Yıldıray Oğur
Kafeslerini parçalayan ‘yarı hayvanlar’
İyi niyetli olarak herkes “Şiddete başvurursanız İsrail’e de koz verirsiniz” diye akıl veriyor ama 75 yıllık bir tarih artık bu itidal çağrısını desteklemiyor. Çünkü sessizce oturduklarında da onlar için bir şey değişmedi. Kafeslerinde “Uslu” durduklarında da ödüllendirilmediler. İsrail devletini tanımak, barış anlaşmaları imzalamak kaderlerini değiştirmedi. Filistinliler o kadar çaresizler ki onlar için artık mutsuzluğu ve güvensizliği eşitlemek bile büyük bir başarı. Başkasının mutsuzluğu üzerine mutluluk kurulamaz. Kurulsa bile uzun süreli olmaz.
Ankara saldırısının mesajı kime?
Emniyet Genel Müdürlüğü nizamiyesine yönelik intihar saldırısını üstlenen PKK’nın açıklamasında tuhaf vurgular ve tehditler vardı. “Meclis’in açılış gününde, Meclis’e çok yakın bir yerde” saldırının yapıldığının altı çizilirken örgütün bu “başarısızlığı” özellikle tercih ettiği, esas amacın “ilgili yerlere gereken mesajın ulaştırılması” olduğunu söyleniyor. O mesaj bir süredir PKK’nın her yeri seferber ettiği Öcalan kampanyasıyla ilgili. 31 aydır Öcalan avukat ya da akrabalarıyla görüştürülmüyor. YSP de milletvekilleriyle bunun için yakında sokaklara çıkacak, yerel seçimlere doğru kendini marjinalleştirecek, kendisiyle teması, ittifak kurulmasını zorlaştıracak. Kampanya 9 Mart’a kadar sürecek. Amaç yerel seçimlerden önce Öcalan’ı konuşturmak. Peki Öcalan, konuşunca yerel seçimler için ne diyecek?
Altın Kayısı ödülü Yargıtay’a
Yargıtay'ın Gezi kararıyla, iktidarın bir zamanlar hararetle destek verdiği Arap Baharı da “özgürlük mücadelesi görünümü ile halkların, hükümetleri ortadan kaldırması” olarak onandı. Yargıtay'ın Gezi'yi organize etmekten müebbet verdiği Kavala ve 18 yıl verdiği Mater, yine Yargıtay'ın onama kararına göre Gezi olayları sürerken 7-14 Temmuz arası Erivan'daki Altın Kayısı Festivali'ndeydi.
AİHM Türkiye’ye olağan hale dönüşün yolunu gösterdi
Bu karar aslında Türkiye’ye de bir yol gösteriyor. Darbenin öfkesiyle yapılan hukuk dışı cemaat mensubu eşittir terörist uygulamalarından, bir dini cemaate girdiğini düşünürken kendini bir anda darbe yapmış bir terör örgütü içinde bulan ve bunun bedelini ağır ödeyen yüzbinlerce insan için bu karar bir normale dönüş vesilesi olabilir. Tabii eğer Türkiye de bunu böyle isterse…
Kaybettiğin Cumhurbaşkanı’na dön bir daha bak
Avukatlık bir meslek, suçluların da avukatları olur, hiçbir avukat savunduğu müvekkilinin işlediği suçlardan mesul tutulamaz. Ama her akşam televizyonlarda bağıra çağıra her konuda konuşan, en vatansever, en milliyetçi, en Atatürkçü nutuklar çeken, uçan kuşa FETÖ’cü, uçmayana PKK’lı diyen, göçmenlerin, vatan hainlerinin bir numaralı düşmanı kazanacak aday arayan İYİ Parti’nin müstakbel Cumhurbaşkanı adayı iseniz o zaman bu evrensel kurala bir parantez açılır. Üstelik vatanı savunur gibi müvekkilinizi bu argümanlarla savunursanız.
