödemiş oluyordu. İran da bloke edilmiş gelirlerine ulaşıyordu._x000D_ _x000D_