Geriye sadece bir sigara tabakası kalmıştı
Cumhurbaşkanı, Milli Savunma Bakanı, Adalet Bakanı, CHP lideri, CHP lider adayı, İYİ Partili, MHP’li siyasetçiler, gazeteciler Sezgin Tanrıkulu’ndan bahsettikçe aslında ondan da bahsediyorlar. Ama adı hiç geçmiyor. 1993 yılında Kulp'ta gözaltına alınan 68 yaşındaki Mehmet Salih Akdeniz'den geriye birkaç parça kemik, bir sigara tabakası ve bir AİHM kararının adı kaldı: “Mehmet Salih Akdeniz ve diğerleri vs Türkiye.”
İnsanlık nasıl geriye gider?
Erbakan, TRT ekranlarındaki açık oturumda Başbakan Demirel’in yüzüne bakarak kimsenin beklemediği bir çıkış yaptı: “Bugün bana gelen haberlere göre Kulp ve Lice’de üç bin kişi kara yatırılarak saatlerce bekletildi. Çoğu kadındı. Amaç silah araması yapmaktı.”Erbakan’a bir ay önce verilen “Kürt Meselesi” raporunda “Özel timin gerekirse vatandaşlara bok yedirdiği” yazılmıştı. Raporu hazırlatan RP İstanbul İl Başkanı Erdoğan’dı. Bir yıl önce SHP’nin genel sekreteri Baykal başkanlığındaki komisyona hazırlattığı “Güneydoğu Raporu”nda ise “devlet terörü”nden bahsediliyordu. 30 yıl sonra AİHM, AYM onaylı, devletin tazminat ödediği hak ihlallerini dile getirdiği için Sezgin Tanrıkulu’nu linç edenler arasında partisi CHP ve AK Parti de var. Çünkü toplumlar ve insanlık sadece ileriye gitmiyor.
KGB, 1969‘da Türkiye ve Yunanistan’ı karşı karşıya getirmek için Atatürk’ün evine saldırı planı yapmış: Kod adı Vazo
1972’den 1984’e kadar bütün belgelere erişim hakkı olan KGB arşivlerinden dışarıya belge ve bilgiler sızdırıp köydeki kulübesinin altına gömen KGB ajanı Mitrokhin, 1992 yılında altı bavul belgeyle İngiltere’ye iltica etti. 1999 yılında iki cilt olarak yayınlanan Mitrokhin Arşivi, İngiltere, Yunanistan, Hindistan’da hükümetleri sarstı. O belgeler içinde Türkiye ile ilgili de bir sabotaj planı vardı. KGB, iki NATO üyesi Türkiye ve Yunanistan’ı karşı karşıya getirmek için 1969’da Selanik’teki Atatürk’ün evine tahrip gücü yüksek olmayan bir bomba atma planı yapmıştı. Ayrıntılı planda Atatürk’ün evinden “Vazo”, bombadan “Buket” diye bahsediliyordu.
Abdülhamid neden tahammül etmeye devam edecek?
Aslında Abdülhamid, Ebrar’a diyor ki “Senin kimliğinden rahatsızım ama çok başarılısın, ülkemizi, bayrağımızı temsil ediyorsun, finale de çıkmışsın, o finalde sana ihtiyacımız var, o yüzden sana Müslüman Türk milleti olarak hak ettiğin tepkiyi vermiyoruz, sana tahammül etmeye devam ediyoruz.” Abdülhamid haklı. Hepimiz daha çok tahammül etmeye devam etmek zorundayız. Çünkü yapacak başka bir şeyimiz yok. Boş yapmak dışında…
Gezi’ye hiç katılmamış bir Gezi Davası tutuklusunun mektubu
Hakan Altınay, 2013’ün ekim ayında AB üyeliği Avrupa'da lobi desteği verdiği hükümeti, aylar önceki Gezi olaylarında yıkmaya çalışmakla suçlanıyor. İşin tuhafı Gezi'ye katılmak bir suç değil ama Altınay, Gezi Parkı’nı bir kere gezip eve dönmek dışında Gezi Olayları’na hiç katılmamış bile. Osman Kavala’nın gücünü abartan bir grubun komplo teorileriyle başlamış, kapanmış Açık Toplum Vakfı’nda şimdi ikisi de vefat etmiş Can Paker-İshak Alaton arasındaki egosantrik iç kavgaların hesaplaşma arenasına döndürülmüş, büyük iddialarla başladığı için geri de dönülemeyen, AB ilişkilerini yeniden canlandırmak isteyen Türkiye’nin ayağına dolanmış bu anlamsız, temelsiz davanın 7 yıl sonra artık bitme zamanı gelmedi mi?
Merkez Sağ’daki muhayyel boşluk
Merkez sağ ordu ile halk arasında tarihsel bir tampon bölge, aracı ihtiyacının sonucuydu. Artık öyle bir ihtiyaç kalmadı. Yani merkez sağda doldurulması beklenen büyük bir boşluk yok. Bundan sonra merkez sağ gibi bir pozisyon ancak halkın ya da halkın önemli bir kısmının yine temsil edilememesiyle, devlet ve halk arasında yeni çatışmalarla ortaya çıkabilir.
“ Abdülhamit’in Yıldız Sarayı’nda kadrolu primadonna, bas, tenor vardı”
Arturo Stravolo, 90 yaşında 17 Nisan 1955’de İstanbul’da vefat etti. Feriköy'deki Latin Katolik Mezarlığı'na defnedildi. Uzun yıllar bir daha kimse ondan ve ailesinden bahsetmedi. Zaten onun Yıldız Sarayı'nda 15 yıl Abdülhamit ile geçen hayatı ne Kızıl Sultan ne de Ulu Hakan mitlerine pek uymuyordu.
Peki bu hikayedeki kötü adamlar kim?
David Brooks'un Amerika için yaptığı cesur özeleştirileri Türkiye için de yapmamız gerek. Nasıl oluyor da ekonomik krize, enflasyona, iktidar tarafından sürekli hırpalanmalarına, Devlet Tiyatroları’nda bile iktidarı kaybetmelerine rağmen hala şehirli seküler kesimlerin kültürel üst sınıf kibri, dindar iktidar çevrelerinin ekonomik üst sınıf kibrinden daha fazla insanlara batıyor, bir çeşit sınıf kinine, öfkeye neden oluyor?
Haftanın en heyecanlı gelişmesi…
Geçen haftanın siyaseten en ilginç haberi Erdoğan’ın bu yıl ikinci kez tatile çıkmasıydı. Çünkü Cumhurbaşkanı görünen o ki son 20 yılın hatta tüm siyasi hayatının en rahat günlerini yaşıyor. Peki bu rahatlık Türkiye’yi de rahatlatabilir mi?
Sümela Manastırı için Atatürk’ün verdiği izin
Ağustos 1923’de Lozan Mübadelesi nedeniyle manastırdan göç eden son papazlar yolda başına bir şey gelmemesi ya da bir gün geri gelme ümidiyle Sümela’yı asırlar boyu bir hac merkezine çeviren üç kutsal emaneti, manastır yolu üzerindeki Aziz Barbara Şapeli’ne gömmüşlerdi. 1931 yılında o gömülü kutsal emanetlerin çıkarılması için Yunanistan Başbakanı Venizelos Türkiye'den izin istedi. İznin altında doğduğu şehir, Yunanistan'ın eline geçmiş, 8 yıl önce Yunan ordularıyla savaşmış Atatürk'ün imzası vardı.
100. yılında Türkiye’ye yönelik en büyük tehdit ne?
1000 yıllık imparatorluk bakiyesi, 100 yıllık cumhuriyetin karşılaştığı en büyük tehdit asimilasyona dahi hazır, kimliksiz, çaresiz mülteciler olmasa gerek. Herhalde bunu en iyi içinde eski MİT Müsteşarı ve eski Genelkurmay Başkanı’nın da olduğu bu hükümet biliyordur. En azından siyaset yapmak zorunda kalmadıkları anlarda, ülke yönetimiyle ilgili kararlar verilen dar toplantılarda bunu daha rahat konuşuyor olmalılar. Ya Cumhuriyetin 100. Yılında Türkiye’nin karşı karşıya olduğu “en büyük tehdit” kalmadıysa?
Cuma’dan Pazar’a nasıl gelmiştik?
Türkiye, ilk resmi tatil günüyle Cumhuriyet’le tanıştı. 1924’deki kanunda tatil günü olarak “milleti teşkil eden anasırı asliyenin Müslüman olması” nedeniyle Cuma günü seçilmişti. Kanun teklifini verenlerden biri olan Şükrü Kaya, 11 yıl sonra bu kez İçişleri Bakanı olarak kürsüye çıktı ve eleştirilere karşı yeni tatil kanununu savundu. Artık resmi tatil günleri Cumartesi ve Pazardı. Nihayet 2016’da çıkarılan genelgeyle Cuma günleri Cuma namazı saati memurlara tatil edildi. Yani ortada bir sorun kalmadı.
“Hidrojen bombasını anlatmışsın, tam anlamadım”
1966 yılında Washington’daki Dışişleri Bakanlığı’yla aldığı gizli bir ihbarı paylaşan ABD Büyükelçisi Parker T. Hart’ın telgrafının başlığı; “Atom silahları geliştirmeye Türklerin ilgisi”ydi. Telgrafta atom silahını geliştireceği iddia edilen ODTÜ’lü fizikçinin adı abisiyle karıştırılmıştı: Erdal İnönü.
Oppenheimer filminin devamı: Nükleer bombalar Türkiye’de…
Türkiye 70 yıldır Oppenheimer’ın icat ettiği nükleer bombalarla yaşıyor, Türkiye’nin son 70 yıllık hikayesi soğuk savaş ve nükleer silahlanma mücadelesi olmadan yazılamaz. Ama soğuk savaşın cephe ülkesinde bu yakın tarih bugüne kadar sansürsüz, açıkça konuşulmadı, arşivler ortaya çıkmadı. Bu da sadece konuya uzun bir giriş yazısı. Ama merak etmeyin; oppenheimer’ı henüz izlememiş olanlar için spoiler yok. Çünkü tüm bunlar filmin kapanış jeneriğinden sonra yaşandı.
100 yıldır gereği yerine getirilememiş Lozan’ın gizli olmayan iki maddesi
Gizli değil, açık, aleni, 100 yıl önce bütün dünyanın gözü önünde altına imza atılmış Meclis’te kabul edilmiş, 100 yıldır herkesin ulaşacağı bir mesafede duran Lozan Anlaşması’nın 38 ve 39’uncu maddeleri bunlar. Üzerinden 100 yıl geçtiği için belki hatırlamak zor olabilir.
Hürriyet Bayramın kutlu olsun Roni..
Roni’nin 1908 ve İttihatçılara merakının sebebi ne olabilirdi? Aslında Roni, 1908’e de “Yetmez ama evet” demişti. 1908’de İttihatçılara destek vermek, 2010’larda AK Parti’ye destek vermek, 2023’de CHP’ye destek vermek bir riskti. “Yetmez ama evet”lerin sonu hayal kırıklığı, mahcubiyet olabilirdi. Ama aksi durağan tarih içinde ender sıçrama anlarına kayıtsız kalmak olurdu. Siyaset yapmak değişimi izlemek yerine, onu teşvik etmek, yönünü belirlemeye çalışmaktı. İronik bir biçimde toplumların aslında yavaş yavaş ilerlediğine, her ileriye doğru adımın bir fırsat olduğuna inanan evrimci bir devrimciydi. Son ana kadar tebliğ ettiği sosyalizmden anladığı da ihtimallere ve insanlara bu açıklıktı.
Doğu’nun çifte standartları
Gökkuşağı dekoru yüzünden öğretmenleri işsiz bırakan LGBT karşıtı gazeteler bu milli sevince bir şerh bile düşmek istemeyecekler. Zayıf, başarısız olan LGBT’lilerin tepesine binmeye devam edip, güçlü, başarılı LGBT’lileri kutlayıp, sultan olarak alkışlayacaklar. Yıllardır Bülent Ersoy’u Beştepe’de ağırlayıp, LGBT hakkını savunan iki kırık cümle için genç şarkıcıların konserlerini iptal ettirdikleri gibi. İşte buna da çifte standart diyoruz. Bu kez Batı’nın değil, Doğu’nun çifte standardı bu.
Kemerlerinizi sıkın, Türkiye Yüzyılı başladı
Olgun insanlardan beklenen bahanelerin arkasına saklanmadan seçimlerde verdikleri kararların arkasında durmalarıdır. Çünkü olgun insanlar aldıkları kararların sonuçlarına da katlanır. Demokrasilerde diğer olgun insanlara da buna katlanmak düşüyor. Türkiye Yüzyılı başlamış görünüyor ama kötü haber bunun için sadece kemerlerinizi takmanız yeterli değil, kemerlerinizi sıkmanız da gerekiyor.
Kimsenin aklına gelmemiş orijinal bir fikir: Tarikatları kapatmak
Tarikatları bitiremez, devlet gücüyle kapatamazsınız. Atatürk’ün bile yapamadığını siz yapamazsınız. Denendi ve olmadı.
Bu sesler, bu sözler bizim değil mi?
Özkan Uğur’un ardından yeniden dolaşıma giren MFÖ’nün eski kayıtları, videoları arasında en dikkat çekici olan 1988 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil etmeye giderken TRT’nin çektiği görkemli klipti.Klip, bugüne kadar kimsenin çıktığı görülmemiş Topkapı Sarayı’nın Adalet Kulesi’nin balkonunda başlamış, o günlerde müze olan Ayasofya’nın içinden devam etmişti. O şarkıyla Eurovision’a katılmak o yıllar için büyük bir cüretti.
Paris’te gazetecilik de bir başkadır
Paris’te aşk gibi özgür gazetecilik de bir başka yaşanıyor. Aslında gerçek bir tatil bu. Birkaç günlüğüne de olsa ülkeden uzaklaşıp Paris’te muhalifliğin, ifade hürriyetinin, gazeteciliğin, protesto hakkının keyfini çıkarıyorsun. Ne de olsa Paris’te Fransız polisini eleştirmek, protestocuları tutmak, “iç savaş”, “savaş gibi”, “turistler şehri terk ediyor” demek, Fransa’nın sömürgeci geçmişinden girip, Fransızların kibrinden, Macron’un ırkçılığından çıkmak serbest. Bunları bilmek ne büyük konfor ve güvence.
Zeki Demirkubuz haklı mıydı?
Yönetmen Zeki Demirkubuz’un Ekim 2012’de attığı o meşhur tweet bu aralar yeniden çok popüler: "Bu ülkeye ve bu hayata dair hiçbir şeyin, hiçbir zaman benim dilediğim gibi olmayacağını biliyor, artık bundan acı duymuyorum.” Tweet, büyük umutlarla girilen seçimin ardından ülkenin yüzde 48’inin içine düştüğü ülkeye ve siyasete dair, yeis, umutsuzluk, bıkkınlık hislerine tercüman oluyor. Ama belki de bu tweet bir bıkkınlık değil de bir farkındalıktı?
Milli mutabakatla tutuklanmasına…
İktidar cephesi zaten uzun süredir hoşuna gitmeyen fikirlerin tamamını ceza kanununa uydurup, gözaltına aldırmayı, tutuklamayı bir güç gösterisine çevirmişti. Ama bu kez İYİ Partililer de Yanardağ’ın linç kampanyasında en önlerde koştular. Muhaliflerin bazılarının zannettiği gibi üzerlerinde devletini-vatanını çok seven zırhı yok, linçlerde en önde koştuğunuzda size iki can hakkı verilmeyecek, sizi “alın şunu gözaltına” düzeninden vatan-devlet aşkınız kurtarmayacak.
İYİ Parti’nin CHP sorunu
İYİ Partililerin seçimlerdeki başarısızlığa hızlı bir cevabı var: “CHP ile ittifak yapıldığı, HDP dışarıdan ittifakın adayını desteklediği için.”
Peki, gerçekten de bu hızlı cevap doğru mu?
CHP ile ittifak mı İYİ Parti’nin muhafazakar, milliyetçi, merkez sağcı kimliğini gölgede bıraktı?
Yoksa mesele İYİ Parti’nin kendi kimliğinde mi?
Hıncını gökkuşağından çıkarmak…
Bir zamanlar yeşil-kırmızı-sarı paranoyasına dönen gökkuşağı renkleri paranoyası, aslında siyasette ılımlı bakanlar kurulu, ülkeyi fakirleştiren faiz önyargılarını bırakıp rasyonel politikalara zorunlu dönüşler yaşanırken, sosyal hayatta ve medyada özgüven patlamasına neden olan seçim sonuçlarıyla yaşanan sertleşmenin sadece bir veçhesi. Seçimlerden bu yana üzerine mağdurlar odun gibi atıldıkça harlanan bir linç ateşi yanıyor.